Sesli bir şekilde, "İnanmıyorum!" dedikten sonra içimden, "İkinci görüşme sebebini üzerimde taşıyormuşum meğer!" dedim gülümseyerek.
Hilde'nin, Filiz'e el sallayarak, "ooğ ooooğ işimiz var!" demesi ile kendime gelip banyoya gittim. Ceplerine bakarken, "Önemli bir şey var mı acabaa?" diye mırıldandım
Ufak tefek fişler, not kağıtları vardı. Hâlâ kendime sinir oluyordum ama bir yandan da istemsizce gülüyordum.
"Arasam mı acaba?" dedikten sonra, "Neyse, önce bir duş alıp kendime geleyim, olmazsa sonra mesaj atarım yani ne olacak." dedim, kendi kendime cevap vererek
Selim'ler de yarım yamalak duş almak banyo ihtiyacımı gidermemişti...
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~
•~~~~•Selim,
Olay yerine yaklaşan Selim, arkadaşı Doğan komiseri arayıp durumla ilgili bilgi almaya çalışıyordu... Bazı kelimeleri iki defa söyleyince Doğan, "Sen iyi misin?" diye sordu...
Selim, ne söyleyeceğini bilemediği için kendine gelmeye çalışıp, "Telefon çekmiyor, hadi görüşürüz, yaklaştım zaten." diyerek telefonu kapattı.
İçinde bir kuş, pırpır kanat çırpıyor gibiydi.
Olay yerine gelip arabadan inince, üşüdüğünü fark etti ve alışkanlıkla hırkanın fermuarını çekme hareketi yaptı. Karnına baktığında hırka üzerinde yoktu.
Nerede çıkarttığını düşününce de Nurseli'nin üzerinde kaldığını hatırlayıp gülümsemeye başladı ve kendisine şaşırmış halde bakan Doğan komiserin yanına gitti.
Doğan komiser, Selim'in olmayan hırkasında, olmayan fermuar aradığını görünce kulağına yaklaşarak, "Abi iyi misin? Ne oluyor?" dedi
Selim, "Sonra konuşuruz! Olay ne?" deyip Doğan'dan bilgi aldı.
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Güzel bir banyonun ardından annemi aradım. Yarım saate yakın muhabbetin ardından bitkin halim annemi endişelendirmişti.
İçi zaten kor gibi kaynıyorken bir de beni bu halde görünce hepten kahroluyordu.
"Vitaminlerini ihmal etme, yemeğini güzel ye, mideni iyice küstürme, ayaklarını da üşütme, soğuk su da içme, saçların ıslak uyuma, sinüzit olursun. Selin! Beni duyuyor musun sen?"
Annemin, hemen hemen her konuşmasında söylediklerini artık ezberlediğim için, kendimi boşa alarak dinlerken, irkilmeme sebep olan ismi duyunca kendimi toparlayıp, "Anne, sana kaç defa söyledim, bir daha beni o isimle çağırma diyee." dedim sert bir şekilde.
Annem, suç işlemiş çocuklar gibi kıvranarak, "Tamam kızım söylemem ama sen de dikkat et, beni burada merak da koyma." deyince, "Tamam anne, uykum var yatacağım, sonra görüşürüz." deyip kapatmak istedim...
Telefonu kapattıktan sonra hırkanın bende olduğunu söylemek için Selim'i aradım ama telefon çalmadan vazgeçip kapattım.
"Şapşal! Zaten biliyordur. Ne arıyorsun?" diyerek kendimi azarladım ve biraz önce annemin söylediklerinin aksine saçlarımı yastığa sererek yattım. Sandalyeye astığım hırkaya bakarak uyumaya çalıştım ama uyku tutmuyordu.
Kalkıp hırkayı tekrar giydikten sonra gözlerimi kapattım. Hayal kurmayı bırakmıştım, o yüzden geçmiş hatalarımı düşünüp ders çıkartmak daha çabuk uyumama sebep oluyordu.
Nasıl olmasın ki, kim kendinde kusur bulur ders çıkartır.
Gözlerimin ağırlaştığını hissettiğim de
sahildeki üşümem yeniden ve daha şiddetli başlamıştı...
~~~~~~•~~~~~~•
Gece yarısına doğru fenalaşan Nurseli, sayıklamaya başladı. Sesine uyanan Filiz, Hilde'ye seslendi. "Hildeee! Kalk bu kız hasta galiba?"
Hilde, sinirli sinirli üzerinden pikesini atıp "Dakka bir gol bir çattık haaa!" diye söylene söylene Nurseli'nin yanına geldi. Omuzundan sallayıp, "Hey beni duyuyor musun? Sana diyorum! Huuuu! Nurseli miydin neydin, iyi misin?" dedi
Nurseli, hiçbir hareketine tepki vermeyince ateşine baktı. "Oof bu kız yanıyor! Filiz çabuk bez ve su getir, çabuk!"
Filiz, su ve bezi getirirken Hilde de Nurseli'nin üzerinden hırkayı çıkarttı. Nurseli yine sayıklıyordu. "Gitme! Gitme!"
Hilde, başını kaldırıp yastığını düzeltti. Filiz'in getirdiği bezi ıslatıp alnına, koltuk altına, boynuna koydu.
Hilde, gerekli müdahaleyi iyi biliyor ve çok dikkatli bir şekilde yapıyordu. Yarım saatte bir ateşini ölçüyor soğuk tampon uyguluyordu.
Ateş düşürücüyü iki saat arayla vermesine rağmen yine de ateşi kırkın altına düşmeyince Hilde, "Artık yapacak bir şey yok, Hastaneye götürülmesi lazım!" dedi Filiz'e bakarak.
Nurseli'nin telefonunu eline alan Filiz, kendi kendine yalvarıyordu. "İnşallah şifren yoktur, İnşaallah."
****Nurseli'nin anne ve babasının şartlarından birisi de telefona şifre konmamasıydı. "Zaten gizli saklısı olanın şifresi olur." demişlerdi. Şifresi olmayan telefonda en son arananlarda "Selim" vardı.
'Hırkanın sahibi, erkek arkadaşı olabilir' düşüncesiyle onu aramaya karar verdiler. Filiz, Selim'i arayıp telefonu Hilde'ye uzattı,
"Sen daha iyi anlatırsın!.."
İkinci çalışın sonunda Selim telaş içinde "Nurseli?" diyerek telefonu açtı.
Hilde, "Hayır ben arkadaşıyım. Nurseli'nin çok ateşi var. Elimizden geleni yaptık, havale geçirebilir, hastaneye gitmesi lazım-" daha sözünü yeni bitirmişti ki Selim, "Çıktım, hemen geliyorum. Benim en az bir saatlik yolum var dayanabilir mi?" diye sordu.
Hilde: "Evet, Evet. Bir ateş düşürücü daha verebilirim."
Nurseli, arada bir gözlerini aralayıp bazen "Anne" bazen "Gitme" diye sayıklıyordu.
Selim, yurda yaklaştığında, Filiz nöbetçiye durumu anlattı. Selim, arabayı yurdun kapısına yaklaştırıp indi.
Uçar adımlarla merdivenlerden ikişer üçer çıkıyordu. Odanın kapısına gelince müsaade isteyerek Nurseli'nin baş ucuna geldi. Kucakladıktan sonra Hilde'ye dönüp pikeyi göstererek üzerine örtmesini istedi.
Hilde, pikeyi örttükten sonra üçü dikkatli bir şekilde merdivenden indiler. Nurseli'yi arka koltuğa Hilde'nin kucağına yatırdılar.
En yakın hastaneye doğru, dörtlüleri yakmış giderlerken Hilde, Selim'in hızından bir sağa bir sola savruluyor, bir yandan da Nurseli'yi düşürmemeye çalışıyordu. En sonunda dayanamayıp, "Sağ gidersek geç de gitsek kurtulur ama sen böyle sürmeye devam edersen sonumuz morg olacak, biraz yavaşlar mısın lütfen!" dese de Selim, Hilde'yi hiç duymamış gibi, Nurseli'ye bakıp, "Durumu nasıl?" diye sordu
Hilde: "Ateşi kırk bir ama daha yavaş gidebilir miyiz lütfen!"
On dakika sonra da hastane gözükünce, Hilde'nin gözleri yuvasından taşacak gibiydi, "Elli dakikalik yolu on beş dakikada mı geldik?" dedi şaşkın bir ifadeyle.
Selim, acil kapısının önünde durup arabanın kapısını açtı ve Nurseli'yi kucakladığı gibi hızlı adımlarla içeri girdiler... Görevlilerin gösterdiği sedyeye yatırıp acil alana götürdüler. Hilde, acil doktoruna, verdiği ilaçları, ne kadar sıklıkla verdiğini ne sürede ateşinin tekrar çıktığını anlattı.
Nurseli'ye damar yolu açılıp serum takılırken doktor, Hilde'ye bakıp, "Siz elinizden geleni yapmışsınız. Bundan sonrası bizde." diyerek Hilde ile Selim'i sakinleştirmeye çalıştı.
Verilen ilaçların etkisiyle yarım saat geçmeden Nurseli kendine gelmeye başladı. Gözünü açıp Selim'e bakarak bir şeyler söyledi... Selim de, daha iyi duymak için iyice eğildi.
Nurseli, gözleri yarı açık, yüzünde ekşi yemiş gibi bir ifade ile, "Bi kızın, gözünü açtığında ilk görmek istediği şeylerden birisin." dedi ve tekrar gözlerini yumdu.
Selim gülümseyerek, "Hadi ya?! Demek öyle, peki bu söylediklerini uyanınca da söyler misin?" dedi.
Nurseli duymamıştı, o da Hilde'ye bakıp,
"İlacın etkisi mi? Ateşin etkisi mi?" diye sordu merak ve heyecanla.
Hilde: "Bu gibi durumlarda ateşin etkisiyle halisülasyonda görülebilir. Bilinçaltında olan şeyleri de sayıklayabilirler. Ama çoğunluk sabah uyandığında hatırlamazlar. Yurtta da 'kurşunlara geleesiinn' diye şarkı söylüyordu.
Selim: "Hadi yaaa tüh! Peki, o bilinç altında yatanla, konuştuğu aynı kişi midir?"
Hilde, iki kolunu yana doğru açıp, dudaklarını büzerek "Bilemem." işareti yaptı, "Uyanınca kendisine sor istersen."
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Ağzımda, ekşi, tadını beğenmediğim, dudaklarımı büzüştüren bi tatla uyandım, ateşim düşmüş kendime gelmeye başlamıştım. Kontrole gelen doktor, serum bittikten sonra taburcu olabileceğimi ilaçları aksatmamam gerektiğini, öksürüğümün ilerlemesi halinde muhakkak doktora gitmemi söyledi ve "Geçmiş olsun." diyerek yanımızdan ayrıldı .
Sabaha karşı iyice kendime gelmiştim... Konuşuyor, gülüyor, espri bile yapıyordum.
Serumum bitince de taburcu oldum. Selim'in "bekleyin" sözünü dinlemeyip Hilde ile dışarıya çıktık.
(Donmak üzere olan it gibi titriyordum)
Acil kapısından çıkınca gecenin soğuğuyla ikimiz de üşümüştük, (En çok da beenn)
Selim geldi... Beni ön koltuğa oturtup, direksiyona geçti... Kemerimi takarken, arkada ellerine sıcak sıcak üfleyerek ısınmaya çalışan Hilde'ye kızgın kızgın bakıp, "Neden içeride beklemediniz kii, niye acele ettiniz?" dedi... Haklı söze ne söylenebilir bilmediğimiz için cevap vermedik.
Yolda, Hilde ile tanışma fırsatı da bulan Selim, bir sıkıntı olursa kendisini aramasını tekrar tekrar söyledi. Hilde olayları bilmediği için 'ne kıymetli kız arkadaşı var' demiştir kesin, ama ben kıymetli şüpheliydim.
Hilde, "Demek sen polissin, ben de diyorum bu nasıl araba kullanmak. Bi ara ölcez zannettim, bir saatlik yolu on beş dakikada geldik." diyerek arabada kısa süreli gülüşmemize sebep oldu.
Hilde'nin, "On beş dakikada geldik" dediği yolu kırk dakikada dönmüştük. İki günlük performansla ralli şampiyonu olabilirdi. (mesleğini seviyosa demeekk)
Yurdun kapısına gelince Hilde yine benim koluma girdi ve "Bendee..." der gibi Selim'e baktı.
Hâlâ bitkindim ama Selim gitmeden de yurda girmek istemiyordum. Hilde durumumu fark etmiş olacak ki, "Teşekkürler Selim bey, siz gidebilirsiniz." demişti. (Sevmiştim bu kızı yaaa!)
Selim ısrar etmedi ve arabaya binerek yola devam etti. Ben de başımı Hilde'nin omuzuna yaslayıp, sanki yıllardır can ciğer kuzu sarması tanıdığımmış gibi, "Hiç tanımadığın birini, yıllardır tanıyor gibi hissedip, ayrılmak istemediğin oldu mu?" diye sordum.
Hilde, sessiz bir kahkaha attıktan sonra, "Ben miii?" deyip tekrar güldü ama bu sefer sesli gülüyordu. Neredeyse beni tutamayacak kadar kendinden geçmişti.
"Ben mantık kızıyım, kızım! Bu duygular bana yabancı. Asla inanmadım, inanmam için de, dünyanın tersine dönmesi lazım."
Gülmeye devam ederek, "Hadi yürü yürü, iki saatte olsa uyuyayım. Ruh gibi derse girmek istemiyorum." dedi.
Belli ki bu konuya yabancı ve bana en son yardım edecek kişiydi...
Filiz masada uyuyakalmıştı... Odaya girdiğimizde, hemen uyandı. Meraklı gözlerle bana bakıyordu.
Hilde, Filiz'in merakını gidermek için,
"Önemli bir şey yok, üşütmüş. Hırkayı geç giydiyse demek!" dedikten sonra yatağına boylu boyuna uzandı ve, "Allah'ım! Yatağım, yastığım, en büyük aşklarım, sizi çok özledim. Bir daha size kavuşamayacağım sandım." deyip gözlerini yumdu.
Filiz, yanıma gelip yatmama yardım ettikten sonra, yüzü bana dönük bir şekilde yatağına uzandı.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•Selim'in, yol boyunca aklında tek bir soru vardı, "Acaba o sözleri bana mı söyledi?" Nasıl öğrenebilirdi.
Sayısız sorguya girmişti. En azılı suçluyu bile konuşturan, tuttuğunu koparan bu komiser, şu an merak içinde kıvranıyordu. Alışık olmadığı bu duygularla nasıl baş edilebilir onu da bilmiyordu. Bir yandan da yanlış anlaşılmaktan korkuyordu.
Eve geldiğinde sabahın beşiydi. Annesi ayakta, elinde seccade meraklı gözlerle oğluna bakıyordu.
"Görevden mi?"
Selim, kaçamak bakışlarla, başını kaşıyarak, "Hıı hıııı." dedi
"Öyle mii?! Ne zamandan beri yatak kıyafetlerinle operasyona gider oldun?"
Selma hanım çok zeki, altıncı hissi de çok kuvvetli biriydi. Evlatlarını da çok iyi tanıyordu. Kaçamak bakış, geçiştirmeli cevapların aslında gerçek dışı olduğunu biliyordu.
Selim, "Annemmm, çok yorgunum!" dedi ve sarılıp kokulu bir öpücük aldıktan sonra odasına doğru yavaş yavaş süzülerek adeta kaçtı.
O da annesinin inanmadığını biliyordu. Ama doğruyu da anlatacak kelimeleri bir araya nasıl getirebilirdi, hem ne diyecekti ki.
Yatağına uzanıp düşünmeye başladı.
Bu kızda kendine çeken bir şey vardı. Maziden gelen bir kokuyu, bakışı hatırlatıyordu.
Güzel anıların olduğu günleri. İlk görüşte aşık olan biri de değildi kii... Mesela, ilk aşkını, gördükten iki ay sonra aşık olmaya başlamıştı...
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Daha okula başlamadan üç gün istirahat etmiştim, kendimi daha iyi hissedince, artık okula gitmem gerektiğini düşünüp hazırlandım. Filiz, benim hazırlandığımı görünce, "Neden bu kadar acele ediyorsun? Dinlen biraz!" diye çıkıştı
Filiz'e yalvararak baktım, "Artık iyiyim. Yat yat sıkıldım!" dedim neredeyse ağlayacak çocuk gibi.
Hilde, bir yandan kitaplarını, defterlerini çantasına koyuyor, bir yandan da Filiz'e laf yetiştiriyordu, "Bırak kızı Filiz. Ne istiyorsa onu yapsın. Yat yat daha kötü olur. Çıksın bir hava alsın açılır."
Filiz, teslim olmuşcasına ellerini yukarı kaldırdı. "Siz bilirsiniz ama yine ateşlenirse sorarım size!"
Hilde, Filiz'e yaklaşıp
"EEEEYYYY ANNEMİN RUUUUHUUUUU ÇIK FİLİZ'İN İÇİNDEEEEENNNN." dedi ve kahkahalarla beni kolumdan çekip odadan çıkarttı.
İlk geldiğim gün bana gözdağı veren o kız gitmiş, yerine "sen ne istersen öyle olsun" diyen bir abla bir anne gelmişti.
Bu değişikliğin sebebini çok da kurcalamıyordum. (Bileğimdeki izler olabilirdi) Sonuçta durumdan memnundum ve değişmesini de istemiyordum.
Merdivenlerden inerken Hilde,
"O gece sen komisere bir şeyler söyledin, hatırlıyor musun?" deyince "Hatırlamıyorum. Ne dedim ki?" Dedim
"Hatırlamıyosan boşver. Unut gitsin." dedi
Bu, arkadaşıma ilk ve son yalanım olacaktı. Kendi kendime söz vermiştim. (ileride ne olacağından bi haber...)
Evet hatırlıyordum ama neden, niçin öyle bir şey söylemiştim detaylarını hatırlamıyordum. Hilde de çok kurcalamak istemiyor gibiydi. halisülasyonda görmüş olabilirdim diye düşünmüştü muhtemelen.
Selim de, üç gün boyunca her gün arayıp mesajla durumumu sormuştu.
~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•F.Selim, üç gün boyunca annesine, sorularıyla duygularının karmakarışık ve içinden çıkılmaz bir halde olduğunu belli ediyordu.
Ara ara annesi ve kardeşine sorular soruyordu. Bazen gelen cevaplar kendini mutlu hissettiriyor bazen de, "Hadi be oradan!" dedirtiyordu.
Annesine,
"Babamla evlenmeden önce uyandığında en çok neyi görmek isterdin?" diye sorduğunda gelen cevaba sinir olmuştu.
"Tavandan üzerime fare düşmesindense hiçbir şey görmeden, boş duvara bakarak da uyanmayı tercih ederdim."
Elif, abisinin bu sorusunu duymuştu, sıra kendisine gelmeden abisini sinir edecek bir cevap vermek için plan yaptı.
Diğer abisiyle bu kadar yakın olmadığı için Selim'le abi kardeş gibi değil de daha çok arkadaş gibi hissediyordu.
Bu yüzden de bazen sınırları zorluyordu...
Nihayet sıra kendisine gelmişti.
"Bana bak kız, sana sorsalar 'hangi manzaraya uyanmak istersin?' diye, ne derdin?"
Elif: "Yerine ve zamanına göre değişir abiciğim. Mesela ev işi varsa tabii ki de temiz bir odaya bakarak uyanmayı isterdim. Ya da, abini mi yoksa Jensen Ackles'imi görerek uyanmak istersin deseler tabii ki de Jensen Ackles'i görerek uyanmayı isterdim.
Selim sinirlenerek, "Hadi be oradan, sen ne bilirsin, bende oturmuş ciddi ciddi dinliyorum. tövbe ya Rabb'im ya." deyip odasına gitti.
Elif, planını başarıyla uygulamış, abisini bu sabah da sinir etmeyi başarmıştı.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Elif evin tek kızıydı. Annesinin Elif'e şefkati daha fazlaydı. Belki de anneliğini tam anlamıyla yapamadığını düşündüğü içindi. Evde Elif'in bir dediği iki edilmediği için daha şımarık herkese tepeden bakan bir yapısı vardı.
Lisede de derslerde çok gevşeklik etmiş sınavda başarısız olmuştu. Şuan evde sınavlara hazırlanıyor ama onda da pek ümidi yoktu. "Olursa olur yaa, sonunda ölüm yok yaa." kafasındaydı.
iki hafta sonra, •~~~~•Nurseli,
Okuluma ve arkadaşlarıma alışmaya başlamıştım. Mesaj ve konuşmalarla geçen iki haftanın sonunda Selim'le ilk defa yüz yüze görüşecektim. Her şey için teşekkür edip hırkasını verecek ve yoluma devam edecektim.
Dakika bir gol bir, duygularımın dersimin önüne geçmesini istemiyordum. Selim aklımdaykende derse kendimi veremiyordum.
"İlk olarak bu hırkadan kurtulmalıyım." dedim ve hırslı hırslı katlayarak poşete koydum. Okul çıkışı yurda yakın bir kafede buluşacaktık.
Gün boyu bütün derslerde, Nasıl söylemeliyim, kalbini kırmadan nasıl "bir daha görüşmeyelim." söylenir diye düşünmekten dersleri bile anlamamıştım.
Son derste de hiçbir şey anlamadığım için başım iyice ağrıdı ve hocadan izin alarak dışarı çıktım.
Kapının çıkışında bahçeye bakan pencerenin kenarına gelip başımı yasladım. Yarım saat öylece dışarıya baktım.
Ders bitmiş arkadaşlar sınıftan çıkmaya başlamıştı. Benimse başım hâlâ camda uzağa dalmış izliyordum.
Sıra arkadaşım Pelin, durumu fark etmiş gibi yanıma geldi. "Ne oldu kızım! Sabahtan beri dalıp dalıp gidiyorsun, anlat bakayım. Derdin ne?" dedi
Okulun ilk günlerinden Pelin'le sıkı arkadaş olmuştuk. Akşama kadar birlikte derse giriyor ders aralarında da birlikte vakit geçiyorduk.
İkinci, üçüncü sınıfta ev tutma hayali kurmaya bile başlamıştık. Pelin, benden bir yaş küçüktü. Aslında sınıfın çoğu benden küçüktü.
İstanbul'u ikinci senemde ancak tutturabilmiştim. (Onu da nasıl oldu anlamamıştım yaa neyse) Aslında başka bölümlere de puanım yetiyordu ama benim hayalim öğretmen olmaktı.
Babam da, İstanbul'da okuyacaksın diye ısrar etmişti. O yüzden, sabahlara kadar çalışmamın karşılığını geç de olsa almıştım.
Karşıdaki kişiyle anlaşmada yaşın bir önemi yoktu. Bazen kafa dengiyle, yaşdaştan daha fazla samimiyet kurulabiliyordu.
Hilde ve Filiz de olduğu gibi. Moralim bozuk bir halde, Pelin'in sorusunu, "Pazartesi görüşürüz Pelin, Anlatırım. Şimdi çıkmam lazım, görüşmem var." diye yanıtladım
Benim hâlim hiç hoşuna gitmemiş olacak ki ayak üstü nasihat etti.
"Tamam ama şunu unutma!..
Mutluyken söz verme,
kızgınken cevap verme,
üzgünken karar verme!"
Düşüne düşüne buluşma yerine gelip masalara göz gezdirdim, Selim gelmemişti, "Ooh bee, ben erken gelmişim!" dedim.
Bekletmeyi asla sevmediğim için buluşma saatlerinden önce orada olmayı kendime âdet edinmiştim.
Bir sandalye çekip, çantalarımı da aynı anda yan sandalyeye bırakarak oturdum. Yol boyunca Pelin'in sözünü düşündüğüm yetmezmiş gibi yine aklıma gelmişti.
Çantamdan telefonu çıkartmak için eğdiğim başımı kaldırdığımda, Selim'in masaya yaklaşmasına iki adım kalmıştı.
Yine aynı çarpıntı, nefes darlığı, kendimi sakinleştirmeye çalışmam...
Benim kalbim önceden böyle gevşek ağızlı bidon gibi değildi, benim kalbim su sızdırmazdı, kolay kolay biri için çarpmazdı. Kesin suçluluk psikolojisi ile böyle olmuştum.
Yoksa, komiserin; uzun, yapılı vücuduna, rüyalara konu olacak yakışıklılığına, baktığında insanın yüreğini hoplatan bakışlarına değildi...
Evet evet beni bunlar etkilememişti, tamamen operasyonunu mahvettiğim için böyleydim. O yüzden bu vicdan azabından kurtulmam lazımdı.
İçimden tesbih çeker gibi, "Sakin ol, sakin ol, sakin ol!" diyordum. Boğazlı badime de yutkunma sesimi kapatması için yalvarıyordum.
Selim yaklaştı ve, "Merhaba Nurseli nasılsın?" dedi, mideme kramplar girdiren bir tebessümle
"İyiyim... Teşekkür ederim..."
Son "m" harfi ağzımdan yarım yamalak çıkmış, yutkunma ihtiyacı hissetmiştim.
Bu adamın karşısında iki kelime bile söyleyemiyordum. Yutkundum ve devam ettim, "Hoş geldin."
"Hoş buldum, çok beklemedin değil mi?"
"Yok... Ben de yeni geldim!" derken, bir yandan da başımı sağa sola sallıyordum.
(Kesinlikle önceki hayatım da hintliydim)
Selim, beni bekletmemenin memnuniyetiyle gülümseyerek sandalyeyi çekti ve oturdu. Yorgun ve uykusuz gözüküyordu. Göz altları morarık torba torba olmuştu. Kirpikleri ne kadar uzun olsada bu morluğu kapatamamıştı.
(kirpiklerin ok ok eyle vur sineme öldür beni, oooff oooff)
Bu analizci bakışlarımı cevapsız bırakmadı. "Neredeyse iki haftadır gece gündüz merkezdeyiz. Kimliksiz bir ceset bulduk. Üç gün önce de otopside intihar değil cinayete kurban gittiğini öğrendik!"
Birden kanım çekilmişti.
"Nasıl yani! İki haftadır anlamamış mıydınız?" dedim
Selim, bir yandan garsona bakınıyor diğer yandan benim sorumu yanıtlıyordu.
"Bazı vakalarda haftalarca ölüm sebebini, aylarca hatta yıllarca katilini anlayamayabiliyoruz. Suda boğulmuş olarak bulunan birini de ilk olarak intihar olarak adlandırırız, sonra otopside anlaşılır."
Tam olarak anlamasam da karşımdaki adamın akıcı konuşması ve ikna edici sözüne istemsizce, "Anladım." dedim.
Daha şaşkınlığımı atamamışken, "Ne yiyelim?" diye sordu.
"Tost." dedim kısık sesle.
Selim, doğru anladığına tasdik ister gibi kaşını çatıp, "Tossssttt?" deyince "Evet." dedim... "Buranın tostları çok güzel oluyor."
Yüzümdeki tebessümle birlikte Selim'e bir gönderme yapmıştım.
Zevkimi test etmek ister bir ifadeyle, "İyi, ben de tost yiyeyim o zaman." dedi. Tostların ve içeceklerin siparişini verdikten sonra sanki hiç ara vermemiş gibi kaldığı yerden devam etti.
(Polis zekası herhalde hiçbir şeyi unutmuyordu. Ben de zeki bir kızım da işte şuan suçluluk psikolojisi olduğu için kendimi veremiyorum.)
"Bazı cesetler öldürüldüğü yerden taşınıyor, gömülüyor, suya atılıyor ya da yakılıyor. Bu durumda ceset bulunana kadar vücudu deformasyona uğruyor. Bazen günlerce adli tıptan cinsiyet öğrenmeyi bekliyoruz. Sonra da kimliğini bulmaya çalışıyoruz.
Ben de zekâmın hafife alınmamasını destekler biçimde, "Öngörü ile de neden öldüğü anlaşılmıyor mu? dedim.
(Ne biliyorsam)
"Bizim meslekte öngörü pek işlemiyor." dedi... "Mesela, intihar gibi gözüken, bu olayda ki gibi cinayet çıkabiliyor. Bazen ölüm şeklinden cinayet diyoruz sonra kanıtlar bulgular intihar ettiğini gösteriyor. Ailesi de şaşırıyor."
"Saçma! Bir insanı çevresi tanımaz mı intihar eder mi etmez mi diyee?.."
(bileğime baksa bir cevabım vardı elbet)
"O an ne yaşadığını kimse bilemez ki. Çoğu anne baba benim evladım intihar etmez diye katil bulmamızı istiyor ama geçmişi didikleyince de karşımıza travma dolu bir hayat çıkıyor. Ufak tefek olayları biriktirip bir anda dışa vuranların sayısı oldukça fazla."
Memnuniyetsiz bir şekilde nefes alıp verdim, intihar mevzusunu fazla uzatmak istemiyordum.
"Neyse ya adamın katilini buldunuz mu peki?" deyip konuyu ilk olaya geri getirdim.
Selim de, "intihar" kelimesinin bile bende kapanması zor bir yara olduğunu anlamış gibi lafı değiştirdi ve gülümseyerek, "Adam değil kadın!" dedi ve aramızda ardı ardına sıralı konuşmaya sebep oldu,
"Nee kadın mı? Kesin kocası öldürmüştür!"
(Gülmesini ikiye katlayarak)
"Evli değil."
"O zaman erkek arkadaşıdır."
"Erkek arkadaşının da olay günü şehir dışında olduğunu ispatlayan deliller var."
"Eee! kim yapar ki?"
"Şu anki deliller arkadaşını gösteriyor ama hiçbir şey görünen kadar şaşırtıcı olamaz."
Acayip derecede şaşırmıştım,
"Nasıl ya arkadaşı mı yapmış?"
"Arkadaşı yapmış demedim! Gösteriyor dedim, öngörü yaaniii! Son görüşme arkadaşıyla, arkadaşının da o an nerede olduğunu kanıtlayacak tanığı yok."
"OOOf çok kötüymüş! Eee kız ne diyor pekii, ben yapmadım demiyor mu?"
Yaslandığı sandalyeden ileri doğru bana yaklaşıp, kollarını masanın üzerinde bağlayarak, gülmeye yakın tebessüm etti.
(bu bakışlar adamın iflahını keser, insanı katil eder, kurşun atar kurşun yedirtir. Beni de şüpheli yapan o bakışlar. ahhhh o bakışlar)
Ne söyleyeceğini umursamadan, deriiinn bir nefes çektim ve yutkundum, Allah'tan konuşuyordu, yoksa bu açlık çeken yutkunmaya kesin su neyim isterdi. Bense neye açtım bilmiyordum.
"Kız değil, iş yerinden erkek arkadaşı!"
İstemsizce, "Haaağhh" dedim ve bir tezimin daha çürütülmesine sinir olmuş bir şekilde kollarımı bağlayarak sandalyeme yaslandım. Mızıkçılık yapan çocuklar gibi somurtup elimle "sustum" işareti yaptım.
"Bu olay neticelenirse söz sana söylerim."
Selim'in bu sözü karşısında orada neden olduğumu, Selim'i neden çağırdığımı hatırladım.
(Ulaaann! ben açlık çekerken greve gidiyordum)
Yüzümün somurtuşu yerini hüzne ve ne yapacağını bilmeyen bir ifadeye bırakmıştı. Tostlar gelince Selim hemen başladı. Belli ki sabahtan beri yemek yememişti.
Belki de bu, onun kahvaltısıydı. Konuşmadım ve biraz yemesini bekledim. Ben de ufak ufak ısırıklarla yemeye çalıştım ama yarısına gelmeden tıkandığımı hissettim.
Artık boğazımdan geçmiyordu.
Yüzüm, söze başlamalıyım artık dercesine üzgün bir ifadeye büründü. Dudaklarımı ısırıyor elimle sandalyenin demirini sıkıyor ve bir ayağımı sallıyordum.
Nasıl başlamalı, ilk giriş nasıl olmalı bilmiyordum. Bu halim, beden dili eğitimi aldığını düşündüğüm Selim'in gözünden kaçmamış gibiydi.
Beni, bir süre analiz eden bakışla izledi. Sonrasında oda tostunu yemeyi bıraktı ve arkasına yaslanıp benim ağzımdan dökülecek sözleri merakla beklediğini gösteren bir bakışla, "Seni dinliyorum." dedi
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.