•~~~~•Selim: "Bir sorun mu var?"
"Hayır!"
"Yurtla mı ilgili?"
"Hayır!"
"Okul?"
"Hayır!"
"Ailenle mi ilgili?.."
Bu sorunun cevabı da "Hayır"sa sorun kendisiydi ve asla bir "hayır" daha duymak istemiyordu.
Nurseli, başını önüne eğdi ve "hayır"ı vücut diliyle başını sağa sola sallayarak söyledi.
Selim sustu, artık karşıdan gelecek felaket haberini beklemeye başladı.
~~~~~~•~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Başımı kaldırdım ve yarım nefesle, "Bugün bir arkadaşım bana,
Mutluyken söz verme,
kızgınken cevap verme-" deyip giriş konuşmama başlamıştım ki, yine tükürüğüm boğazımda kaldı ve sözümü bitiremedim.
Selim, sözün devamını biliyordu.
"Üzgünken karar verme!"
"Evet!" dedim bir yandan da başımı sallayarak.
"Ama ben, karar için mi üzülüyorum. Üzüldüğüm için karar verdim, verdiğim karardan dolayı da tekrar mı üzülüyorum bilmiyorum!"
Selim, ne söylediğimi anlamasa da söyleyeceğim şeyin beni de üzdüğünü yüzümden ve ses tonumdan anlardı herhalde. Her ne söylersem saygı duyacak ve üstüme gelmeyecek gibi bakıyordu.
Sessizliği yine ben bozdum.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"Seni de üzen kararını merakla bekliyorum." derken sesi çatallaydı.
"Ben kendimi derslere veremiyorum!..
Sınıfa boş girip boş çıkıyorum!..
Hocanın hiçbir dediğini duymuyorum!"
23 Nisan'da kürsüde şiir okuyan çocuklar gibi, bir nefeste söylemiştim bunları.
Aslında bu sözleri kararımı açıkladıktan sonra, sebebi bu diye söyleyecektim ama yine planım tutmamıştı, oysaki aynada birçok kez prova yapmıştım.
"Neden dersleri anlamıyorsun ki, zor mu geliyor?"
İçten içe kendime kızarak,
"Olayı tersten söylersen olacağı bu!" diye düşünürken, dışımdan cevabı verdim.
"Hayır! Konular zora benzemiyor. Hem ben anlamıyorum demedim ki, dinlesem anlarım."
"Neden dinlemiyorsun peki?"
Sorunun kendinde olduğunu bilmiyor muydu, yoksa numara mı yapıyordu?
Sinirlendim ve âni bir yükselişle, "Senin yüzünden!" dedim.
Kısa bir düşüncenin ardından, bu sözler yerine; sanki, hıçkırmış yada geğirmişim gibi elimle ağzımı kapattım.
"Allah'ım geri tuşu yok mu bu sözleri geri alamaz mıyım?" diye düşündüm.
Selim, ilk olarak şaşırmış gibi kaşlarını kaldırıp indirdi, nefesini ağzında biriktirip, balon gibi şişen yanaklarını, "Puuuuuffffff!" sesiyle birden boşalttı ve "Anlıyorum!" dedi
O kadar sevinmiştim ki, çünkü buradan sonra lafı toparlayamam diye düşünüp kötü olmuştum.
"Peki kararın ne üzgün bayan!"
İki haftadır, günde en az iki kere telefonla görüştüğüm, halimi, hastalığımı, ilaçlarımı içip içmediğimi soran kişiye, "artık görüşmek istemiyorum. Beni bir daha arama"yı nasıl söyleyebilirdim ki. Ama yapmalıydım, en kötü karar kararsızlıktan iyiydi.
Ciğerlerimi dolduracak kadar bir nefes çektim... Sözcükler yine boğazımda düğümlensin istemiyordum. Boğazımı temizleyen bir öksürükten sonra tam başlayacaktım ki, Selim, "Derslerde beni mi düşünüyorsun? O yüzden mi anlamıyorsun?" dedi sinir bozan bi tebessümle. (Evlenme sebebi olacak derecede gıcık bi tebessümle)
İçimden, "Neden böyle dedin ki şimdi, zaten senin yüzünden demiştim değil mi?" deyip ana avrat düz gitmek istiyordum. (Ama ben küfür edemiyordum)
Sonra da "işte fırsat" diye düşündüm, geri tuşunu elime veren Selim'e bakarak,
"Yok aslında tam olarak öyle değil!" dedim ve istemsizce elimi kulağıma, sonra da boynuma götürdüm. Selim istediği cevabı almış gibi gülümsüyordu.
"İyiii, peki sevindim. Eğer aklın bende olduğu için dersleri yapamadığını düşünseydim çok üzülürdüm ve istemeyerek senden uzaklaşmak zorunda kalırdım."
İçimden Hollywood yıldızları gibi, "Hey dostum senin derdin nee?" derken hintliler gibi boynumu sallamak istiyordum.
Başımdan adeta alevler fışkırıyordu. Ne yani bu muydu?.. Bu kadar kolay mıydı?.. "Evet aklım sende olduğu için yapamıyorum" desem bitecek miydi?.. Burnumu kaşımaya başladım. (Vücut dilini biliyorsa, kesinlikle halimden içten içe sinirlendiğimi anlamış olmalıydı.)
"Neyse bak, ben de ilk zamanlar konsantre olamamıştım. Bu zamanla geçiyor merak etmee, seninle sıkı bir ders programı yaparız. Bir aya kalmadan toparlayacaksın. İnan bana!"
Yine Selim ve yine emri vakisi, "Sen olmasan ben zaten toparlarım." dedim içimden, gözlerine bakarak.
Selim'in gözleri parlıyordu. Tostuna devam etti. Gözleri ve kaşıyla da "sen de ye hadi" diyordu. Tostlarımız bitti... Hırkayı verdim ve "Bunlar da cebindekiler" diyerek çantamdan kağıtları uzattım. Emanete ne kadar sadık olduğumun işaretini veriyordum.
~~~~~~•
•~~~~•Selim, Nurseli'nin daha fazla konuşmasına fırsat vermek istemiyordu. Üzüldüğü kararın ne olduğunu kendisi de çok iyi biliyordu...
•~~~~~~•
•~~~~•Nurseli,
Hesabı ödeyip cafeden Yurda yürüyerek geldik. İkimiz de tek kelime etmemiştik. Yurdun kapısına gelince Selim, "Kendine iyi bak görüşürüz. Bir sıkıntı olursa ara tamam mı?" diyerek bundan sonraki görüşmenin tarihini bana bıraktığını gösterdi.
Benim kararımla birebir ama ortada kırıcı olmayan bu sözlere gülümseyerek "Tamam." cevabı verdikten sonra, "Sen de kendine iyi bak. Olaysız günlerin olsun inşallah." dedim
Selim dua'ma "Amin" dedikten sonra ellerini yana doğru açıp, "NERDEEEE!" diye cevapladı.
"İyi akşamlar." dileyerek vedalaştık.
Normalde üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissetmem gerekirken, benim içim hiç rahat değildi. Böğrüme bi yumru oturmuş tükürüklerime izin vermiyor gibiydi. Ben de onun yerine gözlerimden yutkunmaya başladım.
(Bi erkek için ağlayacak değildim herhalde)
Kapıya geldiğimde göğsümün üzerindeki yumruyu zorlayarak yeniden boğazımla yutkunmaya başladım. Kapıya vurup odaya girdiğimde sıralı bir şekilde oturan ve sese dönerek bana bakan Hilde ve Filiz'e baş selamı verdim.
Hilde, "Oooo Nurseli hanım nihayet teşrif ettiniz!" diyerek Filiz'e döndü.
Moralimin bozuk olduğunu anlayan arkadaşlarım "ne oldu acaba" der gibi önce birbirine sonra bana baktı. Neredeyse ağlayacak gibi cevap verdim "Ayrıldık!"
Filiz, şaşkınlık içerisinde, "Neden! Nasıl?"
diye sordu... Ben yaşananları anlattıktan sonra Hilde, "İyi de bu ayrılmak değil ki." dedi
"Ne peki, ara vermek mi?" dedim sevinç çığlığı atar gibi
"Ara vermek de değil."
"Ne o zaman?!" dediğimde artık sabırsızdım, bir an önce söyle der gibi bakıyordum
"Hiçbir şey!.. Adam sana 'derslerini yoluna koy gel buradayım' demek istemiş."
"Gerçekten mi? Ayrılmadık mı yani?" dedim, acemisi olduğum durumun ne olduğunu öğrenmeyi isteyerek .
"Yok canım yookk, ayrılmadın merak etmeee!.. Git elini yüzünü yıka da kendine gel. Şapşaaalll, adam bu halini görmüşse zaten bırakmaz seniii!"
İçim rahatlamış bir şekilde banyoya gittim, elimi yüzümü yıkadıktan sonra üzerimi çıkartıp Hilde ve Filiz'in yanına oturarak ders çalışmaya başladım.
~~~~~~ 30 gün sonra ~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Üç kız, okul çıkışı otobüsten indik, yurda doğru yürüyorduk. Kafenin önüne gelince duraksadım... Buraya en son Selim'le bir ay önce gelmiştik. Selim sözünü tutmuş bir aydır bir defa bile arayıp mesaj atmamıştı.
İçten içe merak ediyordum. Sinirleniyordum da. "Bu kadar kolay vazgeçmez, illaki ya arar ya da mesaj atar" diye düşünmüştüm ama yapmamıştı. Öylece gitmişti... Dalgın dalgın içeriye bakıyordum... Tam karar verip girmek için hamle yapmıştım ki, geride kaldığımı gören Hilde, "NURSELİİİİİ!" diye seslendi "Yürüsenee." Yurda geldik.
Odaya girince, çantalarımızı bir yana atıp kendimiz de aynı hizada yataklarımıza uzandık. Sanki bir a'yinmiş, ritüelmiş gibi üçümüzde aynı hareketi aynı zamanda yapmıştık
Bu tesadüfe şaşırıp, hallerimizin komikliğine gülmeye başladık. Üçümüz de o kadar kahkaha atarak gülüyorduk ki, yan odadan diğer kızlar duyup gelmişlerdi.
Onlar da olayı anlamamasına rağmen manzaranın komikliğine gülüyorlardı.
Bir yıldır ilk defa bu kadar kahkaha atıyordum. Sanki içimde biriktirmiş gibiydim, gülmekten gözümden yaşlar geliyordu...
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~
((Bir yıl önce Nurseli))
Lise son sınıf 2. dönemin başında arkadaşlarımla gülerek eve dönüyordum.
Ben, Atakan, Nazlı, Engin ve barış aynı mahallede oturduğumuz için okuldan birlikte dönüyor, evine yaklaşan sürüden ayrılıyordu.
Barış ve Engin kardeş oldukları için ilk ayrılan onlar oluyordu. Bazen Engin, Atakan ile ders çalışmak için yola devam ediyordu.
Ay farkı ile en küçükleri bendim, en büyüğümüz ise Barış'tı. Barış, küçükken hastalık geçirdiğinden dolayı okula bir yıl geç yazdırıldığı için kardeşiyle aynı sınıfa gidiyordu.
O gün Barış ve Engin sürüden ayrılmış evlerine doğru gitmişlerdi. İki kardeşin şakalaşmalarına gülerek baktıktan sonra yola devam ettik.
Atakan'ın esprileri havada uçuşuyor, bize adeta usta bir komedyen gibi şov yapıyordu. Nazlı ve Atakan çocukluktan beri birbirinden hoşlanan, ileride evlilik hayali kuran iki liseli aşıktı.
Ben de bunu bildiğimden onların biraz daha bir arada kalması için, Nazlı'ların evine dönen sokağın başında, bir duvara oturup Atakan'a "Biraz dinlenelim lütfen," derdim.
Atakan'ın da canına minnetti ama çaktırmadan, "Sen de amma narin kızsın haaa." der beni kızdırırdı.
Bu sözlerine bazen,
"iyiii! tamam hadi devam edelim o zaman." derdim.
Gitmek istemeyen Atakan, "Tamam tamam kızma otur." Deyip Nazlı'ya bakarak, "Şimdi gider ileride düşer bayılır. Bir de onu taşımak zorunda kalmayayım!" diyerek daha çok kızmama sebep olurdu.
O gün ben, duvarda otururken, Levent amca ve Berkcan'ın bize doğru yürüdüğünü gördüm.
((Levent amca Nazlı'ların babasıydı. köyde geçimini arıcılık ile sağlıyordu. aynı zamanda benim ve Atakan'ın babasının çocukluk arkadaşıydı. Levent amca askere gitmiş orada esnaf kızı olan Cemile abla ile tanışıp aşık olmuştu.
Askerliği bitince de Cemile abla ile evlenmiş. Onu da köye getirmişti, Cemile abla her ne kadar şehirde büyümüşte olsa ilk aşkı olan Levent amca için köy hayatını kabul edip kısa zamanda da uyum sağlamıştı. Köyün kızları da Cemile ablaya çok yardım etmişti.
İlk çocukları Nazlı evin ilk ve tek kızıydı. Sonrasında Berkcan ve Berktan isimli ikiz çocukları daha olmuştu.))
"Levent amcaaa!" diye bağırdığımda
Atakan ve Nazlı arkasını döndü. Levent amca selam vererek yanımıza geldi.
Atakan da koşup elindeki kovan tahtalarını aldı ve "Ben götürürüm Levent amca, ver bana!" dedi
Levent amca, "Zahmet olacak oğlum!" dese de yorgunluktan yardıma ihtiyacı olduğu belli oluyordu.
"Ne zahmeti Levent amca ver bana." deyip çoğunu aldı... Hepsini almasına Levent amca izin vermemişti. Birlikte eve doğru yürüdüler. Nazlı bana bakıp, "Sen de gel" gibi eliyle evlerinin yönünü işaret etti.
Ben ise Nazlı'nın cevabını Atakan'a seslenerek verdim. "Ben gidiyorum merak etme!"
Atakan arkasına bakmadan,
"Tamam yavaş git yetişirim sana!" dedi
Ben de Nazlı ile selamlaşıp oradan ayrıldım. Atakan'la ayrılacağımız yere geldiğimde duraksadım, acaba gelip beni merak eder miydi.
"OOOf yaaa! Kesin konuşmaya daldı, gıcık yaaa!" diye söylendim.
Karşıdan Atakan'ların arka sokağında oturan Kezban teyze geliyordu. Köyde yaşlı annesi ile yaşayan bu kadın hiç evlenmemiş ve köydeki kadınlarla samimiyeti de yoktu.
Annem, bana ve kardeşlerime özellikle konuşmayın diye tembihlediği için bu kadını görünce korkuyordum ve içim ürperiyordu. Bu kadını görünce adeta kanım çekiliyordu.
Kezban teyzeyi karşımda görünce yine elim ayağım buz kesmişti. Kezban teyze yanıma yaklaştı ve "Selin, nasılsın kızım." diye sordu.
Soğuk davranışımdan üzüldüğünü gösteren bir "Aaahhh!" çekince merak ettim.
Kezban teyze ben sormadan devam etti, "Seni benden kaçırıyorlar, istedikleri kadar kaçırsınlar; kan bu, can, illaki eninde sonunda çekecek ve bu kaçmana pişman olacaksın. Ama ben sana kızmıyorum kii. Hep o annenin suçu seni bizden kopardı. Ailenden çaldı. İki cihanda yakası bir araya gelmesin inşallah!"
Kezban teyze, yola devam etmeye çalıştı ama benim dikkatimi çekmişti bir kere.
"Sen ne demek istedin Kezban teyze anlamadım?!" dedim
Kezban teyze, "Yok bir şey, boş ver. Beni Melek'le uğraştırma şimdi. Nasılsa bir iki yıla kadar söyleyecekler. Benden duymuş olmaa, şu okulu kazan da bir heleee." deyince ısrarla ne demek istediğini sordum. "Sorma gızım, git işine dedim ya, uğraşamam ananların dırdırıyla!" deyip kaçmaya çalıştı.
Peşinden giderek anneme söylemeyeceğime yemin ettim. Kezban teyze de ısrarıma dayanamayıp anlatmaya başladı.
"Sen!.."
"Evet ben!.."
"Nasıl söylenir bilmiyorum ki, aradan bunca yıl geçmiş!"
Sabrım kalmamıştı artık. "NE OLDUUU?.. SÖYLEEEE!" dedim kükrer gibi.
"Tamam tamam söylicem sakin ol, tamam. Ama onlar sana söyleyene kadar bildiğini belli etmeyeceksin söz mü?"
Başımı aşağı yukarı sallayarak, "Tamam." dedim.
"Bize doğru gidelim, annem uyanmıştır, dışarı çıkmadan gitmem lazım."
Evlerinin önüne geldik... Burası benim doğduğum evin yakınında bir evdi.
Benim doğduğum evi işaret edip,
"Bu ev kimin biliyor musun?" dedi
"Evet biliyorum." dedim. "Bizim!"
"Bizim değil, benim!' diyeceksin. Çünkü bu ev senin. Sen bu evde doğdun biliyor musun?"
"Evet! biliyorum!"
"Senin doğumunu annem yaptırmıştı!"
"Nasıl yani, annem Asya teyze ile bu evden giden kadın olduğunu söyledi.
"Sen bu evde doğdun ve seni bu evden giden kadın doğurdu. Durumları yoktu. Üç oğullarının üzerine iki de kız olunca, size bakamadılar. Hem annenin sütü de gelmedi, sizi Melek emzirdi."
Gözümün seğirmesi ve dudağımın üste doğru kıvrılmasıyla beraber, "Yalan söylüyorsun!" dedim
"İnanmıyorsan gel, seni doğurtan kadına soralım!"
Onun yalanına inanmadığım için inanacağım kişiye götürmek istemişti.
"Senin annen bunamış!" dedim yaşı ve hastalığını kasdederek
"Benim anam şimdiyi hatırlamıyor ama geçmişi hiç unutmadı! Yakup iki inek sattı senin için. Parasını da babana verdi. Melek'in çocukları ölü doğuyordu. O sene beş kadın doğum yaptı. Hattaa daha sonrasında o sene için bolluk bereket senesi diye de söylenir olmuştu. Cemile, Türkân, Asya, Melek, anan! İkizin zayıf ve hastaydı. Sen daha topluydun, o yüzden seni aldılar. Ben biliyorum diye de seni benden uzaklaştırdılar."
Ben donmuş kalmış sesimi çıkartmazken, Kezban teyze evlerine girip bir kitapla birlikte yanıma geldi. Arasından, içinde benim de olduğum bir fotoğraf çıkarttı. "Bunlar senin abin... Bu da ikizin... Bak aranızda bir iki ay var gibi, değil mi?" dedi.
Şaşkınlığımı gizleyemedim, bu çocukları ilk defa görüyordum. Bu elbise ile bir kaç fotoğrafım ve kendim olmasam inanmayacaktım. Fotoğrafı almak istediğimde Kezban, "Gerçek ailende bunlardan çok var. Onlardan alırsın, bu yeğenlerimden bana kalan tek hatıra veremem!" dedi.
Bu sefer ağlayarak, "Yalan söylüyorsun!" dedim
Kezban teyze itiraz etti ve ailemin cevaplamadığı, askıda kalan ne varsa hepsini bir bir söyledi. Kış günü neden kendi evimizden bu kadar uzak bir evde doğmuştum, babam neden beni "Emanetim" diye seviyordu.
...Babama sorduğumda, "Allah'ın emanetisin, o yüzden." diye cevap veriyordu ama diğer kardeşlerime böyle seslenmiyordu. Acaba doğru muydu? Kezban teyze detayları anlattıkça daha çok kahroluyordum.
En sonunda hıçkırıklarla, "Yeter! Sana inanmıyorum! Defol başımdan! Annemi dinleseydim, keşke seninle hiç konuşmasaydım!" dedim ve koşar adımlarla doğduğum eve doğru gittim.
Kezban teyze peşimden yetişemeyince bağırdı. "Benden duyduğunu kimseye söyleme sakın. Onlar eninde sonunda sana söyleyecekler zaten. O zaman sen demiştin dersin!"
~~~~~~•~~~~~~ Kezban hanım, elleri titreyerek evine doğru geri döndü. İleride meraklı gözlerle sağa sola bakan Atakan'ı gördü.
Selin gibi Atakan da çocukluğundan beri Kezban hanım'ı sevmemişti. Köyde hiçbir çocuk Kezban hanım'a sıcak davranmıyordu. Atakan yanından geçip gitmek istemiş fakat Kezban Hanım'ın, "Selin'e mi baktın?" demesi ile geri dönmüştü.
"Evet, ne tarafa gitti?"
"Yavrucak bayağı dertliydi, biraz muhabbet ettik."
Atakan sabırsızca detay sormadan
"Nereye gitti?" diye sordu
"Tamam söyleyeceğim. Ama bana söz ver, aramızda kalacak."
Atakan'ın uzun uzun dinleyecek sabrı yoktu. Direk sonucu duymak istiyordu. "Selin ne tarafa gittiiii. Yada neyse boşver, ben kendim bulurum." dedi ve Selin'lerin evinin sokağına doğru yöneldi.
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.