Ameliyathane kapısı açılmış doktorlar birer birer çıkıyordu. Hakan abiyle biri meraklı gözlerle kendilerine bakan topluluğun ortasında durup kimseyle kontak kurmak istemiyor gibi bakıyordu. Özellikle Hakan abi ölüm haberi verecek gibi bir hâl almıştı.
Doktor, en yıkık Doğan abiyi gördüğü için mi, kanlar içinde kalmış damatlıkla gördüğü için mi bilmiyorum ona bakarak, "Siz eşi olmalısınız!" dedi.
Doğan abinin, "Evet" diyecek tâkati yoktu. Gelecek felaket haberine hazır değilim der gibi gözünden iki damla yaş ile cevap vermişti.
Hakan abi bakışlarını kaldırmadan, "Ben ne söyleyeceğini biliyorum." der gibi yere bakıyordu. İfadesi berbattı.
Herkes sabırsızlıktan kafayı yemek üzereyken, doktor, sanki kelimeleri söylemek için para istiyor gibi yavaş yavaş konuşuyordu.
"Erken müdahale edildiği için şanslı diyebiliriz, kanamayı durdurmayı başardık..."
Doktorun, en son yaydıra yaydıra söylediği "Başardık..." sözüne Alp abi atlayıp, "Amaaa?!" dedi "Sabrımız kalmadı çabuk ol" dercesine sert bir şekilde...
Anladığım kadarıyla doktor, biraz önce Leyla ablanın bana yaptığını yapıyordu. Ama hepimiz on saattir hazırdık. Bilmiyordu.
Bir an doktora baktım, o kadar bitkin bir haldeydi ki, gözlerinin altı morarmıştı. Maskenin izi yüzünde öyle bir iz bırakmıştı ki uzaktan gören çıkartmamış zannederdi.
Keşke çıkartmasaydı diye düşündüm, yüzünü böyle görmez, yıkılmazdık.
"Başardık evet... Amaaa... Kritik saatleri atlatamadık..."
"O ne bee!" dedim içimden "Atlatamadık!" ne demek? Orada yatan benim arkadaşımdı ama doktor hepimiz yatıyormuşuz gibi konuşuyordu.
"Narkozdan ayılmasını bekleyeceğiz... uyandığında kritik saatler başlayacak, önümüzdeki yirmi dört saat bi komplikasyon olmazsa..."
Hepimiz susmuş söyleyeceği şeyin kötülüğünü düşünüyorduk, ne yani komplikasyon olması olmamasından daha mı iyiydi, bu doktor bizi neye hazırlıyordu.
"Yirmi dört saat içinde bi komplikasyon olmazsa... Hayati tehlikeyi atlatmış demektir... İlerisine o zaman bakacağız."
Doktor, "size bu kadar kötü haber yeter" demiş gibi hiç ümitkâr bakmadan suçlu çocuk gibi başını önüne eğerek yanımızdan uzaklaştı.
Doktorla birlikte Hakan abide gidecekken, Doğan abinin yalvaran bakışları ve son gücüyle göğsüne bastırdığı eliyle karşılaşınca durmak zorunda kaldı.
Hakan abi ise o elin sahibine ısrarla bakmıyordu. Doğan abi, öyle bir "Aabiiğ" demişti ki, ben kendimi bildim bileli bi inlemeyi bu kadar yalvarır gibi duymamıştım.
Alp abi, Doğan abiye destek olurken Selim, Hakan abinin omuzuna dokunup, "Söyle, biz buradayız" der gibi bakınca, Hakan abi önüne siper olan elini bileğinden tutup kendine yapıştırdı. Vereceği kötü haberi, yüzüne bakarak söyleyecek gücü kendinde bulamamış gibiydi.
"Ooğğluumm, ne diym lan ben sanaa, her şey yeni başlıyor mu diyeyim, bundan sonrası daha kötü olacak mı diym ne söylim, asıl zoru bundan sonra mı diym?.."
Doğan abiimm, o dağ gibi duran abim, un çuvalı gibi birden yere yığıldı.
O zaman anladım ki, bir insanı ayakta tutan ümitleriydi. O ümit kaybolunca insanın kolu kanadı kırılıyordu. Nefesi kesiliyordu. Ve abimin cılız ümidini Hakan abi öldürmüştü...
Abimm, o dağ gibi abim o kadar ağırdı ki, beni çok rahat kaldırıp, yüz metre yürüyen Selim bile kaldıramıyordu. Dört kişi tutup götürürken bir süre peşlerinden gittik, bacaklarımda derman kalmayınca, elimin tersini ısırarak "Seliiimm" diye bağırdım...
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•Doğan yere yığılınca devriye arkadaşları kaldırmaya çalıştı.
Leyla, Hakan'ın yanına geldi. Ne olduğunu az çok tahmin ediyordu ama Hilde'ye konduramıyordu.
Hakan, başını Leyla'nın omuzuna kapatıp ağlarken bi sesin "Teliiimm!" Dediğini duyar gibi oldu. Başını kaldırıp, ilerideki insan yığınlarına bakarken, "SELİİİNNN!" dedi.
Leyla, merakla kocasına bakınca,
"Leylaa, 'Telim' diye kim söyledi gördün mü?" diye sordu
Leyla: "Hayır canım, görmedim, ben duymadım da."
Hakan: "Selin'in sesini duydum gibi oldum. 'Telim' diyordu Leyla, bebekken söylediği gibiydi."
Leyla: "Selim'e mi Telim diyordu?"
Hakan: "He yaa, kuzum hepimizin adını doğru söylerdi, anne, baba, bana abi, Elif ama sanki özellikle onu yanlış söylüyordu. Selin, arkasından 'Telim, Telim' derken, bazen duyar ama bakmazdı, hoşuna giderdi. Bana da düzelttirmezdi."
Leyla: "Canım, sen onu çok mu özledin?"
Hakan: "Evet Leyla çok özledim, kardeşimi çok özledim..."
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•Nurseli,
Bu karanlıktan gözümü açmam diğer ataklardan daha farklıydı. Bazı ataklarımda rahatlamış gibi uyanıyordum. Ama bu sefer karanlıktan karanlığa ayılmak gibi olmuştu.
Gözlerimin üzerine biri bastırıyor açmama engel oluyor gibiydi. Sağ elimi kaldırıp gözlerimin üzerindeki her neyse almak istemiştim. Kapatmadığım damar yolumda, hareketimi zorlaştıran hortumu da hissetmiştim. Yüzüme ilk onun şerit gibi soğukluğu değmişti.
Elimi gözüme değdirdiğimde bi et parçası olduğunu hissettim.
Bu neydi şimdi yaa, ben bu haldeyken kimin iğrenç şakasıydı.
Sinirlendim ve o eti tutup atmak istedim ama o et bana yapışıktı ve sıktığımda canım acımıştı.
Ağlamaktan gözleri balon oldunun vücut bulmuş hâli gibiydim. Koca bir kütle gibi varlığını hissediyordum. O baskıya, gözümü açmaya zorlayarak baskı yapmıştım.
Yine bir odada yatıyordum, İstanbul'a ilk geldiğim gün gibiydi. Selim başımda uyuyordu.
Tanıdığım günden beri bu adamın güçlü hâli beni benden alıyordu. Acaba bunun için de mi eğitim alıyorlardı.
Neredeyse üç gündür uyumuyordu ama ufak bi çıt çıkartsam uyanacak gibiydi.
Görebildiğim kadarıyla yüzüne bakmaya başladım. Sanki, bu onu son görüşüm gibiydi.
Uzun uzun izledim.
Dünya hayatıydı.
Kimin ne olacağı belli olmuyordu.
Ölüm bir anlıktı yine anlamıştım.
Ne demişti şair
Ölüm bir an..
Gelme olasılığı her an..
Tam da bu yüzden
Şimdi söyle
Şimdi sev
Şimdi dök
Şimdi yap
Şimdi yaşa..
Her şeyin sonu bir an gelebilecekken..
Yarına güvenme...
Bende bu yüzü kaybetme ihtimalini düşünerek uzun uzun izledim, tıpkı kirpikleri gibi. Anan seni ne ile besledi be adam bu neydi böyle, her bir tanesi gönlüme saplanan oka benziyordu. El bir kere öldürür sen her gözünü açıp kapattığında öldürüyorsun beni.
Telepati miydi, hissetmek miydi, ruhsal bağ mıydı? Adını bilemiyorum, ben onu izlerken yüzü tebessüm etmeye başladı.
"Bitmedi mi?" diye sorunca, "Ne bitmedi mi?" dedim sorusuna soruyla cevap vererek.
"Resmin!.." diye karşılık verince şaşırdım, "Ne resmi?" dedim anlamadığımı gösteren bir sesle.
"Ne demek ne resmi bu kadar bakmaya portrem çizilirdi." derken gözleri hâlâ kapalıydı.
"Ben resim çizmiyorum ki, gönlümün açlığını doyurmaya çalışıyorum." dedim bütün gerçekçiliğim ile.
"Doymadın mı?" sorusuna bu seferde ben, "Sen doyuyor musun?" diye sordum.
"Biri yer biri bakar demişler, sen hem yiyon hem bakıyon, hani banaa?!" deyince, "Aç gözünü, biraz da oradan besleneyim!" dedim
"Açmıyorum!" dedi trip atar gibi.
"Nedeeenn?" dediğim de, "Sende açmıyorsun." dedi
Şaşırarak, "Ama benim gözüm açık sana bakıyorum." dedim, gözlerimi bir iki defa kırpıştırarak.
"O kapaklar ağır değil mi?" deyince, "Seni görememek kadar değil." dedim
Selim, gözlerini açtı. "Keşke açmasaydın" dedim içimden, benim şiş gözlerim onun kan çanağına dönmüş gözlerinden daha iyiydi...
"Ne oldu?!" dedim isyan edercesine,
Yaa ben baygınken neler oluyordu? Hayat bana kısa ara verdiğinde neden kendine de vermiyordu.
"Ne oldu Seliiiimm?!" diye tekrarladım.
Selim, yutkundu... Kendini sıkmasından anladığım kadarıyla gözünde hâlâ akacak kadar yaş vardı... Ama onun gözlerin de yaşlar su renginde değil kan rengiydeydi.
"Ne oldu Seliiiimm?!."
Selim, bana bakmıyordu, utanıyor olamazdı değil mi, iki yıllık sevgilim benden utanıyor olamazdı. O zaman neden bakmıyordu.
"Ne oldu Seliiiimm?!" dedim son bir kez daha...
Selim, gözlerini tekrar kapattı. Gözlerinden akamayan yaşlar burnuna hücum etmiş gibiydi, o da akmasına engel olarak burnunun ucunu sıkıp içine çektikten sonra tekrar yutkundu.
Ağzından nefes verdikten sonra, "Hilde..." dedi... Bir kere daha yutkundu, kaşlarını çatıp devam etti. Gözleri kapalıyken bile yaşlar akıyordu.
"Uyandı..."
"Neeeğğhh!" dedim rahatlamış bir nefesle birlikte
Lan, laaan!.. Bu haber böyle mi verilirdi, ömrümden ömür gidecekti. Hemen yataktan doğruldum. Atağın etkisinden midir, açlıktan mıdır bilmiyorum Selim'in seslerini boğuk duyuyordum...
Hemen odadan çıktım...
Seruma ne yaptığımı bile bilmeden fırladım yatağımdan.
Ameliyathane kapısına tekrar yürümeye çalıştım ama Selim ısrarla bedenimi bir yere çekiştirip duruyordu.
Bir iki koridor geçince bizimkilerin sîmalarını gördüm... Kapıda yoğun bakım ünitesi yazıyordu. Hemen koşup camların arkasında yatanlara baktım.
Doğan abi, perdesi kapalı bir odanın önünde koltukta oturuyordu. Uyuyor gibiydi ama şah damarının kabarık ve hızlı atması öyle demiyordu.
Kapıya geldim, açıp içeri girmek istedim. Selim elimi tutup geri çekti, ben hâlâ duymuyordum, görüşüm kıtdı, bir de sesler boğuk olunca hepten sinirim bozuluyordu.
Doğan abi, benim kapıyı zorlamamdan dolayı yerinden fırlamış önüme set gibi durmuştu. Oda bir şeyler söylüyordu ama bana değildi, hissedebiliyordum. Başımı, omuzundan yukarısını göremediğim göğsüne dayadım, "Bir dakika, söz veriyorum." dedim.
Elini kaldırdı, yine saçlarımı okşayacak zannetmiştim ama o ağzımı kapatmıştı. Bir eliyle ağzıma bastırıyor bir eliyle ondan kurtulmayayım diye başımın arkasından bastırıyordu. Biraz daha fazla bastırsa çenem çıkacaktı. O hâlde Yoğun bakım ünitesi yazan kapıya geldik. İlk duyduğum ses Doğan abinin Selim'e kısık sesle kızmasıydı.
"Al şunu git, elimden bi kaza çıkartmayın."
"Abiiimm" dedim, bana kıyar mıydı?.. Saçımın teline zarar gelse dünyayı yakardı benim abim. "Al şunu git" demişti "Elimden bi kaza çıkartmayın!"
Ben ne yapmıştım kii, dezenfekte edilmediğim için miydi yoksa. Giyerdim, her şeyi yapardım. Selim'de yapmıştım yine yapardım. Bana ne dediğini umursamadım, isterse liğme liğme etsindi. Selim'den kurtulmaya çalıştım.
"Bırak!" dedim "Bırak gideceğim, ben elbise giycem." dedim. Arkamdan bir kol beni kendine çekiyordu, Doğan abi odaya doğru gittiğine göre bu çeken kimdi. Ben onun çenesini kırmak isterken, o beni tutup duvara yapıştırdı..
Beni çekip sırtımı duvara vuran, bir yandan da alçılı koluma bastıran Filiz'di. Benimle mutluluğunu paylaşmak yerine, şişmiş kemiğime bastırıyordu. Acıyor zannediyordu ama hissetmiyordum, bu kadar salak olamazdı. Canım bu kadar yanarken bedenimi hisseder miydim. Gözlerine nefretle baktım, "ÇEKİL!" dedim. "GÖRCEMM!"
Benim bağırmamla, sürükler gibi oradan uzaklaştırması bir oldu.
"Sus geri zekalı suuuss bağırma!"
"HİLDE UYANMIŞ ONU GÖRCEMM."
"Hadi yaa, öyle mi? Bi akıllı sensin değil mi? Bu kadar kişi durduk bi sen gireceksin. Sen kimsin lan, sen kimsin?! Anası babası kocası orada girememişken sana ne oluyor?"
"SİZ DE GİRSEYDİNİZ, ENGEL Mİ OLDULAR?"
"Maaall maaall konuşma geri zekalı. Hilde, senin sevgilin gibi göğsünden vurulmadı. Beyni hasar aldı beyniii. Sende olmayan beyni yaralandı... Evet bi sen akıllısın ya git gör.
Doktor ruh halinin değişmemesi lazım diyor. Üzülme, aşırı derecede sevinme, herşey yasak. Lan karnındaki çocuğu bile kim bilir ne zaman söyleyecekler!.. Dön bi bak haline mal, Hilde seni bu halde görürse ne olur bi düşün, şimdi, kendine hâkim olup oturacaksan geç, yoksa defol git belanı benden bulma!"
"Tamam, camdan bakayım azıcık."
Filiz geriye dönüp Selim'e, "Bu kız hep böyle mal mıydı, yoksa burada başına darbe mi aldı?.." dedikten sonra bana döndü ve Hilde'nin odasını işaret ederek, Ulaaann! İçeride yatanı görecek yürek varmı lan sende," dedi. İşaret parmağıyla kendini göstererek: "Ben daha anlatılana dayanamıyorum sen nasıl bakacaksın?"
"Neyi var kiii?" dedim kendimde olanı düşünüp kıyasla...
"Neyi mi var, neyi var öyle miii? Sayayım, Saçları yok, kafası sarılı, elleri, kolları, bacakları yatağa bağlanmış, Altında torba burnunda hortum. Gözünün biri kör diğeri de belli değil, konuşamıyor, Duymuyor, yemek yiyemiyor. Eliyle bir şey tutamıyor, yürüyemiyor. Daha sayayım mı haaa?.."
Son duyduğum, "Filiz yeter!" diyen Selim'in sesiydi. Ve ben yine bir karanlığa gitmek üzereydim... Beynimin arkasında hissettiğim zonklamayla, Hilde'nin bundan sonra yapamayacaklarını bir süreliğine ben de kaybetmekteydim...
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Doktorlar anestezinin etkisi geçen Hilde'nin yanına gelmişlerdi. Hilde, gözünü açmadan önce inlemeye başlamıştı. Acı çektiği her halinden belli oluyordu. Doktor, Hilde'ye ne sorarsa sorsun cevap sadece acı içinde inlemek oluyordu. Hilde, uyanıkken bir saat boyunca ara ara uzun uzun inlemişti.
Doğan, kapıda bu seslere dayanamayıp kafasını duvara vuruyordu. Hakan saat başı, hemşireler fırsat buldukça Hilde'yi uyandırmaya çalışıyorlardı. Doktor 24 saat uyanık kalması gerektiğini söylemişti. Hilde, ilk altı saat sadece inlemişti. Odada, duyanın dayanamayıp, bayılacağı bir inlemeyle inliyordu.
Hilde'nin tanıdığı ve tepki verdiği ilk kişi Hakan ve Leyla olmuştu. Leyla Hilde'ye bakıp, "Hilde geçmiş olsun. Atlattık çok şükür!" dedi.
Hilde, sesiyle "ııııığğğğhhh!.." diyerek uzun bir inlemeyle cevap verdi.
Leyla, sol elini tutup, "Sende biliyorsun, bu durumda bazı şeyler yapmamız lazım. Sen daha iyi ol diye canım." dedi
"ııııığğğğhhh..."
"Herkes burada, senden iyi haberler bekliyor."
"ııııığğğğhhh..."
"Ben doktor olduğum için izin verdiler ama diğerlerinin şuan yanına gelmesi yasak."
"ııııığğğğhhh..."
"Hiç acele etme, yorma kendini, bugün ara ara sesimi duyacaksın."
"ııııığğğğhhh..."
"Kendini yorma ki bir kaç saat sonra istediğin kişiler yanına girebilsin."
"ııııığğğğhhh..."
Bu seferki inleme acı çeker gibi olmuştu... Leyla, çok yormadan uyanık tutmak istiyordu. Ezberinde olan duaları okumaya başladı. Hilde'nin bildiği yerler gelince oda inlemesiyle karşılık verdi...
~~~~~~•~~~~~~
Doktor Doğan'ı yanına çağırdı ve, "İlk altı saat beklediğimizden iyi geçti. Bu şekilde devam ederse son bir kaç saatte sizi yanına alabiliriz... İnşaallah, yarın bu saatlerde mutlu haberini de veririz. Bundan sonra sizi zorlu bir süreç bekliyor, kanamanın beynin sağ bölgesinde olmasından dolayı sağ fonksiyonları kalıcı veya geçici hasar almış mı ona bakacağız... Şuan sağ göz ve kulakta kayıp olduğunu düşünüyoruz. Bu kayıpların bazıları bir kaç hafta bazıları bir kaç yıl bazıları da kalıcı olabiliyor. O yüzden şimdiden net bir bilgi veremiyoruz. Bunu da ilerleyen günlerde göreceğiz. Bu durumla karşılaştığımız hastalarımız var. Düzenli fizik tedavi ile üç ila altı ay gibi bir sürede neredeyse eski haline dönen hastalarımız var. Hilde hanımın hamilelik durumu netleşirse bu süre daha da uzayabilir. Lütfen biraz daha sabredelim... Siz güçlü olun ki Hilde hanıma negatif enerji vermeyelim. Şuan moralinin yüksek tutulması lazım." dedi
Doğan, "Bitti mi? Gidebilir miyim?" dedi sert bir şekilde.
Doktor, "Tâbi, geçmiş olsun." derken şaşırmış gibi bakıyordu.
Doğan: "Kusura bakma doktor, şuan o kadar kötüyüm ki, hiç bir dediğini anlamadım. Biraz daha konuşsaydın burnunu kıracaktım."
Alp, Doğan'ı kolundan tutup hemen dışarı çıkarttı. Selim, doktordan özür dileyince, doktor, "Arkadaşınız kaç gündür uyumuyor?" diye sordu.
Selim: "Benim net bildiğim üç gün, saat olarak fazlası da olabilir."
Doktor: "Hiç uyumadı mı?"
Selim: "Ben hiç görmedim."
Doğan: "Bu haldeyken kendisi güven teşkil etmiyor biliyorsunuz değil mi? Siz bir şey yapmazsanız biz müdahale edelim."
Selim: "Tamam, ben abimle bi konuşayım. Halledelim... Tekrar kusura bakmayın."
~~~~~~•~~~~~~
•~~~~•Selim dışarı çıktı, abisine mesaj yazıp yarım saat sonra buluşma ayarladıktan sonra, Alp, Furkan ve Mert'le birlikte Doğan'ı zorla arka tarafa götürdüler.
Doğan bağırıyor, içeri girmek için yardım istiyordu. Sarhoş gibi sallanıyor "Bırakın gideyim, benim yüzümden oldu, birinde tutamadım, bir daha bırakamam." diyordu.
Selim, Doğan'ı kendine çevirip elleriyle göğsünden iterek Alp'in kucağına attı. Alp tutmasaydı Doğan yere düşecekti. Doğan, şaşırmış gibi bakmaya başladı.
Furkan ne yapacağını bildiği için Doğan'ı kendine çevirdi.
"KONUŞŞŞ!" diye bağırdı.
Doğan hâlâ şaşkındı, ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalışıyordu ama zihni çok bulanıktı.
"Ne istiyorsunuz?" dedi yardım ister gibi
Furkan: "SEN Mİ YAPTIN?"
Doğan: "Neyii?!'
Furkan: "ONU MERDİVENLERDEN SEN Mİ İTTİN?"
Doğan: "Ne saçmalıyorsun sen yaa?"
Furkan: "KONUŞ DEDİM!"
Doğan: "HAYIR!"
Furkan: "DOĞRU KONUŞ, YALAN SÖYLEME!"
Doğan: "HAYIR, HAYIR HAYIR! ben yapmadım!"
Furkan: "İNKAR ETMEE, AYŞE GÖRMÜŞ SEN İTMİŞSİNN!"
Doğan: "HAAAYIIIIIIRRR!"
Furkan: "HİLDE İFADE VERDİ KAÇAMAZSIN, BAL GİBİ İTMİŞSİNN İŞTEEE. NEDEN YAPTIN KONUUUŞŞŞ!"
Doğan, çığlık atarak ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Başını "Hayır" der gibi iki yanına sallarken, "EVET! EVET! ben yaptım, ben yaptım. Ben düşürdüm!" diye bağırıyor saçlarını çekiyordu.
Hakan onlara yaklaşınca dördü birden Doğan'ın üzerine çullandılar. Hakan'da hazırladığı şırınga ile Doğan'ı bayılttı. "Beş saat uyusa yeter. Eee ne yapacaksınız nasıl götürmeyi düşünüyorsunuz?" Deyince arkadan arabayla Kadir, "Geldim komiserim!" diyerek yanlarında durdu. Doğan'ı oturtup hastaneye götürdüler...
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
•~~~~•Nurseli,
Bu seferki karanlığım bir kaç dakika sürmüştü. Hilde'den daha kötü olamazdım, buna hakkım yoktu. İyi, hiç olamazdım buna da yüzüm yoktu. Ben odada yatarken kapım açıldı.
Selim ve Alp abi Doğan abiyi getiriyordu. Baygın gibiydi. "Ne oluyor" deyince Selim şakanın sırasıymış gibi, "Seni tehdit etmenin cezasını verdim." dedi
"Selim Saçmalama, ne oldu?" diye tekrar ettim doğrusunu söylesin diye
Hâlâ şakaya devam ediyordu. "Hilde'yi merdivenlerden ittiğini itiraf etti, bende bayılttım."
Bu şakası daha iğrenç olduğu için yatağımdan kolumun üzerine doğruldum.
"O yapmadı kii, ne saçmalıyorsun?"
Selim: "Kendi itiraf etti."
"Laaann, dokunacak kadar yakın olsa şuan burada olmazdık, Hilde benim yüzümden düştü." dedim bir yandan Selim'e bir yandan Alp abiye bakarak.
Alp abi Selim'e bakıp kafasıyla beni işaret ederek, "Bunu da mı uyutsak ne diyorsun?" deyince Selim, "O yeni uyandı, gerek yok." dedi.
Bu sözüyle anladım ki: Selim, ben bayılınca sakinlestirici de verdirtmişti. Sert sert bakıp arkamı dönmeye çalıştım ama alçım izin vermedi. Ben de acı içinde geri döndüm.
Krizi firsata çeviren Selim, "Ooohhh iyi oldu. Bana bir daha sırt çevirirsen daha beter ol." dedi.
Doğan abiyi yanımdaki yatağa yatırıp aradaki perdeyi çektiler. Alp abi, Doğan abinin yanındaki koltuğa, Selim de benim yanımdaki koltuğa uzandı.
Alp abi Selim'e, "Yalnız Furkan nasıldı? Bi ara ben bile korktum laaann!" deyince Selim memnuniyetsiz bir şekilde "hııııığmmm." dedi
Alp: "Onun gibi kötü polis olamicam diye kıskanma oğlum, Allah vergisi, senin mizacına ters, yoksa sende iyisin."
Selim'in gözler kapalı atarlanarak.
"Ne kıskancam yaa, pamuk şekeri tipli adamı?" dedi
Alp: "Ha hayyyttt gördük pamuk şekerini. Nasıl öttürdü iki dakika da!.. Bundan sonra iş belli agaaa, uykusuz bırak konuştur."
Selim: "Buna itiraf mı diyorsun?"
Alp: "Bu kadarda bıraktırmam yaa."
Selim: "Sen yine de o itirafa güvenme derim."
İkilinin konuşmasından Doğan abinin yanındaki kişinin Furkan komiser olduğunu anlamıştım...
"Doğan abi ne kadar uyuyacak?" diye sordum.
"Abim dört beş dedi." diyerek Selim cevap verdi.
"İyii, yeter oda." deyip şükrettim.
Bir saat üç erkekle aynı odada kaldıktan sonra sessizce yatağımdan doğruldum. Yataktan inerken çıkan ses Selim'in gözünü aralayıp bakmasına sebep oldu...
Bu yataklara özel bir şey diye düşünüyordum, 'hasta üzerimde bir şey yapıyor' diye refakatçiye sinyal veriyor gibiydiler.
Selim'e "tuvalet" diye işaret edince o araladığı gözünü geri kapattı.
Ayakkabılarımı elime alıp, Alp abiyi uyandırmadan çıkmak istiyordum. iki adım atıp diğer tarafa geçtiğimde Alp abiyi, iki gözünü birden açmış bana bakarken gördüm. "Nereye?" der gibi bakıyordu, dudaklarımla "sus" işareti yapıp gözlerimi kırpıp uyumasını işaret ettim. Bir süre Aramızda mimiklerimizle kavga ettik.
Ben "uyu" diyordum
O "nereye" diyordu
Ben "dışarıya" diyordum
O "Selim'in haberi varmı?" diyordu
Ben "Susarsan olmayacak" dediğimde başıyla ve bakışlarıyla "la havle" çektiğine yemin edebilirdim.
Ona da "tuvalete" demem gerekmiyor diye düşünüyordum ama beni çıkartmak niyetinde değildi.
Selim, kısık sesle, "Yürüsene ne bekliyorsun?" deyince bizim mimik kavgamızı gördüğünü farkettim. Selim kavgamızı ayırıp Alp abinin gözlerini kapattırmıştı.
*(Seviyordum lan ben bu adamı. Sen duuurr bu günler bi geçsin seninle neler yapacağım... Yani inşaallah yaparız.)*
Sessizce odadan çıktım, kaç gün beni taşıdığını bilmediğim topuklu ayakkabılarımı şimdi ben taşıyordum. Onlardan kurtulmak istiyordum, ayaklarım şiştiği için olmuyordu da.
Yoğun bakım ünitesinin oraya geldiğimde koltularda tek tük insan olduğunu gördüm. Herkes bir köşeye gitmiş Hilde'ye iyi görünmek için istirahat ediyorlardı. Hemen hemşirelerin oraya gittim, bu gözlerle ve alçıyla beni ona kimse göstermezdi.
Buz torbası ve makas istedim. Öncelikle alçımdan kurtuldum. "Varan bir..." Kolumu onun yanında oynatmazsam nereden anlayacaktı ki.
Buz torbalarını alıp, odanın oraya sonradan konmuş koltuklardan birine uzun oturdum ve buzları gözlerime koydum.
Arada bir Hilde'yi gördüğümde yapmamam gereken yaşlar yine akıyordu. Hiçbir şey düşünmeden de edemiyordum. Nasıl olacaktı. Bebeğe ne olacaktı, bu felç hali ne kadar devam edecekti.
Nerede kalacaktı, ben yine bir inşaallahı eksik etmiştim galiba, çünkü Hilde bu halde İstanbul'a gelemezdi, hele bir kaç ay bu şehirden asla ayrılamazdı. İnşaallah inşaaallaaahhh sen iyi olda ben senden de ayrı kalırım canım arkadaşım.
Arada gözlerim yanmasın diye buzları kaldırıp bir iki dakika sonra da tekrar koyuyordum. Birden aklıma bir eksiklik geldi. Uzandığım yerden doğrulunca torbalar elime düştü.
Ben iki gündür annemlerle konuşmamıştım, hemen kalktım önüme ilk gelen Hilde'nin kız kardeşiydi. Onun telefonunu isteyip annemi aradım.
Anneme, Hilde'nin hamile olduğunu bilmediği için sancılandığını ve şuan düşük tehlikesi olduğunu söylediğim de annem hemen yanımıza gelmek istediğini söyledi.
"Gelip durumu öğrenip seni de alırız" deyince artık yalanlarımın karşımdakini kesmediğini anladım ama başka türlüsünü de anneme söyleyemezdim.
"Hayır gelme, iki gün burada kalıp İstanbul'a geçeceğim Engin'in nişanında buluşuruz!" dedim.
Moralsiz bir şekilde kabul edip telefonu kapattı. Bu kadar kolay kabul etmesinin sebebi, kızı olmadığım içindi diye düşünüyorum. Diğerlerine öyle değildi mesela.
"Amaaan nasılsa benim kızım değil, ben bu zamana kadar besledim büyüttüm daha ne yapayım" der gibiydi. Onlara minnettardım, gerçekten bi üvey evlada ne yapılırsa en iyisini yapmışlardı.
Bir dediğimi iki etmediler. Öz evlatlarının istediği bir şeyi kabul etmeyip, ben isteyince almalarını beni tamamen emanet görmelerine yoruyordum. Onlara nankörlük etmeyecektim, gerçek ailemi kabul etsem bile (kii şuan asla olmaz) onlarla bağımı asla koparmayacaktım. Bana vefayı da onlar ögretmişti çünkü.
Gözlerime yine buzları koyup uzun oturma pozisyonunu almıştım...
Torbaların buzu iyice çözünmüştü, onları götürüp yenisini almak için oradan ayrıldım. Hemşire gözlerimin düzeldiğini farketti. Ama ben daha da iyi olsun istiyordum. Hiç ağlamamış gibi olmalıydım.
Bu sefer bir torba alıp koltuğuma geri döndüğümde, Hilde'nin kapısının aralanmış olduğunu gördüm. Adımlarımı hızlandırıp iki saniye de olsa ona bakmak istedim. Hilde'yi uyanık tutma görevini almak için Hakan abi giriyordu.
O an Hilde ile göz göze geldik, güldü... Hilde'mmm... canım arkadaşım... bana güldü... İyiydi işte... Filiz'in anlattığı hiç bir şeyi görmedim, seven sevdiginde kusur aramazdı ki, gördüm iştee güldü... Hilde'm bana güldü...
Hakan abi ve Leyla ablanın kızgın bakışlarını hissediyordum ama onlara bakmıyordum. Hakan abi kapıyı kapatırken, beni bakışlarıyla tokatladığını görmem dışında diğerlerini umursamamıştım.
Hilde'nin bana gülmesi, o an ki portremdendi diye düşünüyorum. Buzu iki kaşımın arasına bastırmış, ağzım açık, yuvalarına sığmayan gözlerimle boynumu yukarı kaldırıp bir olaya bakmaya çalışanlar gibiydim.
(Konserde, önündeki uzun boylu kişiden uzun olmaya çalışıp, sanatçıya bakmaya çalışır gibi olduğum için de olabilirdi.)
Kapının kapanmasıyla yine koltuğuma oturdum, o gülümsemeyi ömrümün sonuna kadar unutmayacaktım. Bu bir kesindi. Beş dakika sonra Leyla abla kapıda belirdi, mimik kavgası bu seferde onunla başlamıştı ama ben düşman hattının neden atağa geçtiğini anlamamıştım.
Mimiklerin ne anlama geldiğini anlamamış olacağım ki sertçe, "Yürüüü!" diyerek beni koltuğumdan kaldırdı.
Hem önümden yürüyor hemde kızıyordu.
"Az bi sabredemiyorsun değil mi Nurseli? Herşey iyi güzel seyrinde giderken neden zora koşuyorsun. Biraz zamana bırak, trenden uçak hızı beklersen rayından fırlar trenlikten de çıkar."
Mimik kavgasını anlamadığım gibi bu sözleri de anlamıyordum. Buzu çok bastırdığım için beynimde mi uyuştu acaba diye düşünürken, "Erken olmasına rağmen seni görmek istiyor. Ne söylediysek kabul etmedi." dedi
Evet evet! bunu anlamıştım. Hilde beni görmek istemişti. Kulağım buzun etkisinde değildi emindim, içeri girmek için hazırlanıyordum. Elime verilen galoş ve önlükten de bunu anlamıştım.
İleride eltim olması için yalvardığım kişi hâlâ beni tersliyordu.
"Hadi bakalım Nurseli, nasıl yapacaksın bilmiyorum ama onu ağlatmadan, üzmeden, aşırı derecede sevindirmeden konuşacaksın unutmaa."
Bu saydıklarını ben kendime yapamazken ona nasıl yapacaktım kii, Hilde'nin H'sini duyup bayılan ben, nasıl soğukkanlı olacaktım.
Elimde buz torbasıyla birlikte kapıya geldiğimde Filiz'in anlattığı manzarayı değil iki saniyelik tebessümüne yoğunlaşacaktım.
Derin bir nefes ile içeri girdim, biz içeri girince Hakan abi çıkmak için hamle yaptı. Karı koca çocuklarına değil de bir birine gen aktarımı yapmış gibi, iki dakika önce karısının sözlerini bakışlarıyla söylüyor gibiydi.
Yanından geçerken yüzüne bakıp, "O mimiklerin benzerini duydum boşuna yorulma!" der gibi bakış ve kafa sallaması yapıp Hilde'nin yanına yaklaştım.
Hakan abinin, beni azıcık sevme ihtimali de bu bakışlarımla gitmiştir herhalde diye düşünüyorum...
Kolları ve bacakları ikişer yerden bağlanmış, burnunun deliği kadar kalın bi hortum, bir ucu boşta sallanıyor diğer ucunun nereye gittiğini bilmiyordum. "Bu hortumun amacı ney acaba" diye düşünürken, Hilde, duygularımı bastırabilirim diye düşünmemi yanıltacak derecede," ııııığğğğhhh!" deyince, gözlük ve maskemin altından çeneme inen yaşları akıtmama sebep oldu. Neredeyse bayılacak gibi hissediyordum.
Leyla abla, "Dakka bir gol bir" der gibi bakıyordu. Bense tekrar buzdan medet ummuştum. Buz, ağlamama engel oluyor gibiydi. Hemen kaşlarımın arasına bastırıp Hilde'ye yaklaştım.
Bir elimle koluna dokunduğumda yine acı içinde inler gibi, "ııııığğğğhhh!" demişti. Canını acıttığımı düşünüp elimi çektim.
Leyla abla, "Acımıyordur, o bu şekilde konuşuyor bir süre idare et!" diyerekten bana yine gönderme yapmıştı.
Onun bu tavrı, bende daha çok güçlü olma isteği uyandırıyordu. Galiba onun amacı da buydu.
İç sesim titrerken dış sesimle belli etmeden "Hildeee!" dedim ve yutkundum. Bu yutkunmam sadece tükürük içermiyordu, göz yaşlarımı, can acımı, kederimi de yutuyordum.
"ııııığğğğhhh"
Bu sese alışabilecek miydim, acı dolu inlemeyi andıran bu ses iliğimi kemiğimden ayırıyordu sanki.
"Hildee, iyi misin?"
Soru muydu bu Allah aşkına, aptalın tekiydim. Kızın iyi bir hâli mi vardı. Ama o aptallığımı yüzüme vurmayarak yine,
"ııııığğğğhhh!" demişti.
Yine derin bir nefes çekip, "Hilde, buz ister misin?" dedim elimdeki buzu göstererek, bu saçma konuşmalarım onu değil kendimi hazırlamak içindi.
"ııııığğğğhhh!"
Bu inleme ne anlama geliyordu bilmiyorum. Ama tek istediğim Hilde'nin bir daha gözünü açmamasıydı. Aciz bakışlarımı, acıdan ölmek üzere olan halimi görsün istemiyordum.
"Biliyo musun, beni öldürecekler!"
"ııııığğğğhhh?"
Evet anlamıştım arkadaşım "Neden" der gibi inlemişti. İç kahrım sevinç çığlıkları atıyordu.
"Onlar gelemiyo yaa, benim burada olduğumu öğrenseler varyaa, kıtır kıtır keserler."
"ııııığğğğhhh." Bu inlemeyi çokta merak etmedim. Ben kendime bakmalıydım, o iyiydi.
"Aşkım yine yapmış yapacağını, benden gizli beni uyutmuş, Şuan herkes uyuyor. heeyyy! dur bi dakika, bu adam beni düşündüğü için mi uyuttu, yoksa el ayak altından kaldırmak için mi?"
"ııııığğğğhhh!"
"Yaaa, olamaz yaa, bende diyorum ki, Hilde öğrense, yine sevgilisi için bir şeyler yapmış der sinirlenir. Sen görürsün hain domdom."
"ııııığğğğhhh" (Gülerek)
"Gülme bee, bende saf gibi uyanmış yüzünü izliyordum, kendi uyumak için beni kullanmış resmen. Şimdi de Alp abiyle birlikte Doğan abiyi uyutuyorlar."
"ııııığğğğhhh..." (üzülerek)
İşte bu olmamalıydı, çuvallamıştım. Hilde Doğan abiyi duyunca üzülmüştü. Hemen toparlamaya çalıştım.
"O iyi merak etme. Seni uyanık tutmak için dinleniyor. Ameliyatın uzun sürmese daha önce dinlenmeye giderdi, biraz da düğün telaşı bitti ya, üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi."
"ııııığğğğhhh."
Oh bee olmuştu eski sesine dönmüştü, ânı kurtarmıştım. Leyla abla tansiyonuna bakıp, "Hilde, siz konuşun ben biraz sonra geleceğim." diyerek çıkmak için harekete geçti.
Çıkmasını istemiyordum, ben onsuz ne yapacaktım, ya kötü bir şey söylersem ya onu üzecek bir şey söylersem diye korku dolu gözlerle bakarken, Leyla bana beş parmağını gösterip "beş dakika" der gibi baktıktan sonra gitti. Sanırım beş dakika dişimi sıkabilirdim.
"ııııığğğğhhh?!" Bunu da anlamıştım.
"Buradayım canım! Seni uyanık tutmam lazım yaa, ne yapsam diye düşünüyorum. Onlar ne yapıyor. Söyle bende yapayım?"
"ııııığğğğhhh..."
İşte bi pot daha, aptaaall nasıl söylesin?..
"Hiç kimseye söylemediğim bir şey anlatayım mı?"
"ııııığğğğhhh?"
"Ben komada ne kadar kalmışım bilmiyorum, beni ayağa kaldırdıklarında yeni emekleyen bebekler gibiydim, düşmekten korkmuştum. Ama sonra geçiyor merak etme, yani sana da olacak haberin olsun.
"ııııığğğğhhh?"
"Haa, sırrım mı, onu anlatacaktım değil mi? Ben tecavüze uğradığımı düşünüp karalar bağlıyordum yaa, bana verilen ilaçları içmedim, yatağımın altında sakladım. Biraz biriktirip hepsini birden içmek istemiştim. Bu aramızda kalsın, ben ilk defa o zaman intihar etmeyi düşünmüştüm."
"ııııığğğğhhh!"
"Biliyorum aptallık, şuan öyle bir şey olsa asla intiharı düşünmem. Yaa Hilde çok gıcıksın, seninle birlikte kendime daha çok kızmaya başladım. Vicdan yaptırdın bana, ama yoookk, bi ayaklan sana bayılırken nasıl düşülür onu öğreticem."
"ııııığğğğhhh."
"Neee, Kızım iki yıldır düzenli olarak bayılıyorum, birinde bile kafa üstü düşmedim çok şükür. O ne biçim bayılmak öyle, hiç mi dizi izlemedin. Yere yığılman lazım, önce bacaklarını katlayacaksın, yerle ilk buluşan popon olması lazım. Sonra sırayla belin kolun en sonda başın. Sen direk başının üzerine düştün. Bu sana ders olsun, bundan sonra başın dönünce ilk götünden ödün ver, evet ayılınca bi kaç gün otururken ağrıyor."
"ııııığğğğhhh!"
"Bu gidişle daha çok başın dönecek çünkü."
"ııııığğğğhhh?"
...Bir pot daha mı yaa, ooff.
"Kızıımm, bu iki arkadaş bizim başımızı daha çok döndürmeye devam edecek, belli. Hele ben daha fenayım, her gördüğümde kalp krizi geçirecek gibi oluyorum biliyosun. Bi çözümü olsa vallaa, ama yok anacığm yookk. Bu yürek çarpıntısına tıp çaresiz. Acabaa bir kere versem geçer mii?"
"ııııığğğğhhh?!" (kızarak)
"Tamam tamam, kızma şaka yaptım."
"ııııığğğğhhh?!"
"Yemin ederim şakaydı yaa, kızma vallaa beni kovarlar bak, sakin ol."
Neyse ki bu potu da atlatmıştım. Kendime şaşırıyordum, iyice rahatlamış gibiydim.
Galiba Hilde'nin bu haline çabuk adapte olacaktık...
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.