Kezban hanım Atakan'ın arkasından seslendi.
"Eve gitmedi ağlıyordu!"
Atakan umursamaz bir şekilde, arkasına bile bakmadan Selin'lerin eve doğru yürüdü. Evin önüne gelip yavaşça bahçe kapısına vurduktan sonra derin bir nefes alarak kapıyı açtı. Selin'lerin girişte sağda bahçeleri, solda da iki katlı evleri vardı.
Melek hanım, elinde çapayla toprağı eşeliyordu. Atakan'ı görünce, "Geldiniz mi oğlum!" dedi. Bu sözünden Selin'in gelmediğini anladı.
"Melek teyzeee... bennn!.." deyip zaman kazanmaya çalıştı çünkü ne söyleyeceğini bilemiyordu. Selin yoktu, Kezban biliyorum demişti ama inanmamıştı.
Meraklı gözlerle kendisine bakan Melek hanıma, "Hemen geleceğim!" deyip, kapıyı kapattıktan sonra hızlı adımlarla Kezban Hanım'ın evine doğru gitti.
Atakan geldiğinde Kezban hanım etrafta yoktu. Bahçede göremeyince içeri girmiş olabileceğini düşünüp kapıya vurdu...
Annesi, "Geeeel!" diye bağırınca Atakan kapıyı açıp içeri girdi. Girişin sağındaki odada, divanda yatan Döndü nineye doğru ilerledi. "Döndü nine nasılsın, iyi misin?"
"Çok şükür, çok şüküüür. Sen kimsin?"
"Adem'in oğlu Atakan!"
"Ooo sen o kadar büyüdün mü yaa?"
(***Döndü teyze köyün ebesiydi. Bir çok kadının doğumunu yaptırmıştı. Hatta Atakan'ın küçük kardeşinin de doğum haberini vermiş acil doktora gitmesi gerektiğini söylemişti. Çünkü bebek tersti. Döndü teyze sayesinde hem annesi hem kardeşi kurtulmuştu...)
Döndü nine on yıl öncesini dün yaşanmış gibi soruyordu. "Annen nasıl, hastaneden çıktı mı?"
"Evet çıktı."
"Nasıl, bebekle annen iyi mi bari?"
"İyiler çok şükür!"
Atakan, Döndü ninenin lafı uzatmasına fırsat vermeden, "Kezban teyze nerede?" diyerek konuyu değiştirdi.
"Bahçeye çıkmıştır. Kim bilir neye daldı yine gelmiyor."
Kızının nasıl bir yapıda olduğunu, annesi de biliyordu. Ama mum dibini aydınlatmıyordu. Döndü nine, ne kadar iyiyse; kızı da aksine o kadar kötü karakterdeydi.
Atakan, "Ben bir bahçeye bakayım!" diyerek kapıya çıktığında Kezban hanım, yorgun gibi yavaş yavaş adımlarla geliyordu. Kezban hanım daha bahçeye adımını atmadan, Atakan, "Selin nerede!" diye sordu.
Kezban hanım yine ağırdan alarak, "Dur hele bir soluklanayım." diyerek elindeki bakracı kapıya bıraktı. Girişteki muslukta ellerini yıkadıktan sonra arkasındaki iki kapaklı dolaptan bardak aldı ve su doldurdu.
Yavaş yavaş içiyordu... Atakan'ın artık sabrı taşmıştı...
"YETER ARTIK!
SELİN NEREYE GİTTİ!
SÖYLESENEEEE! "
Kezban hanım irkilerek, "Tamam yaa kızma, anlatacağım! Ama söz ver konuştuklarımız aramızda kalacak, bildiğini Selin'e belli etmeyeceksin." dedi
Atakan: "Tamam, söyle hadiii!"
"Buraya geldi. Morali bozuktu, biraz konuştuk. Ağladı." deyip uzuuun uzun anlattıktan sonra, "İşte böyle, sonra da ağlayarak şu eve doğru gitti." dedi
Atakan duyduklarına inanamıyor, bu kadına da güvenemiyordu. "İyi ama neden böyle bir yalan söylesin." diye düşündü. İç sesi kendine, "Kezban işte iki atıp tutuyor yine, hemen inanma oğlum!" diyordu. En iyisi yarın okula giderken Selin'e bir şekilde sormaktı...
Kezban'ın gösterdiği ev uzaktı ve Selin, o saatte, o eve asla gitmezdi. O ev biraz daha köyün dışında kalıyordu... Köy dışı olduğu için ailesi de Selin'e geç saatlerde o eve gitmemesini söylemişlerdi.
Atakan'da o yüzden evlerine doğru gitti.
~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•Nurseli,
Kezban teyzenin anlattıklarını sindirmeye çalışıyordum. Şaşkınlık ve üzüntüden saatin kaç olduğunun farkında bile değildim. Anne ve babama tepkiliydim. Kezban'a inanmamıştım ama yine de onun bazı söylediklerini bana söylememişlerdi ve kezban'ın da kafamı karıştırmasına sebep olmuşlardı.
Odada bulunan SultanAhmet tablosuna bakarak ağlıyordum. Hava o kadar kararmıştı kii artık tabloyu da göremez olmuştum...
"En iyisi önce Atakan'a gideyim. O beni eve bıraksın." deyip yerimden kalktım. Holden kapıya yaklaşırken odanın camından bir gölgenin geçtiğini gördüm.
İki oda hariç bütün odalar kilitliydi. Yan odanın da kapısını açtım. Camlar kalın bez parçaları ile kapalı olduğu için perdeyi açıp bakamıyordum. Aynı gölgenin bu sefer diğer tarafa doğru gittiğini görünce korktum...
"Kim olabilir!" diye düşünürken, dışarıdaki kişinin evin etrafında dolaştığını fark ettim... Belli ki eve girip geceyi burada geçirmek isteyen evsiz biriydi. Ya da içmek isteyen kişiye oturup kalması için bu ev biçilmiş kaftandı...
Daha önce bir iki defa başka köyün delikanlıları bu eve gelip içip gitmişlerdi. Yine öyle zannettim ve sessizce evimizdeki fazlalık eşyaları koyduğumuz odaya geldim...
Yavaşça kapıyı kapatmaya çalıştım ama kapılar o kadar eskiydi ki gıcırdamasına mani olamadım... Havanın kararmasından ve camdaki bezden odada hiçbir şeyi göremiyordum... Çok korkuyordum... Hemen çantamdan telefonu çıkarttım...
Babam, sene sonu karne hediyesi yeni telefon alacaktı ama şimdilik annemin eski telefonunu kullanıyordum. Onun da bataryası çok çabuk bitiyordu. Gündüz okulda kullanmadığım için iyi kötü idare ediyordum. Aslında bende derslerimin aksamaması için yeni telefon istememiştim...
Ama şimdi, şarjı bitmek üzere olan bu telefon yerine, "Keşke yeni telefonum olsaydı. Birini arardım." diye düşünüyordum... Telefonum da bir diş kalmıştı ve hızlı düşünmem lazımdı. Yanıma en çabuk kim gelebilirdi... "En iyisi Atakan'a mesaj atmak." diye düşündüm. Buraya en yakın evi olan oydu.
Atakan'a mesaj yazarken bahçe kapısının açıldığını duydum ve panik oldum. mesajı gönder tuşuna arka arkaya basıyordum...
Neredeyse korkudan bayılacak gibi hissediyor, "Allah'ım yardım et, lütfen!" diye yalvarıyordum...
Kapıya yaklaşan ayak sesini duyuyordum...
Kapıdaki tahtaların gıcırtıları odaya kadar geliyordu...
Kapıdaki kişi iyice yaklaşmış kapıyı itiyordu...
Eski eşyaların içinden bir şeyler aradım, kafasına vurmak için sopa, şişe her ne olursa razıydım...
Elime kesici bir alet gelince bununla yetinmeye karar verip kapının arkasına geçtim...
Adam içeri girip bana saldıracak olursa kendini savunacaktım...
Elime aldığım aleti el yordamıyla anlamaya çalıştım. Bir yandan da kapıyı dinliyordum. Dışarıdan bir kaç erkek sesi duyunca bir kişi olmadığını anlayıp ağlamaya başladım. İki kişiyle baş edemezdim. Aklım başımdan gitmiş gibiydi... Ne yapacağımı şaşırmıştım... Birden kulaklarım da babamın sesi yankılandı...
"Bizler namusumuz için yaşarız, namusumuz yoksa yaşamışsın ne anlamı var?!"
Son defa babama, "Babacığım, özür dilerim. Sizi çok seviyorum." yazıp göndere bastım ve elimdeki kesici aleti kendimde kullandım...
Niyetim kendimi öldürmek değildi, beni o halde görüp bir şey yapmazlar diye düşünüyordum...
Hem ölecek de olsam huzurla ölebilirdim.
Artık korkmuyordum...
Canım da acımıyordu...
Sadece üşüyordum...
Ne zamandır doğduğum bu evde sabahlamamıştım. Yarının bana ne getireceğini bilmeden, son bir kez anne ve babamı görmeyi, kardeşlerimle vedalaşmayı istediğimi düşünüp gözlerimi kapattım...
~~~~~~. ((60 dakika önce)) .~~~~~~
Atakan, eve gelip yatağa uzandı. Parmaklarını bir birine geçirip başını avuçları arasına alıp, Kezban'ın saçmalıklarını aklından silmeye çalışıyordu... Saate baktığında hava kararmak üzereydi. Normalde Selin o eski eve bu saatte yalnız gitmezdi.
"İllaki arka sokaktan geçmiştir. Kesin Asım hocanın evde bebek sevmeye gitmiştir!" diye düşündü.
Asım hoca'nın altı aylık bebeğini her gün sevmeden uyumazdı. Bir hayvan sevgisi bir de bebek sevgisi kendisine aşırı yüklenmişti.
"Tabii yaaa! Kesin bebek seviyordur.
Ya da Nuri amcanın danasına bakmaya gitmiştir. Ooh beee!" dedi. Kısa ve süreliğine rahatladığını hissetti...
Bir sağa bir sola döndü. Yerinde yatamıyordu... Evde durmak istemedi, düşüncelerine tasdik ihtiyacı hissediyordu...
Asım hocaya gidecek, bebeğe bakacak Selin'in de her zamanki gibi gelip gördüğünü ve gittiğini duyarak rahatlayacaktı. Hatta sevmeye doyamayıp orada da karşılaşabilirlerdi.
Yerinden kalktı... Elini yüzünü yıkayıp üzerini değiştirdi. Hava soğuduğu için kapşonlu hırkasını da giyerek yola koyuldu.
Islık çalarak rahatladığını düşünüyordu. Asım hocanın evine geldiğinde hanımı, hocanın camiye gittiğini söyledi.
Akşam ezanı okunmak üzereydi.
Atakan, orada olduğundan o kadar emindi ki, "Selin ne zaman gitti?" diye sordu
Rukiye hanım, "Selin bugün hiç gelmedi ki, Namazdan sonra babasıyla gelir herhalde." dedi.
Rukiye hanım da, altı aydır hemen hemen her gün bebeği görmeye geldiği için, gün sonunda da olsa Abdulkadir'i kesin görmeye gelir diye düşünüyordu.
Atakan, "Tamam Rukiye abla gelirse bana haber verir misin?" Deyip vedalaştıktan sonra Nuri beylerin oraya gitti.
Nuri amca da asım hoca ile camiye gitmişti. Nuri amcanın çoluk çocuk İstanbul'da yaşadığı için köyde hanımı ve kendinden başka kimse yoktu. Hanımı da zamanının çoğunu can sıkıntısından yandaki komşuda geçiriyordu. Ahıra baktı... Kapısı kilitliydi. Sonra "Arife teyzelere gideyim." diye düşündü.
Bir ev ve bir ahır geçtikten sonra Arife teyzelerin evine geldi. Kapıda oturmuş, bahçesinden topladığı yeşillikleri ayıklamaya çalışan Arife hanıma, "Arife teyze, Selin buraya geldi mi?" deyince Arife hanım, Selin'i görmediğini söyledi.
Fadime teyzenin de içeride abdest aldığını söylemesi ile Atakan'ın içine kurt düştü. İçinden "acaba o eve gitmiş olabilir mi" diye geçirdi. En iyisi gidip o eve bakmak ve emin olmaktı.
Hızlı adımlarla Selin'in doğduğu eve doğru gitmeye başladı. Kezban hanım mutfaktan Atakan'ın hızlı adımlarla Selin'in yanına gittiğini gördü. Selin'in kaldığı eve Kezban hanımların evinin önünden gidiliyordu. Yani Selin oradan dönmüş olsaydı muhakkak görürdü...
Atakan eve geldiğinde kapı kapalıydı. İlk olarak sağa sola bakındıktan sonra, "Bahçeye gitmiş olabilir." diyerek evin arkasına doğru yürüdü. Orada da göremeyince camdan bakmaya çalıştı... Camdaki kalın örtüden içeriyi de göremiyordu...
Evin etrafında bir iki tur daha attıktan sonra, yedek anahtara bakmak için kapıya döndüğü sırada Engin ve Barış'ın babası Salih bey'i gördü... Salih bey dağdan odun toplamış eve doğru gidiyordu.
"Hayrola evlat!"
Atakan telaşını belli etmeden, "Geçiyordum da Salih amca, yine gelen giden var mı diye kontrol edeyim dedim." deyince
Salih bey, "Tamam evlat, kolay gelsin. Babana selam söyle." diyerek yoluna devam etti.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Kezban hanım, kapıda oturmuş evin yönüne doğru bakıyordu. Oradan nasıl döneceklerini merak ediyordu. Derken, önce Salih bey geçti.
Salih bey, Kezban hanımı görünce başını önüne eğip el selamı ile yoluna devam etti. Ardından çok geçmeden Atakan'ı tek başına dönerken görünce telaşla yerinden kalktı. Dış kapıya doğru ilerleyip Atakan'a, "Ne oldu?" diye sordu.
Atakan, sinirli bir şekilde
"Yok bir şey!" dedi.
"Ne oldu kavga mı ettiniz?"
Atakan göz çevirerek,
"Hayır, çünkü Selin orada değil!" dedi
Kezban hanım ısrarla, "Olamaz! Selin o evde! Burası yol üstü. Buradan geçse illa ki görürdüm. Git tekrar bak!" diyerek Atakan'a tekrar bakmasını söyledi.
Atakan, inanmasa da Kezban doğru söylüyordu. Selin illa bu yoldan geçmiş olmalıydı. "OFFFF!"layarak tekrar eve doğru ilerledi. Bir yandan da kendine saydırıyordu...
~~~~~~
Eve gelip sağı solu kontrol etti.
Evin yedek anahtarlarının yerini biliyordu.
Tahtayı kaldırıp baktığında anahtar yoktu. Belli ki Selin içerideydi.
Kapıya vurdu.
..."Selin!..
...Selin!..
...Selin!..
Kapıya vurup beş -on saniye duruyor, içeriyi dinliyordu. İçeriden ses gelmeyince bahçeye doğru yürüyüp evin arkasına geldi. Uzun bir tahtayı duvara yasladıktan sonra cama tırmanıp içeriye seslendi.
"Selin! Kapıyı aç. Geç oldu kızım! Hadi bak, Yakup amca kızarsa karışmam haaa!"
Ses gelmiyordu... İçeriye de bir tek bu camdan girebilirdi. Diğer kapıların içeriden kilitlendiğini biliyordu.
"Baaak beşe kadar sayıyorum!..
Açmazsan camı kırarım!..
Şaka yapmıyorum!..
Kıracağım bak!..
"Biiir!..
İkiiii!..
Üüüç!..
Her sayının arasında üçe kadar daha sayılırdı.
"Dööörtt!..
Beeeeş!..
Günah benden gitti... Kırıyorum!"
Aşağı indi, yerden sert bir toprak alıp cama attı. Toprak dağıldı ama cam kırılmamıştı.
Selin'den yine ses çıkmayınca iyice telaşlandı... Tekrar sağa sola baktı. Bu sefer taş aldı ve cama attı. Cam kırılmasına rağmen içeriden hâlâ ses gelmiyordu.
Tahta yardımıyla tekrar cama tırmandı. İçerisi karanlıktan gözükmüyordu. Cebinde telefonu aradığında telefonun diğer pantolonunda kaldığını farketti. "Allah kahretsin!" diyerek söylendi...
Pencereye tırmanıp camı açtı. Pervaza yarısı içeride yarısı dışarıda kalacak şekilde oturdu.
Cama çekili bezi yırtmaya çalıştı. Dışarıdan az da olsa ışık sızabilirdi... İçeri girdi... Eşyalar arasında Selin'i aradı...
Belki holdedir diye duvara tutunarak kapıya yaklaştığında ayağına yumuşak bir şey takıldı.
Karanlıkta sadece silüeti gözüken Selin, yerde boylu boyuna yatıyordu.
İlk olarak bayıldı zannedip, kaldırmaya çalışınca, eline bulaşan sıvıyı fark etti.
Parmaklarını ovuşturdu, kokladı, kandı.
Selin'i kaldırınca telefonun ışığı yandı.
Eline alıp kilidi açmaya çalıştı, şarj az kaldığı için fener açılmıyordu. Şifreyi de bilmiyordu.
Kanın nereden geldiğini anlamak için
Selin'i koltuk altlarından tutup oturtarak dışarıya çekmeye başladı.
Bir tarafını duvara yaslayarak Selin'i hole çıkarttı. Orada bir gaz lambası ve yanında da kibrit olduğunu biliyordu. Kibriti aldı yaktı.
Selin'in her yeri kan olmuştu. En çok bilek tarafından aktığını gördü. Kapşonunu çıkartıp Selin'in üzerine örttü. Ardından gömleğini de çıkartıp bir iki parça yırtarak bileklerine sardı .
112'yi arayıp, Selin'in durumunu anlattı.
Sağlık çalışanı nasıl tampon yapacağını tarif edip, kolunu kalp hizasından yukarı kaldırmasını söyleyince Atakan, gömleğinin yeterli olmadığını, başka şeylerle bağlaması gerektiğini düşündü.
Selin'in şarjı çok azdı. Atakan ekiplere söylediğinde sağlık çalışanları telefonu meşgul etmemesini söyleyip kapattılar...
Ambulans yola çıkmıştı...
Atakan, Selin'in ayak ucuna gelip, külotlu çorabını çıkarttı. Bir bacağı ile bir kolunu bir bacağı ile diğer kolunu bağlayıp ayağa kalktı.
Selin'in kollarını birleştirip daha çok sıkılaştırdıktan sonra, tekrar sürükleyerek dışarı çıkartmaya çalıştığında, dışarıdan sesler gelmeye başladı.
Atakan kapıdakilere bağırdı.
"KAPIYI KIRIIIIIINNN!.. YARDIM EDİNNN!.."
Kapıya ilk darbeyi Yakup bey vurmuştu.
Açılmayınca Yakup bey ile Asım hoca birlikte vurdu... İkinci darbede kapının kilidi kırılıp geriye doğru açıldı...
Atakan'ın her yeri kan, üzerinde atlet, "Yardım edin!" diye bağırıyordu...
Selin'in kolları bağlıydı ve kan her yerine bulaşmıştı. Altı ise neredeyse çıplaktı.
Yakup bey Selin'i Atakan'ın elinden aldı.
Asım hoca gelip Atakan'a yumrukla vurunca,
Atakan ne olduğunu anlamadan kendini yerde buldu.
Selin'i apar topar kaldırıp, evin kenarında duran ve yıllardır kullanılmayan eski kilime sardılar.
Atakan, çivilenmiş gibi düştüğü yerden kalkmıyordu.
Yakup bey ve asım hoca Selin'i kucaklayıp arabaya doğru yürüdüler.
Kezban hanım, Selin'i o şekilde görünce çığlık attı. Yaptığı şeyin bu boyuta geleceğini hesap edememişti...
"Keşke söylemeseydim" diye ağladı.
Onun bağırtısına köy ahalisi toplandı.
Asım hoca yanlarına gelen Salih bey'e, evi işaret ederek, "Git onu al!" dedi.
Yakın zamanda oradan geçen Salih bey, şaşkınlığını gizleyemedi. "Biraz önce bir şey yoktu ne oldu?.." deyip La havle çekerek hızlı adımlarla eve doğru yürüdü.
Köye jandarmadan önce ambulans gelmiş, Yakup beylerle karşılaşmışlardı.
Selin'i hemen ambulansa aldılar... Asım hoca ve Yakup bey ambulansın peşinden gitti.
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~.
Salih bey, eve girdiğinde yerde oturan ve boşluğa bakan Atakan'ı gördü.
Atakan şoka girmişti. Kolundan tutup kaldırdı. Gömleği olmayan Atakan'a, "Üstün nerede?" diye sordu
Atakan da, "Bilmiyorum" der gibi omuzlarını kaldırdı. Salih bey etrafa bakınıp yırtılmış gömleği gördü. Hemen aldı ve kanlı hırkayı da Atakan'a giydirdi.
Niyeti Atakan'ı oradan uzaklaştırmaktı. Hemen dışarı çıkarttı. Belli ki ortada çok büyük bir yanlış anlaşılma vardı. Onlar çıkarken Engin ve abileri geldi.
Atakan'ı onlara teslim edip, "Yayla yoluna doğru gidin. Telefon çeken yerde bekleyin!" dedi
Onları gönderip, kendisi de arabayla hastaneye doğru yola koyuldu. Kan lazım olabilir diye yolda gördüğü Levent bey'i de aldı.
Köyden ne kadar kişi gelirse o kadar iyiydi. Salih bey, Adem beyi aradı. Türkan Hanım ve çocuklarla birlikte evden çıkmamasını söyledi.
Adem bey dinlemeyip hemen yola koyuldu. Kimse ne olduğunu anlamamıştı. Adem bey, "Neden suçlu gibi kaçacağım ki?" diye düşündü.
Hastaneye geldiklerinde, Selin çok kan kaybettiği için bilinci kapanmıştı. Acil kan gerekiyordu. Babası ve Asım bey hemen kanlarına baktırdı. Babasının kanı uyuşuyordu.
Salih Bey'in ve Asım Bey'in kanı uyuşmamıştı. Adem bey geldi. Kapıdan girer girmez kan grubunu sordular. Onun kanı da uyuyordu. Hemen teste aldılar. Rahatsızlığından dolayı Selin'in babasından kan alamamışlardı.
Adem bey'i kan vermek için içeri aldıklarında, "Atakan!" dedi, heyecanlı bir sesle ve, "Oğlumun kanı da aynı, onu da çağırın!" dedi dedikodulardan habersiz.
Hemşire dışarı çıkıp "Atakan kim? Onun kanı da tutuyormuş." derken, Yakup bey perişan bir halde ellerini başının arasına almış koltukta ağlıyordu. Salih bey'e dönüp çaresizce, "Bulun getirin lütfen!" dedikten sonra başını ayakları arasındaki boşluğa çevirerek ağlamaya devam etti.
Salih bey, hemen oğlu Ali'ye telefon etti ve hastaneye çağırdı. Engin ve Barış Atakan'ın kolundan tutmuş o şekilde getiriyordu, Atakan, zar zor ayakta duruyor gibiydi. Hemşireler hemen Atakan'ı içeri aldılar.
Atakan'ın da kanı uyumlu ve alınabiliyordu. Hemen damar yolunu açtılar. Kasabadan ve çevre köylerden anonsla birkaç kişi daha geldi.
~~~~• ~~~~• ~~~~• ~~~~•
Melek hanım'a haberi, en yakın arkadaşı olan Asya hanıma vermek düşmüştü.
Asya hanım Barış ve Engin'in annesi Salih beyinde hanımıydı. "Selin düşmüş, iyiymiş, ama ne olur ne olmaz diye hastaneye götürmüşler." dedi, ağlamamak için kendini zor tutarak.
Melek hanımın ne zaman içine kurt düşse, boş boş topraklarla oyalanır içinin sıkıntısını öyle atmaya çalışırdı.
Yine öyle bir gündü, ne yaptıysa içinin sıkıntısını atamamıştı. O'da biliyordu Selin gidiyordu. Kalbi durmuş olarak doğan bu kız, çok bile yaşamıştı.
Yine de içinden geçenleri diline getiremiyordu. Komşusunun halini doğru anlamamış olmayı, sözlerinin doğru olmasını ümit ediyordu.
Ali, Barış'ları indirip hemen köye geldi ve Selin'lerin evinden Melek hanım ile annesini hastaneye getirdi. Melek hanım, Yakup bey'i kanlar içinde görünce daha fazla dayanamadı ve yere yığıldı.
Selin'e ilk müdahale yapılmıştı.
Ama daha kapsamlı bir hastaneye nakledilmesi gerekiyordu. Durumu kritikti. Aileye bildirildi ve ambulans hazırlandı.
Selin, sedye ile ambulansa taşınırken o halini gören herkes perişan oldu.
Atakan da ambulansın peşinden koşup "Benim yüzümden!" diye ağlıyordu.
Jandarmalar Atakan'ı sorgulamak için karakola götürdüler.
Atakan, ifade vermiyor sadece "Benim yüzümden!" ve "Durumu nasıl?" diye soruyordu.
Jandarmalar ise, "Durumu hakkında bilgi vermiyoruz. Dua et, bir şey olmasın. Yoksa seni elimizden kimse kurtaramaz!" diyorlardı.
Selin, ameliyata alınmış durumu ciddiydi.
Yakup beye, "Her şeye hazırlıklı olun!" demişlerdi.
Yakup bey ise, "Ben doğduğu günden beri hazırım doktor bey. Emanetin gideceği günü bekliyorum." dedi.
Selin, doğduğunda onu kurtaran kadim dostları olsaydı, belki de yine kızını kurtarabilirlerdi.
On dokuz yıl önce olduğu gibi tekrar dua etti.
"Allah'ım kızımı bana, bize bağışla. Sana söz veriyorum onu gözüm gibi koruyacağım. Emanetine bu sefer gözüm gibi bakacağım. İstediği gibi yaşatacağım. Bir dediğini iki etmeyeceğim. Lütfen Allah'ım lütfen alma onu bizden."
Selin, uzun ameliyatın ardından, yoğun bakıma alınmıştı durumu stabildi. Uyutuluyordu.
Jinekoloji doktoru elinde dosya ile Yakup Bey'in yanına gelip, "Kızınızın bacaklarında çizikler var. Muayene etmemizi ister misiniz?" deyince Yakup bey hiç düşünmeden "Hayır, kızıma dokunmayın! Bana onu sağ verin, başka bir şey istemiyorum." dedi
Doktor, babanın bu tutumuna saygı duyarak, "Peki siz bilirsiniz. Geçmiş olsun." dedikten sonra geldiği gibi geriye döndü.
Üç haftaya yakın yoğun bakımda kalan Selin'in durumu iyiye gitmiş, doktorlar uyandırmaya karar verip, aileyi de bilgilendirmek için odaya çağırmışlardı.
Doktor, "Buraya geldiğinde neredeyse hiç ümit yoktu. Ama şu an daha iyi durumda, yalnız beyin ne kadar oksijensiz kaldı bilmiyoruz, uyandığında her şeye hazırlıklı olmanız gerekiyor." dedi
Melek Hanım, "Yavrum yaşasın da ben ona bebekler gibi bakarım doktor hanım."dedi.
Doktor, "Peki o zaman!" dedi ve ayağa kalktı. Selin'in odasına geldiler ve yavaşça uyandırdılar. Selin, gözlerini açmış tavana bakıyor ama tepki vermiyordu.
Doktor Bülent, elinde ışıkla gözlerini muayene ederken. "Selin, beni duyuyor musun?" diye sordu
Selin tepki vermeyince tekrar sordu,
"Selin, beni duyuyor musun? Işığı görüyor musun?"
Selin ilk tepkisini vermiş ağzında bir şeyler gevelemişti
Doktor, gülümseyerek, "Hadi geçmiş olsun. bunu da atlattık!" dedi
Odada adeta bir bayram havası vardı.
Hemşireler, doktorlar sevinçten birbirini tebrik ediyorlardı.
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~
((Günümüz, Nurseli))
Bol kahkahaların ardından ilk ciddiyet Hilde'den geldi.
"Heeeyyy yeter artık toplanın. O kadar ders var. Hadi kalk, kalk, kalk, kalk, kalk." bir yandan Filiz'i bir yandan beni yataktan kaldırmaya çalışıyordu.
Beni ilk defa bu kadar gülerken gören Hilde ve Filiz içten içe mutluluk duyuyor gibiydiler. Yemek yiyip sırasıyla duş alıp yatmaya geçtik.
Filiz, ısrarla elinde tarak, kurutma makinesi ile peşimden dolanıyordu.
"Yatamazsın, hadi ama ya on dakika."
O kadar ısrar ediyordu ki sonunda kabul etmekten başka çarem kalmamıştı.
"Tamaam yaaa ooof aaalll!" dedim ve yatağa yığılır gibi oturdum.
Hilde, anne ile evladını izleyen babalar gibi yatakta uzanmış kitap okurken arada bir göz ucuyla yan yan bakıp bizi izliyordu.
Arada uyarmayı da ihmal etmiyordu.
"Sessiz olun insanlar uyuyor!"
Işıkları kapatıp sessizce uykuya daldık.
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~.
Bir ay sonra, üçüncü ders çıkışı kantine gittim. Sınıf arkadaşlarım Pelin ve Özlem de beş dakika sonra peşimden geldiler.
Birer çay almış onların gelişini beklerken uzaklara dalmıştım. Özlem, arkadan gelerek gözlerimi kapatıp, "Ben kimiiiim!" diye sordu. (Parfümle duş almadan gelseydi tanımayabilirdim)
Sesini değiştirse de tanıyordum ama şakayı devam ettirdim.
"Bitli Rüsteeem!"
Özlem, elini çekip Pelin ile aynı anda, "Ne alaka yaaa?!" dedi.
"Ne bileyim, aklıma ilk o geldi. Tarihe adımın bitli diye geçmesini istemezdim o sebepten herhalde." dedim, bir kez omuzumu yukarıya seğirterek
Pelin, iki aylık arkadaşını biraz da olsa tanımış gibi bakıyordu. Laf değiştirmek ve kendimi oyalamak için saçma şeyler söylediğimin farkındaymış gibi, "Ne oldu yine?" dedi
İki dakikada bir, masanın üzerinde duran telefona göz ucuyla bakıyordum. İki ay olmuş ama hâlâ Selim'den haber gelmemişti.
İlk defa yabancı birine özlem duyuyordum.
Pelin de sıkıntımın ne olduğunu anlamıştı.
Filiz ve Pelin, Özlem'le de Hilde aynı kafadandı. Bana yaptığımda haklı olduğumu bir tek Hilde söylemişti. Ayrı düşünmelerine rağmen, hepsinin ortak düşüncesi, benim saçmalamamdı.
Pelin, yine ekrana dokunduğumda elime bastırdı ve eliyle telefon arasında sıkıştırarak sert sert bakıp, "Böyle daha mı iyi? Saçmalama ve ara artık. Ya da mesaj at. 'Her gün buluş, konuş' demiyorum. Adam açıkça sana bırakmış. Ya o da telefon elinde senin aramanı bekliyorsa, düşünebiliyor musun? Yazık değil mi çocuğa yaa." dedi
Neden bilmiyorum, sarı yanmış yeşili bekleyen sürücü gibi Özlem'e baktım. Pelin'e hak verip vermediğine bakmıyordum. Benim aramam konusunda ısrar etmesini bekliyordum sanki. Özlem ise benden yana çıkıp Pelin'e çıkıştı. (Beni haklı gören birine ilk defa sinir oluyordum)
"Saçmalama Pelin yaa! İki ay olmuş bir defa aramamış sormamış, topu da kıza atmış. Oh ne âlâ yaa, belli ki dünden arıyormuş. Arama kız azıcık gururun olsun!"
Benim yeşil yanacak diye beklediğim yol trafiğe kapanmıştı. Ufacık bir arama cesaretimi de bu şekilde yitirmiştim.
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~
Kızlarla hafta sonu buluşup hep birlikte gezinti yapmak için sözleşmiştik.
Yurtta Hilde'yi ikna etmek çok zor olsa da sonunda başarmıştık.
Hilde ve Filiz'in çalışmadığı bir hafta sonunu ayarladık ve benim teklifim ile ilk olarak yine Sultanahmet'e gittik.
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.