Elimde tesbih, bildiğim bütün duaları okuyordum. Birden, sanki arkadan bir ses duyup irkildim. Arkama baktığımda kimse yoktu. Kalbim çok hızlı atarken, göğsümde şiddetli bir acı hissetmeye başladım.
Sakinleştirmek için elimdeki tesbihi kalbime bastırdım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ama neden ağladığımı bilmiyordum. İçimden sürekli ağlamak geliyordu. Telefonum çaldı. Hıçkırıklarımın arasında, güçlükle, "Alo!" dedim. Telefondaki Hilde'ydi,
"Neredesin Nurseli?"
Cevap veremedim.
Ağladığımı fark etmişti, "Ne oldu?" dedi, telaşla. "Bilmiyorum!" deyip ağlamaya devam ettim.
"Neredesin? İçeri mi girdin? Nurseli neredesin!"
"Camideyim!" dedim içimi çekerek
"Ne taraftasın?"
"Yukarı caddeye doğru?"
"Tamam geliyorum!"
"Sen neredesin ki?"
"Yoldayım!.. Senin yanına geliyorum."
~~~~~~•~~~~~~
•~~~~•Yarım saat sonra, Hilde otobüsten indi. Telefon hâlâ açıktı. Nurseli hiç susmadan ağlıyor, konuşamıyordu. Caminin temizlik görevlisi gelmiş, o da Nurseli'yi sakinleştirmeye çalışmış ama başaramamıştı.
Hilde bir yandan yürüyor bir yandan nefes nefese, "Tamam canım geldim! Az kaldı!" diyerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Caminin avlusuna gelince Nurseli'ye, "Geldim, hadi dışarı gel!" dedi
Nurseli: "Hayır! Ondan haber alana kadar çıkmayacağım!"
Hilde: "Kızım saçmalama, böyle nasıl haber alacaksın?"
Nurseli: "Beni aramasını bekleyeceğim!"
Hilde: "Saçmalama! Gel hadi! Emniyete gidelim gelmiştir belkii."
Nurseli, ısrarla gelmek istemiyordu. Hilde, çaresiz ayakkabıları çıkarttı ve içeri girdi. Nurseli, kıbleye doğru dönmüş, bir eli kalbinde, diğer eli ile ağzını kapatmış hıçkırarak ağlıyordu.
Kollarından tuttu. Kaldırmaya çalıştı ama adeta bir ceset gibiydi. O kadar ağırdı ki, yerinden kıpırdatamadı.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~•Nurseli,
Hilde yanıma oturdu, "Böyle olmaz! Gidelim, Orada bekleyelim, gelince kapıda görürsün. Bak, o bugün başını kaşıyacak fırsatı bulamaz. Görürüz sonra da okula gideriz olur mu?"
Beni sakinleştirme çabalarından biriydi ama olmuyordu. Ben sanki ben değildim, Hilde'yi duyuyordum ama ne konuştuğunu anlamıyordum.
•~~~~•Hilde,
Bir saat olmuş, Nurseli kalkmadığı gibi sürekli ağlıyordu. Caminin imamı da gelmiş, Nurseli'ye dualar okuyup, "sen de içinden tekrar et." demişti. Hilde ayağa kalkıp,
"Ben gideyim. Haber alıp seni arayacağım. Gelirsin olur mu?" dedi
Nurseli, "Olur!" anlamında başını sallarken ağlamaya devam ediyordu.
Hilde, hocaya, "Telefonu açıp kulağına tutar mısınız?" deyip 'ooff'layarak dışarı çıktı. Caddenin aşağısına inerken siren seslerini duymaya başladı... Telaşlandı... Adımlarını hızlandırdı... Arabanın biri geliyor biri gidiyordu. Arka girişe geldiğinde ekip otosundan inen polislerin yanında kelepçeli adamlar vardı.
Polislerin yanında kelepçe takılı siviller iniyordu ama polislerin yüzlerinde bir asıklık vardı. "Ne oldu acabaa?" diye düşünürken bir arabadan sadece polislerin indiğini gördü. Hepsi berbat gözüküyordu. İçlerinden birinin üzeri kanlıydı. Telaşla, "Acele edin çabuk bütün birimlere kan anonsu verin!" diyordu.
Hilde, arabaların birine yaklaşıp anonsu dinledi. "Tüm birimlerin dikkatine! acil a pozitif ve 0 negatif kana ihtiyaç vardır. Kan verebilecekler Farabi eğitim ve araştırma hastanesine, tekrar ediyorum..."
Hilde, yutkunarak Nurseli'yi aradı ve,
"Nurseli, Selim'in kan grubu ne biliyor musun?" diye sordu
~~~~~~•~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Ters giden bir şeyler olduğunu biliyordum... "Nerden bileyim... Ne olduu?.." Dediğimde, Hilde, "Nurseli, burası çok kötü kızım! Acil gelmen lazım!" dedi
Yerimden fırladım. Biliyordum, hissetmiştim. Önce botlarımı giymeye çalıştım ama zorlanınca vazgeçip elime aldım. Giyecek zamanım yoktu. Bir kaç defa bu yolları yürüdüğüm için ezbere koşarak aşağı indim. Kalabalıkta Hilde'yi aradım.
Hilde, beni görmüş hızlı adımlarla yanıma yürüyordu. Hilde'ye "Ne oldu", "Ne öğrendin" demeye korkuyordum. İnen polislere teker teker bakmaya başladım.
Üç ayda Selim'in yüzünü unutmamış olmayı istiyordum, Doğan'ı unutmadıysam onu hiç unutmamış olmalıydım...
Bir araba hızla yanımızdan geçti, İçinden Doğan ve Pınar diye hatırladığım ve ismini bilmediğim biri daha indi. Doğan ve Pınar komiserin üzerinde kanlar vardı. Pınar ve diğer kız ağlıyordu.
Doğan, bir yandan içeri doğru yürüyor bir yandan da, "Acele edin! Çabuk! Çabuk!" diye kızları peşinden çağırıyordu.
Belli ki arabada ne yapacaklarını konuşmuşlardı. Ben ve Hilde aynı anda Doğan'a doğru koştuk ama o kadar hızlıydı ki ona yetişemedik.
Yanlış duymadıysam Pınar,
"Benim yüzümden." diye ağlıyordu.
Diğer kız onu zorla içeri götürmeye çalıştı, "Gel üzerimizi değiştirip gidelim. Hadi!"
Kapıdaki polisler bahçe kapısından dışarı çıkmamızı istemişti.
İlk defa gördüğüm polise ağlayarak,
"Lütfen!..
Ne olur !..
Söyleyin!..
Ne olduu?" diye yalvarmaya başladım.
"Bilgi veremiyoruz hanımefendi. Lütfen zorluk çıkartmayın!" diyerek bizi dışarı çıkartmaya çalışırken, Doğan'ın, hızlı adımlarla dışarı çıktığını gördüm. Kanlı kıyafetlerini çıkartmış, sivil elbiselerini giymişti. Kendi arabasına doğru ilerlerken, çıkacağı yeri hesap edip oraya doğru koştum ve arabanın önüne atladım... Doğan, ani frenle durdu, başını camdan çıkartıp, çekil işareti verdi.
Sinirden ve panikten beni tanımamış gibi bakıyordu... Koşup arabanın yanına geldim ve sadece, "Abiiii!" diyebildim.
Doğan, o zaman beni tanıdı ama acelesi var gibi, "Bak kızım! Şuan seninle uğraşacak ne vaktim var ne halim... Git yurduna bekle. Ben arayacağım." dedi. Sadece merak ediyordum yalvarır gibi, "Ne olduuu?!" dedim
"Kızım mal mısın? Senden daha önemli işlerim var! Çekil diyorum! Çekil!" deyip
arabayı sürdü... Hilde, beni kolumdan tutup çekti. "Dur!.. Ne yapıyorsun?.. Ezileceksin!"
Doğan, son sürat gitti. Beynimde tarifsiz bir acıyla yere düştüm. Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi. "Gitmeee!" diye ağlıyordum.
Hilde, "Nurseli, hastaneyi biliyorum gel." deyip kolumdan tutarak kaldırdı. Koşar adım caddeye indik... birkaç dakika taksi bakındık... Sanki bedenim bana ait değildi, bana ne olmuştu en ufak bi fikrim yoktu ama ayakta bile zor duruyordum. Bütün ağırlığımı Hilde'ye vermiştim... O olmasa yığılıp kalacaktım.
Taksi geldi, hızlıca arabaya binince Hilde, "Farabi eğitim ve araştırma Hastanesi'ne gideceğiz... Biraz acele edelim lütfen!" dedi.
Yanımızdan da sürekli siren çalan ekip otoları geçiyordu. Hilde taksiciye, "Abi, birinin arkasına takılıp gider misin?" dedi.
Taksici dikiz aynasından Hilde'ye bakıp, "Yasak küçük hanım!" deyince Hilde beni işaret ederek, "Bak, bu kız polisin yakını! dörtlülerini açarsan ceza gelmez." dedi
Adam, "Peki!" dediğinde dikiz aynasından bana baktığını hissedebiliyordum. Ağlamaktan göz pınarlarım kuruyacaktı. Bu kadar yaş nereden ve ne için geliyordu böyle.
Benim kanımda a pozitifti ama kan seviyem en alt seviyesinde olduğu için kan veremezdim. Hilde, okul w******p grubuna sesli mesaj bırakıp, "Arkadaşlar, iki polis için çok acil kana ihtiyaç vardır!" dedi
Filiz'i arayıp, "Biz hastaneye gidiyoruz. Sen de arkadaşlarına haber ver!.." dedi
Taksici telsizi aldı, "Arkadaşlar çok acil kan lazım. İki polis için a pozitif 0 negatif."
Yardım çağrısı adeta dağdaki yankı gibi herkese ulaşıyordu.
Hilde'ye arkadaşlarından,
"Ben geçiyorum!" diye üç mesaj geldi.
Taksiciye çevre duraklardaki yedi taksici döndü. "Yoldayım hastaneye gidiyorum kardeşim... Şimdiden şifa olsun inşallah!"
Hastanenin önüne çıkan yol, polisler tarafından kapanmıştı, geçiş yapılmıyordu. "Sadece acil hastalara izin var" diyen bir polise, taksici beni gösterip, "Akrabasını getirdim." dedi.
Polis, benim o halimi görünce kimlik bile sormadan geçmemize izin verip, "Geçmiş olsun!" diyerek, diğer polise eliyle "geçsinler" işareti verdi.
Hastaneye geldiğimizde, taksici, "Benim kanım uymuyor bacım, uysaydı vallahi hemen verirdim." deyip benden özür diledi.
Benim konuşacak hâlim olmadığı için, Hilde, "Siz elinizden geleni yaptınız sağ olun. Teşekkürler." deyip taksimetre ücretini uzattı. Taksici kabul etmeyip, "Elimden bu kadarı geliyor, ısrar etmeyin. Geçmiş olsun." dedikten sonra devam etti.
Yeni emekleyen çocuk gibiydim... Bacaklarım titriyordu... Acil kapısına doğru ayaklarımı sürükleyerek ilerledim... Bu şekilde en son, geçen sene komadan uyanıp beni yataktan kaldırmak istediklerinde yürümüştüm... Annemle babam olmasa düşecektim, şimdi ise Hilde'den destek alarak yürüyordum.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•Selma Hanım namazını kılmış, tesbihini alıp seccadenin başında tesbih çekiyordu. Elif abdest aldı. Namaz kıldıktan sonra Yasin cüzünü alarak annesinin yanına oturup kumaya başladı.
Yavuz bey, eli boş gelmişti. Bugün Selim'den haber gelene kadar bu sofraya oturulmayacaktı. O da Kur'an Kerim'i aldı kıbleye döndü ve okumaya başladı.
Gözleri ağrıyan Yavuz bey, kuran-ı Kerim'i kapatıp Elif'e, "Sesli oku!" dedi ve cebinden tesbihini çıkartıp çekmeye başladı. Elif, fetih suresini okurken, Selma hanımın elini göğsüne vurması ile durdu.
Selma hanım bir elini yumruk yapmış tesbihi sıkıyor, diğer eliyle kalbine vurarak, derin derin nefes almaya çalışıyordu. Yavuz bey kalkıp Selma Hanım'ın yanına oturdu.
Elif, koşup mutfaktan tansiyon hapını ve su getirdi. Baba kız zorla içirdiler. Kolonya ile bileklerini ovalamaya başladılar.
Yavuz bey, kızının elindeki kolonyayı alıp, "Sen oku!" dedi
Elif de ağlayarak okumaya devam etti. Arada bir durup derin nefes aldıktan sonra ayete tekrar başlıyordu. Ezberinde olduğu için yüzüne bakıyordu, ama gözleri yaş dolu olduğu için görmüyordu.
Selma hanım'ı koltuğa yatırdılar. Telefonun çalmasını bekliyorlardı. Elif, arada su getiriyor, Yavuz bey zorla da olsa Selma hanımın başını kaldırıp ağzına birer yurdum döküyordu.
Selma Hanım, Yavuz bey'e dönüp,
"Doğan'ı ara!" dedi
Yavuz bey, "Onlar arayacak hanım! Şimdi koşuşturma içindedir meşgul etmeyelim." derken, Selim'e bir şey olduğuna o kadar emindi ki, Doğan'ın, ona yardım etmesi gerektiğini düşünüyordu.
Elif mutfağa gitti. Selim'in ekip arkadaşı Zeynep'i aradı. O da operasyona katılacaktı. Zeynep telefonu açmayınca o da mesaj attı. "Acil arar mısın? Abimden haber alamıyoruz."
Ardından Doğan'a da mesajla, "Abi, annem çok kötü! Lütfen bir haber verin!" deyip İçeri geçti ve telefonu yanına koydu. Tekrar okumaya başladı. Bir sayfa okumuş diğer sayfayı çevirirken mesaj geldi.
Emniyetten Zeynep: "Elif, eve ambulans yönlendirdim, Selma teyzeyi alacaklar!"
Elif, ağlamamak için dişlerini sıkarken, gelen mesajın kötü haber olduğunu anlayan Yavuz bey, yumruklarını sıktı.
On beş dakika sonra ambulans geldi... Kapıda Doğan komiseri bekliyorlardı... Doğan yukarı çıktığında Elif ağlayarak kapıyı açtı. Doğan, selam verip içeri girdi. "Selma annem içeride mi?"
Elif, kapıdan destek alarak geri çekildi.
Sesi çıkmıyordu.
Doğan, sanki her şey yolundaymış gibi Yavuz beyin elini öptü... Selma Hanım kapı sesini duyunca oturmuştu.
Doğan, Selma hanımın yanına oturdu.
"Annemm! Ne yapıyorsun yaa uyuyor muydun? Senin oğlanın işi biraz uzadı. Annem merak eder. Sen git haber ver dedi." deyip elini tutup ovuşturdu.
Selma hanım, "Nerede?" diye sordu.
Doğan: "Biraz yoğun bir operasyon oldu. O'nu ve bir arkadaşımızı ne olur ne olmaz diye hastaneye gönderdik. Ben de şimdi oraya gidiyorum. İsterseniz siz de gelin, dönüşte kahvaltı yaparız!.."
Sözü bitmeden Selma hanım bayılıverdi. Doğan, hemen sağlık ekibini çağırdı. Selma hanımın tansiyonunu ölçüp dakinleştirici iğne yaptılar.
Elif, bir yandan abisine bir yandan annesinin haline ağlıyordu. Yavuz bey, "Ben istemiyorum!" dedi iğne ile kendisine bakan hemşireye.
Selma Hanım ambulansla, Yavuz bey ve Elif de Doğan'ın arabasıyla hastaneye geldi. Doğan, yolda Yavuz beye, detaylara girmeden yaralı olduklarını ameliyata alındıklarını söylemişti... Yalan söyler gibi yutkunup, "Durumları kötü değil!" dedi
Elif, "Abii kaç kişi yaralandı kii?" diye sordu.
Doğan: "Selim'le, Furkan başkomiser! Dua edelim. Bunu da atlatacağız İnşallah. Yavuz amcam, Sen sabırlı ol lütfen! Selma annemin size ihtiyacı var.
Yavuz bey: "Elif, abini ara hastaneye gelsin!"
Elif: "Tamam baba!"
Doğan: "Sen dur Elif!.. Ben ararım. Telaşlanırsa Allah korusun bir şey olur!"
Hastaneye gelince Selma hanım'ı bir odaya aldılar. Doktorlar Selim'in ameliyatta olduğunu, o çıkana kadar bu odada istirahat edebileceklerini söylediler.
Yan koridordan da ağlama sesleri geliyordu. Selma hanım, "Kaç kişi?" diye sordu.
Zeynep, "İki komiserimiz! Ama ikisi de iyi olacak Allah'ın izniyle." dedi.
Elif, kolundan tutan Zeynep'e, merak dolu gözlerle doğru mu söylüyor diye baktı. Zeynep, "Merak etme! Gerçekten bak yaraları ağır değil. Sadece yerimiz çok uzaktı.
Ambulans geç geldiği için kan kaybettiler." dedi
Doğan ve Yavuz bey, kadınları odada bırakıp doktorlardan bilgi almaya gittiler. Ameliyata alınmışlar ve durumları ağırdı. Doktor, çok fazla kan kaybettiklerini söyledi...
~~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~.
((Olay yeri))
Pınar komiserin mevzisinden çıkması üzerine Selim önüne atlamış ve sağ göğüs altından vurulmuştu. Furkan komiser de Selim'in üzerine atlamış, kurşun sırtından girmişti. Selim'le Furkan öylece kalmış, çatışma devam etmişti.
Selim, Pınar'a, "Sakın kalkma!" deyip bileğini tutarken destek ekipte gelmiş çatışma bitmişti.
Ambulans çağırıldıktan sonra Furkan'ın ekip yaralıların yanına gelmiş, yaralarına tampon yapıyordu.
Selim'in ekip de suçluları merkeze götürmekle görevlendirilmişlerdi.
Doğan, yanına gelip elini tutunca Selim, gözlerini aralayıp Doğan'a acı acı baktı, yüzünü ekşiterek, kısık sesle "ilk defa!" dedi.
Acı çektiğini belli eden derin bir yutkunmadan sonra, ses tonunu biraz daha arttırarak, tekrar "ilk defa!" dedi.
Doğan, Selim'in başını koluna aldı. Selim'i bu halde görmenin şoku ve kanın yoğunluğundan arkadaşına bir şey olacak diye korkuyordu. Ağlamaklı bir sesle, "Konuşma, Tamam! Yorma kendini!" dedi. Doğan, dişlerini sıkıyor bir yandan Furkan'a bir yandan da arkadaşına bakıyordu. İlk defa, kendisini bu kadar çaresiz hissediyordu.
Vuruldukları an çağrılan ambulansın hâlâ gelmemiş olmasına sinirleniyordu. Etraftakilere bağırarak sinirini ve üzüntüsünü bastırmaya çalışıyordu. Selim'in yarasından akan kanın sıcaklığını hissediyordu. Kanın, vücudundan çekilmesiyle, beyazlayan yüzüne bakamaz olmuştu.
Göz yaşları Selim'in gömleğini ıslatıyordu.
Selim, yine ara ara konuşmaya çalışıyordu ama Furkan bilincini tamamen kaybetmişti.
Selim, yine bir şeyler söylemek istiyormuş gibi mırıldandı, tek anlaşılır kelimesi, yine, "İlk defa!.." olmuştu.
Doğan, son sözleri olabileceğini düşünmeye başlayıp ağlayarak, "Ne abiciğim, nee?" dedi.
Selim yine, "ilk defa!.." dedi
Selim, gözlerini kapatmamak için kendini sıkıyordu. Her nefes aldığında yüzünde acı çekiyor ifadesi oluyordu. Selim de artık bilincini kaybetmek üzereydi.
Doğan, arkadaşını uyanık tutmaya çalışmak için, "Abiii!.. Ne ilk defaaa neee?" diye bağırdı
Selim, son gücüyle, "ilkk... de...faa pişş...man... oldumm..." dedi ve sustu... Doğan, Selim'in kapanan bilincini tekrar açmak için yüzüne vurup bağırmaya başladı...
"Selimm!
"Selimm!..
"Aç gözünü oğlum!..
"Heeeyy!..
"Var mı lan bizim kitapta pişman olmak!.
"Oğluumm! Seliiimm!
"Aç lan gözünü!..
"Kalk, hesap ver çabuk!.."
Selim tepki vermiyordu...
"Ne o lan, haaa!.. Ölmekten mi korktuun?..
Ne demek pişman oldum!..
Korktun muu söylee?..
Son sözün bu mu olacak laaann!..
Aç gözünü konuş!..
Bari şehadet getir laaan!..
Aç gözünü! Seliiiimm yalvarırım laaann bırakma beniii, aç gözünü, aaaçççç."
Bir yandan yalvarıyor bir yandan da Selim'in yüzüne vuruyordu.
Doğan, yüzünü Selim'in yüzüne değdirip bağırdı.
"SELİİİİMM!..
SELİİİİİİİMM..!"
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.