Hilde, biraz bahçede oturdu, Nurseli gibi kıpkırmızı girmek istemiyordu. Havaya baktı, az bir soğuk olsaydı "Üşüdüm" derdi ama aksi gibi havada ılık bir rüzgar vardı... ~~~~~~•~~~~~~
Yurda giriş saatinin dolmasına rağmen gözlerimiz kapıda bekliyorduk. Filiz'e göre hiç yapmadığı bir şeyi yaptığı için kesin başına bir şey gelmişti.
Hilde, içeri girince ellerimiz de birer çay yanına geldik. Filiz, "Hilde neredesin sen ya?" dedi azarlayarak.
Benden üç yaş büyük birine bağıramazdım ama Filiz yaşına daha yakındı o halletmişti. Gece yarılarına kadar gezmek Hilde'nin yapacağı bir şey olmadığı için merak etmiştik.
"Yaaa trafik vardı kazamı ne varmış ne bileyim." dedi lafı dolandırarak.
"Nereye gittin?" dedim. Bilelim ki bir daha bu kadar geç kalırsa merak etmeyelim diye.
"Kızlar bugün çok sevdiğim bir hocamı ziyarete gittim. Bundan sonra ayda iki kere kesin ziyaretine gitmeyi düşünüyorum. Yani bundan sonra yoksam merak etmeyin. Çok yoruldum. yatacağım." deyip banyoya geçti...
~~~~~~•~~~~~~
Kapıyı kapatıp aynadan kendine baktı.
"Hadi bakalım Hilde, vallahi bindin bir alamete gidiyorsun Doğan'a."
Doğan'a belli etmemeye çalışıyordu ama onunlayken hayatının en güzel anlarını yaşıyor gibi hissediyordu. Elini kalbine bastırdı, "Yeter kızım kendine gel. Görende hiç erkek görmedin zannedecek."
Sonra kıs kıs gülerek, "Görmedin zaten mal!" deyip burnundan kısa bi nefes çekip, yüzünü ciddileştirerek dışarı çıktı. Yatağa uzanıp arkasını dönüp yattı...
...Ertesi sabah kızlar kahvaltıdayken Hilde Filiz'in eşyaları arasında bir şeyler ararken Filiz odaya girdi, çantasını kurcalayan Hilde'ye, "Hilde, bir şey mi baktın?" diye sordu
Hilde, "Nurseli'ye söyleme ama şu geçen ki zarfa bakıyordum, yazıya bakacaktım." dedi.
Filiz, "Ben onu dün attım, neden bakıyorsun ki, bir şey mi var yoksa." deyince bozuntuya vermeden, "Yoo, aklıma takıldı sadece, o kadar önemli değil." dedi.
Filiz, atmamış olsaydı, Hilde Doğan'a verecekti... Zarf olmadığı için Doğan'ı telaşlandırmak istemedi...
~~~~~~•~~~~~~
...Hafta sonu sabah 7:15 Selim msj atmıştı.
"Uyuyor musun?"
Telefonum çalınca üçümüz de "kim bu saatte" der gibi uyandık. Telefonumu elime alıp arkamı döndüm. Hilde, sinirli bir ses tonuyla, "Sevgilinin seslerini ayrı yapsana, geceleri de sessize al." deyince Hilde'ye cvp vermedim.
Verseydim eğer "gece gelen sensin şuan sabah" derdim. Onun yerine Pikeyi kafama çekip msjlara girdim.
"Sayende uyandı(K)."
"Hilde çok kızdı mı?" Önce yüzümü kapatıp güldüm, koskoca başkomiseri bile tırstırmıştı.
"(Ağzı kapalı gülen üç emoji) Seni de mi korkuttu, oooyy kıyamam aşkımaa."
"Bana kızsa problem yokta, bana sinirlenip sana kızmasını istemem."
"Aaayyyy aaaayyy gülüne de kıyamazmış."
"Yatakta mısın?"
"Evet, pikeyi kafama çektim yatırıyorum."
"Peruk takıp gelsem yanına, sıcağına yatsam. Hiç uyanmazdım."
"Uyuyabilir miydin ki?"
"Senin kokunla bi saatten sonra uyurdum tâbi, hem uyumasam bile, bu saatte o kadar kızın olduğu binanın kapısında sap gibi beklemezdim."
Mesaji sesli bir şekilde okuyarak yerimden fırladım.
"NEE?!"
Kızları da uyandırmıştım. Filiz panikle,
"Ne oldu Nurseli?" diye sordu. Bir yandan msj yazıyor bir yandan Filiz'e cvp veriyordum. "Selim gelmiş aşağıdaymış."
Filiz de şaşırarak, "Ne? Deli mi bu çocuk ya. Sabahın köründe uyanıp o kadar yolu geliyor?" dedi...
~~~~~~...Hilde, içinden dua ediyordu. "Allah'ım lütfen! Lütfen! Yalvarıyorum! Doğan, bu adamın sadece hem cinsi ve meslektaşı olsun lütfen..."
~~~~~~•~~~~~~
Hemen kalktım elimi yüzümü yıkayıp, üzerimi giydikten sonra aşağı indim. Arabaya binince ufak bir slm faslından sonra, merakla sordum.
"Sorması ayıp sen kaçta kalktın?"
"Neden ayıp olsun gülüm? Beş buçukta kalktım."
"Evden kaçta çıktın?"
"Beş elli beşte de arabadaydım."
"O yirmi beş dakika da neler yaptın?"
"Kalktım, genel ihtiyacımı yaptım, elimi yüzümü yıkadım, üzerimi giyip çıktım."
"Başkaa?"
"Başka ne olsun o kadar işte."
Asıl merak ettiğim şeyi nasıl soracağımı düşünüyor doğru kelimeleri bulmak için kıvranıyordum, "Ne bileyim, hani ayılmak için duş falan almıyor musun?"
"Gecenin son üçte birinde uyandığım için ayılmama gerek kalmıyor, bende elimi yüzümü yıkayıp çıkıyorum."
Şaşkınlığım ağzımdan fışkırarak, "Aa! Banyo yapmıyor musun yani?" dedim ama sormak istediğim yine "temizlik imandandır" banyosu değildi... Ve Selim ısrarla anlamıyor gibiydi.
"Akşamdan yapmamış olursam yapıyorum tâbii ama annem sinüzit olmayayım diye sabah yıkanmamı istemiyor, bende genelde akşam yapıp yatıyorum."
Galiba sonuca yaklaşmak üzereydim, "Annenden gizli yapmıyor musun?" derken bundan daha doğru kelimelerin olabileceğini düşünmemiştim.
"Yo! Neden yapayım, ayrıca aynı evdeyiz, su sesini illaki duyuyorlardır." deyince kafamı kaldırıma vurup kıvılcım çıkartmak istemiştim...
"İhtiyacın da mı olmuyor?" derken bir yandan da "daha ne söyleyeyim ki?" diye düşünüyordum
"İhtiyaç derken?!" zaten banyo neyden yapılırdı ki, benim ki de soruydu
"Zorunda kalmıyor musun yani?" deyip üstüne tüy dikmiştim ama nihayetinde Selim anlamıştı
"Nurseli, sabah sabah sen benden ne istiyorsun anlamadım. Evet! Bazen seni rüyamda görüyorum ama bu, sabah banyo yapmamı gerektirecek bir rüya olmuyor. Bunu mu soruyorsun?"
"Hah" dedim içimden "nihayet anladın."
"Evet ama neden?"
"Çünkü ben, ergenliğe rüya ile girmedim ve bu durumum da hâlâ devam ediyor."
Normalde bi erkek ne görür nasıl görür bilmediğim için, "Hiç mi?" dedim, hiçten ne kasdettiğimi ben bile bilmiyordum. Yani benim neremi görse hiç olmayacaktı bana ne yapsa hiç demeyecekti bilmiyorum ama o, "Hiç!" demişti.
"Hım! Anladım?" dedim sorularım da havada kalmıştı.
"Peki sen?" deyince hintli genlerimle bedenimi sallayarak, "Ben ne?" dedim meraklı gözlerle bakarak.
"Sen zorunda kalıyor musun?"
"Biz kalmayız ki!" dedim gayet rahat bir şekilde.
"Neden kalmayasınız?"
"Kızlar kalmazda ondan!"
"Neden kalmasınlar canım, sende yok diye herkes aynı olacak değil ya!"
"Nasıl yaa, kızlar da görüyor mudur? Ben hiç duymadım, bilmiyorum." dedim ve hemcinslerim hakkında bir şey öğrenmiş oldum.
Hilde ile Filiz arada görseydi bu kadar cahil kalmazdım. Biraz düşününce de ben görürüm Hilde yine görmez diye içimden geçirdim.
"Kızlar erkekler gibi arkadaş ortamında söylemiyor olabilirler. O yüzden de bilmiyor olabilirsin. Benim de bu zamana kadar ihtiyacım olmadı ama şuan seni görmeyi çok istiyorum... Bir de, sen benden hâlâ utanıyor musun? Neden o kadar kıvrandın?"
"Evet, utanıyorum."
"O zaman daha fazla görüşüp konuşalım kii, bana alış. Utanman geçsin." dediğinde kalbim depreşti, derin bir yutkunmadan sonra konuyu değiştirmek istedim.
"Seliiimm?"
Ben ne zaman soru edasıyla "Selim" desem hoşlanmayacağı bir şey söylüyordum. O yüzden Selim'de, "Hadi buyrun." diyordu. Yine öyle "Selim?" deyince, "Hadi buyrun." demişti.
"Yaa!" dedim üzülür gibi.
"Ne yapayım gülüm, ara verelim diyeceksin diye ödüm kopuyor, hayatım resmen iki dudağının arasında. İnfazını bekleyen mahkumlar gibiyim."
"Abartma Selim! Alt tarafı sana kendimle alâkalı bir şey söyleyecektim, ne ara vermesi yaa."
"Malûm durumlardan dolayı görüşmek istemiyorsun gibime geldiği için olabilir mi acaba?"
"Hilde iyi Selim."
"Nasıl iyi?"
"Bas baya iyiii, hastanede ki öpmesi gibi değil. Karşılığını verdiği hâlde o günlerde daha üzgündü ama şuan değil. Dün huzur evine gitmiş, öğretmenini görmüş. Yurda da gece yarısı geldi..."
~~~~~~•... Selim, düşündü. Doğan'da ilk öptüğünün aksine daha iyiydi. Bir önceki gün de neredesin sorusuna "huzur" arıyorum demişti. İçine bir şüphe doğdu. Nurseli'nin, "heyy sana diyorum." sözüyle kendine geldi.
~~~~~~•~~~~~~
"Efendim gülüm dalmışım?"
"Ara vermemizi gerektirecek benlik bir şey yok ama sana söyleyeceğim şeyden sonra sen vermek istersin belki diyordum."
"Altı aylık ömrüm mü kaldı yoksa?"
"Allah korusun de be!.. O nasıl söz!.."
"Senden ayrılmam için ölüyor olmam lazım da o yüzden..."
... Yol boyunca konuşmadan kahvaltı yapacağımız restorana geldik, Selim'in karşısına oturdum.
Siparişi verdikten sonra Selim "seni dinliyorum" der gibi, meraklı gözlerle bana bakıyordu.
"Selim?!"
"He gülüm?!"
"Ben!.. Nasıl söyleyeceğim bilemiyorum."
Selim, halimden hiç de iyi haber vermeyeceğimi anlıyor gibi bakıyordu.
"Sana ileri de söylemeyi düşünüyordum ama kızlar, bunu çok geç olmadan söylemem konusunda ısrar ettiler."
Eminim, görüşmek istediğine isteyeceğine bin pişman olmak üzereydi.
"Bir yıl önce sınava girince bayılmışım, ayıldığım da hastanedeydim. Herkes panik olmuştu... Tahliller yapıldı... Doktorlar araştırmaya sevk etti... Detaylı tahlil yapıp mr çektiler."
Selim'in yutkunmasını adem elmasının oynamasından görebiliyordum. Daha sonunu duymadan gözleri dolmuştu bile.
~~~~~~•~~~~~~ ... Nurseli kıvrandıkça Selim'in içinden bir şeyler kopuyordu. dua etmeye başladı. "Lütfen Allah'ım bana bir ayrılık acısı daha tattırma." diye yalvarıyordu.
Gözlerinde ki akmayı bekleyen yaşlar Nurseli'nin dudaklarından çıkacak sözleri bekliyor gibiydi. Nurseli, üzgün bir ifadeyle devam etti, "Benim bir hastalığım var..."
~~~~~~•~~~~~~
"Benim bir hastalığım var" dediğimde Selim, sağ elini gözlerine kapatarak ağlamaya başladı. Şok olmuştum, yerimden kalkıp yanına oturdum. "Selim ne oluyor?!" dedim elini tutup aşağı indirmeye çalışarak. "Selim! Lütfen ağlama..."
O geldiğine pişman olmuş muydu bilmiyorum ama ben söylediğime şuan olmuştum...
~~~~~~•~~~~... Selim, biraz ağladıktan sonra, kendi kendine kızmaya başladı. Nurseli'yi üzmek onu daha kötü yapacaktı... Hemen toparlanmaya çalıştı... Kendisine söz verdi, Nurseli'ye destek olup hastalığı neyse birlikte aşacaklardı... ~~~~~~•~~~~~~
... Selim, gözlerini silerek, "Gülüm Özür dilerim, boş bulundum. Geçti artık, sen yanımdasın, ben yanındayım bundan daha önemli bir şey olamaz. Devam et, lütfen." desede ben artık söylemek istemiyordum.
"Boşver Selim, kalsın. Sonra konuşuruz."
"Hayır gülüm söyle lütfen ve bil ki, ne olursa olsun ben hep seni seveceğim. Yanından bir an olsun ayrılmayacağım."
"Emin misin?"
"Eminim ruhumun gülü, söyle."
"Aslında, şey, doktor bana, 'Bu hastalığın olacağını hissettiğin an ortamını, bulunduğun hâli değiştirirsen hayatını çok etkilemez' dedi." diyerek yine hazırlamaya geçtim
"Öyle mi? Ne güzel işte."
"Selim, sen bana yaklaştığında hissediyorum ama."
Selim, elinin üstü ile gözlerini silip, merakını gözlerinden de belli ederek, "Nasıl yaklaştığımda?" dedi
"Yani, öpmek için..." dedim yine kıvranarak, "İlk zamanlar bu kadar değildi. Sen dudaklarıma yaklaştığın anda başlıyor... Bir iki kez kendimi geri çekip kurtardım ama kızlar "hastalığını bilirse ona göre hareket eder" dediler." dediğimde çözümün bu kadar basit olduğu hastalığımı hafife alarak, "Nurseli, hastalığın ne ki?" deyince biraz önceki kadar "ah"lanıp "vah"lanmaya gerek olmayacak ama çokta basit olmayan hastalığımı söyledim.
"Vazovagal senkoopp!.."
~~~~~~•~~~~ ... Selim, kendini sıkmaktan kasları ağrımıştı, hastalığı duyunca derin bir "ooohh" çekti. Elleri, ayakları boşalmıştı, titremeye başladı... ~~~~~~•~~~~~~
... Selim, birden titremeye başladı. "Neden bu kadar abarttı ki" dedim, alt tarafı bir kaç dakika bayılıyordum. Bazen daha uzun olabiliyordu ama bu kadar büyütülecek kadar da önemli değildi.
Onu titrerken görünce korktum.
"Selim iyi misin?"
"İyiyim aptal iyiyim!.." deyip yanaklarımı mıncırmaya başladı. "Kriz geçirttin bana."
Selim'in elinden kurtulmaya çalıştım. "Ya Selim yüzüm acıyor!" Ne yapıyordu bu anlamamıştım.
"Acısın aptal! Bende acıtmak için yapıyorum zaten."
"Neden ya?!" dedim olanlardan hiç bir şey anlamamış gibi merak ederek
"Kız ölüyon sandım, alt tarafı bayılma hastalığı... Böyle mi anlatılır aptaall? Sen kimseye ölüm haberi verme emi! Karşındakini de öldürürsün maazallah."
"Ben kızarsın sandım. O yüzden çekindim."
"Neye kızarım zannettin delii, hastalığa kızılır mı hiç?.."
"Öpmeni istemiyorum zannedersin diye korktum!"
"Bu hastalık olmasaydı ve sen istemeseydin de anlayışla karşılar kızmazdım ki."
Çocuklar gibi sevinmiştim,
"Gerçekten mi?" dedim şımarık ergenler gibi
Selim, taklitimi yaparak, "Gerçekten!" deyip güldü, "Bana sınırlarımı söylemen yeterli."
"Çokta bi sınır yok aslında, şimdilik. En çok dudaklarımı öptüğünde hissediyorum. Toparlamaya çalışıyorum ama sanki bir el, ensemden beni geriye çekiyor ve kalbim çok hızlı atmaya başlıyor."
"O zaman şöyle yapalım, aynı devam edelim ama sen rahatsız hissettiğin an bana söyle, bende geri çekileyim olur mu? Bende ha bayıldı ha bayılacak diye endişe etmemiş olurum, aksi takdirde elini bile tutmaya korkarım, buda ilişkimizi olumsuz yönde etkiler."
"Ya sen! Sen nasıl bir şeysin ya! Yeter ama bunu yapma işte, bir insan kendine daha ne kadar aşık edebilir. Sınırları zorluyosun Selim KOMİSER!" dedim yanaklarını öperek
"Bağırma! Yap kahvaltını, karnını güzel doyur, biraz kilo al." diyerek konuyu değiştirmek istedi, ne alâka diye düşünsem de kendime yukarıdan bakarak, "Ben çok mu zayıfım?" dedim hem üzgün hem merak ederek
"Bana göre değilsin ama boy ve kilo endeksine göre öylesin."
"Aaa eveeett, maalesef! Ben aslında dört yaşıma kadar kilolu bir çocukmuşum. Abim ve ben hasta olmuşuz. O yüzden zayıflamışım, Bu arada abimin adı da Selim!"
"Aaa, bunu söylememiştin!"
"Çok şükrediyorum biliyor musun? Rabb'im bir Selim almış ama akabinde diğerini alnıma yazmış."
"Sen yoksa abinle adaşım diye mi beni bu kadar seviyorsun?"
"İlk gün AVM'de adım Selim dediğin andan beri seviyorum... Sen ne diyorsun."
"İsmimin başında Fatih olmasının bi sakıncası yoktur inşaallah."
"Yok yok! Merak etme, ben seni Fatih olarakta seviyorum. İstersen arada Fatih Selim de diyebilirim."
"Neden uzatasın ki? Boşver ağzını alıştırma, hem biliyor musun beni sevmeyen kişiler bana Fatih diyor, diğerleri Selim diye çağırıyor."
"Seni sevmeyen mi var?" dedim "o kişinin aklına şaşırırım" der gibi
"Var tâbi ki... Bizim bi tanıdık var, bir defa Selim demez, o bana Selim derse ya başına taş düşmüştür de diyordur, yada kıyamet kopacaktır! Bana geçmiş olsun derken bile Fatih dedi. O derece."
"Neden sevmiyor peki."
"Küçükken bi yaramazlık yaptım. Bahçede onun kızını yere düşürdüm oda beni o günden beri sevmiyor."
"İyi de sende çocuk değil misin? Kaza bu, çocuğa kızılır mı hiç."
"O kadar da küçük değildim canım, aklım eriyordu, bana yapma dediği halde yaptım."
"Sende ha, neden yaptın?"
"Benim bi kuzen vardı, Onunla birlikte seviyorduk. O dedi ben sevicem, ben dedim ben sevicem. Arada olan kıza oldu. Düştü, elleri dizi kanadı, Annesi de o gün bana dedi ki "sen çok kötü bir çocuksun!" Hiç unutamadım." derken ağlamamak için kendini sıkıyor gibiydi...
Gözleri dolu dolu şakağına bastırırınca Selim'i daha fazla üzmek istemedim, konuyu değiştirmek için, "Selim?!" dedim
Selim, daldığı uzaklardan bir anda geri döndü, yine, "Hadi buyrun!" dedi
Bu sefer bu "hadi buyrun'a gülerek,
"Ya, Selim ya!" dedim
"Sence de bu Selim'in arkası kötü bir haber olmuyor mu?"
"Ne yapayım sen istedin."
Selim, merak edip, "Neyi anlamadım?" deyince, "Ben bugün hastaneye gidecektim. Sen buluşmak istedin." dedim "kendi düşen ağlamaz" der gibi
"Hayırdır inşaallah, Ne hastanesi?.." deyince İstanbul'a geldiğimden beri ara ara telefon ettiğim, iki defa da evine gittiğim, Gülsüm teyzenin hastanede olduğunu söyledim...
"Aaa, neyi varmış?"
"Çarşamba günü kızını aradım ameliyat olacak dedi. Bende bugün gideceğimi söyledim. Onun yanına gitmek istiyorum."
"E tamam ne var bunda, bitir kalkıp birlikte gidelim." deyince sevinerek ,"Gerçekten mi?" dedim Yine, taklidimi yaparak, "Gerçekten." deyip devam etti.
"Sen demedin mi geçen seni sordu diyee, görüşmüş olurum, hem bende bu güzel ânımın mimarisinin elini öpmek istiyorum! Olur mu? Bende gelebilir miyim?"
"Gören de izin istiyor zanneder Selim, gelme desemde geleceksin işte, ben seni bilmiyor muyum Allah aşkına." dedim kafamı yana doğru seğirttim "amma yaptın" der gibi
"Benim gülüm gelme demez ki! Hangi hastaneye gidiyoruz?" dedi göz kırparak.
"Özeeell ııımmm neydi yaa, dur bii bakayım, msjla kaydetmiştim. Özel medocalin (medokalin) hastanesi."
"Aaa, duymuştum, biliyorum orayı."
"Gidelim o zaman. Ben doydum." deyince
Selim de, "Tamam hadi." dedi ve aynı anda kalktık...
... Selim, arabanın kapısını açtı, ben oturunca kapıyı kapatıp kendi tarafına doğru yürüyünce birden moralim bozuldu...
Selim, koltuğuna oturunca yüzümün asıldığını farketti, "Nurseli ne oldu?" dedi yaptığından zerre kadar haberi yok gibi...
"Hani bir şey değişmeyecekti, sen takmadın." deyip kemeri işaret edince, hemen indi. "Gel saçmalama!" dememe bakmadan kapımı açtı. "Özür dilerim, söz veriyorum bir daha asla unutmayacağım, dalgınlığıma geldi." deyip kemerimi taktı...
Bende sağa dönüp parmağımla yanağımı göstererek, "Eski tarifeden devam etsek olur mu?" dedim
Selim, "Hay hay!" deyip yanağımdan öptükten sonra gülümseyerek kapımı kapattı
Direksiyona geçince, "Böyle güzel müşteriyi kaybetmektense, zararına da olsa razıyız küçük hanım. Ne yapalım artık, sürümden kazanacağız." deyip arabayı çalıştırdı.
Elimi play tuşuna götürdüm, basmadan, "Selim, şimdi basacağım ve bir şarkı çıkacak ya, ilk şarkı bizim şarkımız olsun mu?" dedim rica eder gibi iniltiyle.
"Olsun gülüm bas bakalım, inşaallah bize uyan bir şey çıkarda ölene kadar dinleriz." deyince içimden hadi inşaallah diyerek playe bastım...
Müslüm Gürses (Seni yazdım )
Solmadan gel artık aşkımın gülü
Olsa da konuşsa kalbimin dili
Küçücük dünyamda bir bilsem seni
Görünmez yazıyla yazdım kalbime(2x)
Böyle bir aşk görülmemiş dünyada
Ne geçmişte ne de bundan sonra da
Arasalar bulamazlar rüyada
Göremezler seni yazdım kalbime
Nasıl sevgiliymiş görün de bakın
Sevgilim seninle buluşmam yakın
Unuttum desem de inanma sakın
Anılarla yazdım seni kalbime(2x)
Böyle bir aşk görülmemiş dünyada
Ne geçmişte ne de bundan sonra da
Arasalar bulamazlar rüyada
Göremezler seni yazdım kalbime
Çıkan şarkı Selim'in çok hoşuna gitmişti.
Birlikte söylemeye başladık...
Selim telefonunu çıkartıp benim, "gülüm" diye kaydettiği numaramı "aşkımın gülü" olarak değiştirdi.
~~~~~~•~~~~~~•
Hastanenin önüne geldiğimizde.
hastaneye bakıp, "Ben bu hastahaneyi bir yerden hatırlıyorum sanki, İsmini çıkaramadım ama bu lego tanıdık geldi." dedim. Dışarıdan çok lüks bir plazayı andırıyordu...
... Arabayı park edip hastaneye girdiğimizde
yolda aldığımız çiçeği odaya kadar ben taşıdım.
Kapıya vurup, odaya girdiğimizde, Gülsüm teyze bizi el ele görünce sevinçten gözleri doldu.
Kızına dönüp, "Ben anlamıştım biliyor musun? Bu çocuk Nurseli'nin üzerine yatınca öyle bir baktı ki, kıyamıyor gibiydi." derken haklı çıkmanın gururundan çok bizim için seviniyor gibiydi.
Ben, dudaklarımı büzerek, "Gülsüm teyze ben öyle bakmadım mı aşk olsun." dedim üzülmüş gibi.
"Kızım sen daha çok korkuyor gibi bakıyordun. Sana elini kaldırdı da vuramadı ya, ben orada verdim bu delikanlının notunu."
Yine üzgün bir şekilde,
"Gülsüm teyze ben senin sözünü dinlemedim, az daha onu kaybediyordum biliyor musun?" dediğimde Selim, belime sarılarak, "Gülüm, Gülsüm teyzeyi üzmesek mi?" deyince, "Aa, pardon düşünemedim. Özür dilerim." dedim
Selim'in telefonu çaldı, arayan Doğan'dı.
"Gülüm, bu önemli, kusura bakmayın. Hemen bakıp geliyorum." deyip dışarı çıktı.
Selim çıkınca gülsüm teyze, "Eee düğün ne zaman?" diye sordu.
"Benim okul bitince inşaallah, yada son sene bakalım kısmet!" dedim
Gülsüm teyze kızına dönüp, "Bak Esengül, yine sözümü dinlemiyor, görüyor musun? Kızım hayırlı işler ertelenmez! Şeytan araya maniler, engeller çıkartır!" deyince kendimi savunmak için, "Ama gülsüm teyze beee-..." derken konuşmam açılan kapıdan üç kişinin gelmesiyle yarım kalmıştı...
Kapıdan, kolunda değnek olan bir doktor ve iki hemşire girdi.
+"Merhaba gülsüm teyze nasılsın?"
"İyiyim oğlum Allah razı olsun."
+"Tahlillerinle tansiyonu düzeltmişsin, ha gayret şu şekeri de bi düşürde seni ameliyat edelim artık."
Esengül abla, "Doktor bey. Annem biraz dik başlı, perhizi kaçırıyor." deyip sonra da annesine bakıp, "Aal seni şikayet edicem dediiimm ettiiimm." dedi.
+"Aaa, Gülsüm teyze yapmaz öyle ya! değil mi? Gülsüm teyzeciğim?" diyerek değneği yatağın ucuna dayadı, değnek düşerken tutup geri kaldırdım. Doktor teşekkür eder gibi göz kapatıp gülümsedi. Sonra da hemşireden aldığı dosyaya baktı.
+"Sana kırk sekiz saat mühlet." dedi ve saatine bakıp devam etti." Pazartesi bu saatte ameliyatın bitmiş olacak tamam mı?"
"Sağol doktor bey oğlum Allah razı olsun."
+"Senden de gülsüm teyzem. Hadi geçmiş olsun, yat dinlen, kendine dikkat et. Perhize de uy. Pazartesi görüşürüz. var mı bir isteğin?"
"Allah sağlık, sıhhat, afiyetler versin oğlum, Rabb'im seni önce sevdiklerine ve seni sevenlere sonra da hastalarına bağışlasın."
Hepimiz, "Aamiiinn!" dedik.
Doktor, dosyayı verip değneği aldı ve
"Hadi tekrar geçmiş olsun." diyerek odadan çıkınce Şaşırmış bir hâlde, "Ameliyatı bu doktor mu yapacak?" diye sordum.
Gülsüm teyze, "İnşaallaaahhh!" deyince "Bu doktor daha ayakta duramıyor, değneksiz yürüyemiyor görmediniz mi yaa, nasıl yapsın?" dedim küçük dilimi yutacak gibi...
Esengül abla, "Öyle deme Nurseli, bu doktor çok iyi, bir buçuk yıl önce bi trafik kazası yaptı, Allah korudu... Ölümden döndü... Kaç ay komada kaldı, neredeyse bir yıldır da yürüyemiyordu, bak çok şükür yeni yeni toparlanıyor. Sizden iyi olmasın çok iyi bir insan."
"İyiliğine bir şey dediğim yok, Allah sahibine bağışlasın. Kazaya da geçmiş olsun bir daha olmasın inşaallah daa ne bileyim sanki biraz daha iyileşip öyle mi doktorluğa başlasaydı diye düşünüyorum."
Gülsüm teyze devam edip, "Onlar ailecek doktor, bir bildikleri olmasa izin verirler mi?" deyince kızı düzeltti
"Yok anne en büyük abisi avukatmış doktor değil!"
"Öyle mi?" dedi emin olmadığı şeyi öğrenmiş gibi.
Selim'i aradığımda telefonu hâlâ meşguldü. Gülsüm teyzeye dönüp. "Gülsüm teyze biz gidelim sen dinlen, Pazartesi okul çıkışı yine gelirim, tamam mı? Bizimki yine işe daldı kesin, telefonu meşgul." deyince Esengül abla, "Allah ikinize de kolaylık versin, ona yapma denmez sana ayrıl denmez. Mesleğinden dolayı ikiniz de sabırlı olun." dedi
Gülsüm teyze, "Duanı üzerinden eksik etme! Unutma dünya bile dua ile ayakta duruyor. Bir dee sözümü dinlee, o kadar beklemeyin!" deyince gülerek, "Ne yapayım gülsüm teyze evlenme mi teklif edeyim, başta öyle anlaşmıştık." deyince Gülsüm teyze ciddileşerek,
"Gerekirse eett tâbii, pey. Efendimize ilk hanımı evlenme teklifi etmiş? Sende et, Ne oluur?! ille de teklifi o etsin diyorsan oda kolay, ben ona söylerim eder. Hem bu çocuğun ailesi bilmiyor mu? Üç dört yıl beklemesine nasıl müsaade ediyolar?" deyince, daha gelini olmadığım evin avukatı olmuş gibi, "Gülsüm teyze biliyorlar da onların ilk oğulları da okul bitene kadar beklediği için bir şey demiyorlar!" dedim.
Esengül abla, "Anne, bizim nesilin gençleri böyle, kabul et artık. Okul bitip mesleği ellerine almadan evlenmiyolar." deyince Gülsüm teyze sinirli bir ifadeyle, "Hayatlarının en heyecanlı en deli zamanlarını boş yere geçiriyor sonra da ya senin gibi evlenemiyor yada ben evliliğimden tat almıyorum diyorlar." demişti
Esengül abla, "Anne, bir kere de bana taş atmadan birine nasihat versen dişimi kırıcam haa." derken, bana bakıp göz kırparak gülümsedi.
Kapı çaldı, Selim gelmek için izin isteyince ben gülerek "Gel geell, bende çıkmak için seni bekliyordum." dedim
Gülsüm teyze de fırsatını bulmuşken kaçırmak istemiyor gibi, "Sen biraz çıkta bana su alsana." deyip beni odadan çıkartmaya çalıştı.
Selim, anladığı için bir şey dememişti. Esengül abla koluma girerek, "Gel gel sana hastaneyi gezdireyim, çok güzel." deyip beni dışarı çıkarttı.
Bir yandan götürüyor bir yandan da tur rehberi gibi hastaneyi anlatıyordu. "Bak her kattan terasa çıkılıyor. Her terasın bahçesi var. Süs havuzu var..." derken bir tanıdığı görmüş gibi heyecanlandı, "Koş koş!" deyip beni de peşinden sürükledi.
"Okan bey! Okan bey!"
Bağırdığı kişi geriye baktı, Yanına gittiğimizde Esengül abla, "Beni tanıdınız mı?" diye sorunca doktor kekeleyerek, "E. e. e veeett! t. ta. tanıdım! dedi
Ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Buranın bütün doktorları böyle mi acaba" diye düşündüm.
Esengül abla şaşırmış bir ifadeyle, "Okan bey! iyi misiniz?!" dedi
Okan doktor toparlanmaya çalışmış olacak ki, "Evet evet iyiyim. Şengül hanımdı değil mi? Yanlış hatırlamıyorum." deyip daha akıcı konuşmuştu.
"Doğru ama kimlikte Şengül normalde Esengül."
Okan, "Pek bir şey farketmiyormuş." dedi tebessüm ederek.
Okan, Esengül'den çok bana bakınca elimi uzatma gereğinde bulundum. "Merhaba ben Nurseli."
"Merhaba Nurseli! Nasılsın? Ayağın nasıl?.."
Bu sefer ben şaşırmıştım, Okan'a daha dikkatli bakınca, yurdun orada gördüğümü hatırladım. Bu sefer ben kekeleyerek, "Si.sii.siiizz, arabadaa... ama nasıl?.."
Okan gülerek, "Tevafuk. Biz yurdun alt sokağında oturuyoruz. O gün sana da söylemiştim." dedi
"Evet hatırlıyorum ama yanıma her yaklaşıp ben doktorum diyene güvenemiyorum maalesef!"
"Sen yine güvenmemeye devam et.
Annemin bir sözü vardır, "Korkağın anası ağlamamış' diye..."
~~~~~~• ... Esengül, Okan'ın Nurseli'ye tavırlarını beğenmeyerek, "Canım! Annemin yanına gidelim mi artık, sevgilini de kızdırmayayım, sonra tutuklar beni." dedi... ~~•~~~~~~
... Esengül'de ki negatif elektriği hissettim ve bozmadan, "Bence de gidelim, yoksa seni ben bile kurtaramam." dedim
Okan'la vedalaştık. Esengül yüzünü asıp, "Adam istedi de ben yok mu dedim." diye homurdanınca durdum. Esengül'ü kendime dönderdim, "Ablaa, doktoruna aşık olan hasta değilsin değil mi?" dedim
Esengül abla büyük bir yanlış anlaşılmaya sebep olmuş ve düzeltmek istiyormuş gibi, "Benim doktorum o değil ki! kardeşi!" dedi
"Sen Okan beyi nereden tanıyorsun peki."
"Ben, apandis ağrısıyla regl ağrısını ayırt edemeyince yolda fenalaştım. Yol kenarında karnıma bastırıp eğildiğimi görmüş yanıma geldi. Ben doktorum gel seni hastaneye götüreyim diye yardım teklifi etti. Yolda adımı sordu, sana ne adımdan diyorum içimden, konuşacak halim var gibi lafa tutuyordu. Meğer ne derece olduğunu anlamaya çalışıyormuş. Ben cevapları sinirli sinirli dişlerimi sıkarak verince oda kardeşini aradı. "Birini getiriyorum, apandisit olabilir." dedi. Hastaneye geldik, beğenmediğin doktor var yaa, muayene etti, apar topar ameliyata aldılar gerçekten apandisim patlamış. Sana nasihat veriyor yaa güvenme diye, bana taş vuruyor sanki, ama o öyle bir ağrıydı kii, düşmanımdan bile medet umardım."
"Alınma hemen."
"Bu arada sizin yurt nerede?"
"Ne yapacaksın?"
"Sordum yaa!" dedi, gülümseyerek.
"Mevla isterse bir kulun işini, mermere geçirir dişini; istemezse işini, muhallebi yerken kırar dişini. Eğer o senin nasibinse, döner dolaşır gelir yemenden, eğer nasibin değilse, ne yaparsan yap ne gelir elden." diyerek bütün bildiğim nasihatleri söylemiştim
"Sen o gün annemle ne kadar oturdun yaa! Aynı onun gibi konuşuyorsun, Ayrıca, adam yemenden döndü dolaştı geldi de, şuradan şuraya gelemiyor, ona sinir oluyorum. Neyse, hadi yürü yürü. Akıl hocası seni..."
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
... Kızlar çıkınca gülsüm hanım, Selim'e baktı. "Ne düşünüyorsun?"
Selim, anlamamıştı. Merakla,
"Anlamadım Gülsüm teyze?" dedi
"Nurseli ile ilgili, ciddi misin? diye soruyorum."
"Haa o muu? Evet Gülsüm teyze ailemin de haberi var, ciddiyim. Bir aksilik olmazsa inşaallah evleneceğiz."
"Neyi bekliyorsunuz o zaman?"
"Nurseli'nin okulunu bekliyoruz."
"Sen bu saçları görüyor musun?" dedi başındaki örtüsünü kaldırıp.
Selim, anlamamış gibi bakınca, "Bi laf vardır değirmende ağartmadık diye, bildin mii? Bu sonuncu hariç iki kız üç oğlan evlendirdim ben! Ailenin de senin de bekleme sebebin okul değil!"
Selim, başını önüne eğince, "Derdini anlatmayan derman bulamaz." dedi
"Benim derdime en iyi tabipler gelse de çare bulamaz ama!" dedi
"Sen bir de helee!"
"Gülsüm teyze, sadece benimle de kalmıyor kii, Nurseli'nin de bir rahatsızlığı varmış. Onunda tedavi olması lazım."
"Hanginizin derdi daha zor peki?"
Selim, neredeyse ağlayacaktı, "Benim ki." deyip başını tekrar önüne eğdi.
"Nurseli biliyor mu?"
"Hayır, söyleyemiyorum, ne zaman başlasam yarım kalıyor. Bir de Nurseli'den ayrılmak istemiyorum, duyunca benden ayrılmak ister diye korkuyorum, o yüzden anlatamıyorum galiba."
"Oğlum! Sakın! Sakın bu derece hayatınızı etkileyecek şeyleri birbirinizden saklamayın. Bak, o bir yolunu bulmuş sana engelini anlatmış."
"Ama gülsüm teyze, ben onun engeli duyunca neredeyse şükür ettim. Birlikte olursak, aşılabilecek bir şey çünkü. Benim ki öyle değil kii." dedi ve şakağının biraz daha yukarısında uzun saçlarının altında kalan yarasına bastırıp ovaladı.
"Sen daha bana bile söyleyemiyorsun. Ne diyeyim yavrum Allah sonunuzu hayr etsin, sizi birbirinize yazdıysa, ayrılık vermesin ama yazmadıysa eli eline, teni tenine değmeden bitsin inşaallah."
Selim, "amin" demedi, çünkü duanın içinde Nurseli'den ayrılmak vardı ve o bunun bir seçenek olmasını bile istemiyordu.
Kapıda kızların sesini duyunca toparlanmaya çalıştı... İçeri girmeleriyle de sustular. Nurseli, Selim'in kendine bakmamak için uğraştığını gördü.
Elini tutup, parmaklarını, "Ne oluyor" der gibi oynattı. Selim, Nurseli'nin elini sıkıp müsade isteyerek, "Nurseli'yi benden kimse alamaz!" der gibi bir edayla odadan dışarı çıktı...
~~~~~~•~~~~~~•
Selim ve Nurseli gidince, Gülsüm hanım kızına, benim farkettiğimi sende farkettin mi?" dedi.
Esengül annesine, "Benzerliği diyorsan evet." dedi.
"Birbirlerine ne kadar çok benziyorlar değil mi?"
"Evet, kardeşiz deseler inanırım o derece."
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.