...Gözümü açtığımda Hilde ve Filiz'in yan yatakta kıvrılmış uyuduğunu gördüm. Sağ kolumda serum takılıydı. Biraz odaya ve etrafa bakındım. Hava iyice kararmıştı.
Sessizce yerimden kalkıp serum poşetini elime aldım. Çok eğilmeden yerden ayakkabılarımı aradım, bulamayınca da öylece kapıya yöneldim. (Hastane benim ayaklarımdan daha temizdi.)
Koridorda kimse yoktu, gecenin sessizliğine bürünen hastanede tek ses nöbetçi hemşirelerin konuşmalarıydı. Onlarla göz teması kurmadan yavaşça yanlarından geçerek yine üst kata çıktım... Yoğun bakımın koridorunda, duvardan destek alarak yürüyordum... Bayılmadan önce, Selim'in annesinin durduğu yerde, şimdi başka bir kız duruyordu, Pınar... Ağlayarak Selim'e bakıyordu.
Odanın karşı duvarından tutunarak yavaşça ilerlemeye başladım... Camın hizasına gelince durup içeriye baktım... Selim, ağzında ve burnunda hortum, kolunda tansiyon aleti, göğsüne takılı kablolarla makineye bağlı yatıyordu... Göğsünde de sargı vardı... Daha bir yıl önce aynı vaziyette olmamış olsaydım bile, bu hâline kayıtsız kalamayacağım gibi, şuanda da nefesimin kesildiğini hissediyordum. Elimi, yine kalbime bastırıp bu empatiden bayılmadan kurtulmaya çalıştım...
Pınar, arkasını dönmeden omuz hizasından bana bakıp, tekrar Selim'e doğru döndükten sonra gözyaşlarını silerek oradan uzaklaştı.
Bakma sırası bana gelmişti ama ben yerimde çivilenmiş gibi duruyordum... Bir güçle kendimi ileri duvara atmaya çalıştım ve güçlükle ayaklarımı sürüyerek başardım.
Cama geldim, başımı dayayıp ağlamaya başladım.
"Özür dilerim! Çok geç kaldım! Söz veriyorum, bundan sonra seni asla bırakmayacağım..." dedim, kalbim gibi dilimin de kontrolünü kaybetmiş şekilde,
Çok geçmeden Doğan, gözlerini ovuşturarak yanıma geldi. Bu adama daha ne kadar tahammül edecektim bilmiyordum. İlk işim onu Selim'e söylemek olacaktı... Belli ki, o kız Doğan'ı buraya göndermişti. Doğan, camın oraya gelince önce Selim'e baktı. Her şeyin normal olduğunu gördükten sonra bana dönerek, utanmadan, "İyi misin?" diye sordu. Yüzüne bakmadığım gibi, sesini de duymayıp oralı bile olmadım. Gözümü bir an olsun Selim'den ayırmıyordum. Doğan da kendisini takmadığımı anlamıştı.
Yanımdaki koltuğa oturup, hem sinirli hem sitemli hem ağlamaklı bir tonda, "Eski, kapanmış dosyaları tekrar araştırmaya başladı. Hepimiz 'bırak, didikleme' dedik. 'kendimi böyle oyalıyorum.' dedi... Bu dosyada da eksik kalan şeyler buldu, sonra da böyle oldu... Sekiz yıldır, ailemden bile çok birlikte olduğum en yakın arkadaşımı kaybediyordum. Kollarımda son nefesini veriyor zannettim. Onun yerinde olmak için ne kadar yalvardığımı bilemezsin." deyince, o an içimden bir şeyler koptu, Selim de beni unutamamış ve ayrı durabilmek için canını tehlikeye atmıştı...
~~~~~~•~~~~~~ Doğan, başını elleri arasına almış ağlıyordu. Neredeyse, en yakın arkadaşı kollarında ölüyordu. Hemde bu kız yüzünden. Böyle olacağını bilseydi hiç destek olur muydu. İlk günden onları yalnız bırakmaz, kendi hallederdi. ~~~~~~•~~~~~~
•~~~~•Nurseli,
Beynime kurşun gibi saplanan, "Kendimi böyle oyalıyorum"la başımı cama vurarak ağlamaya başladım...
Elimde ki, en fazla yüz ml olan serum poşeti, bana yüz litreymiş gibi gelmeye başlayınca daha fazla tutamadım ve bıraktım... Ben, Selim'in acısı bir yandan, vicdan azabı bir yandan kıvranırken, Hilde gelip omuzuma dokundu...
Arkamı dönüp, "Benim yüzümdenmiş." diyerek Hilde'ye sarıldım
Hilde, ise yine Doğana bağırdı.
"NE SÖYLEDİN ONA!"
Doğan ayağa kalkıp, içinde yatan aslanı uyandıran Hilde'ye, "BAĞIRMA BANAAA!" diye bağırdıktan sonra, "DOĞRULARI SÖYLEDİM TAMAM MI? ŞÜKREDİN Kİ SELİM'E BİR ŞEY OLMADI, YOKSA ELİMDEN SİZİ KİMSE KURTARAMAZDI." dedikten sonra
"Ne haliniz varsa görün." der gibi elini arkaya atarak gitti.
Hilde, zerre kadar umursamamış gibi tekrar sarılıp, "Hadi odaya gidelim! Yine bayılacaksın yoksa... Hadi güzelim... Bak Selim sabah uyanacakmış! Seni böyle görmesin. Hadiii!" dedi
Ufacık bir teselli bile heyecanlanmama yetmişti. "Uyanacak değil mi?" dedim, kandırılmaya bile razıymışım gibi
"Evet güzelim uyanacakmış, doktor söylemiş. Şuan narkozun etkisinde, o yüzden uyuyor. Ağrısı çok olmasın diye uyutuyorlarmış. Sorun yok yani!" deyince içime su serpildi
Selim'in iyi olmasına şükrederek, "Arkadaşı nasılmış peki?" diye sorduğumda
Hilde cevaplayamadı.
Yüreğime kaya düşmüş gibi, "Öldü mü yoksaaa?!" dedim, bedenim gibi sesim de titreyerek.
"Hayır! Hayır! Yaşıyor çok şükür, ama Onun durumu daha ağırmış! Kurşun arkadan kalbine yakın yere girip kaburgasına saplanmış. Onu daha geç uyandıracaklarmış!"
(Bu kadar bilgiyi bize çok görmeselerdi, şuan nerede nasıl olurdum acaba?)
Selim, benim yüzümden eski davayı açmış, sonunda da iki kişi ölümle burun buruna gelecek şekilde sonuçlanmıştı. Başımı Hilde'nin omzuna koyup, ağlayarak, "O komiser de benim yüzümden bu halde." dedim
Hilde yine teselli ederek, moralimi düzeltmeye çalıştı. "Bak güzelim, sebep sonuç arasında çok takılıyorsun. Böyle olacağını bilemezdin. Hiç kimse bilemezdi. Selim de Furkan komiser de. Belki de Furkan komiser için daha kötüsü olacaktı. Kim bilir belki de, Selim yardım etmiş işini kolaylaştırmıştır ve bu da senin sayende olmuştur. Nereden bilebilirsin kii. Lütfen. kendine yüklenme artık!"
Hızlı hızlı atan kalbime dokunup,
"Bu acı nasıl geçecek pekii?" diye sordum vicdanımı kasdederek.
"Zamanlaa zamaan! Birbirinize destek olup ilaç olacaksınız ve birlikte iyileşeceksiniz!"
Biz sarılmış konuşurken, elinde demir tabakla hemşire gelip, yerdeki serum poşetini kaldırdı ve, "Bu nee?" diye sordu.
Benim kanım seruma yürümüş ve neredeyse dolmak üzereydi... Kolumdan tutup birlikte koltuğa oturttular. Hemşire poşeti kaldırıp Hilde'ye verirken, "Böyle bekleyin, geliyorum!" dedikten sonra Selim'in odasına girdi.
Hemşireden sonra Hilde'yi de dinlemeyip, koltuğun sırtından tutunarak ayağa kalktım... An ve an hemşireyi izliyordum... Selim'in koluna takılı seruma ilaç enjekte ettikten sonra ayak ucundaki dosyayı aldı... Önce saatine, sonra monitöre bakarak bir şeyler yazdı... Sonra da tepsiyi alıp dışarı çıktı.
Beni ayakta görünce, "Neden kalktın?" diye kızarken serum poşetini alıp, diğer kolumdan tuttu. İki kızın kolumdan desteği ile dışarı doğru yürüyüp asansörün oraya geldik.
Artık tâkatim kalmamıştı, çok yorulduğumu hissedip başımı Hilde'ye dayayarak yürüdüm...
•~~~~~Asansörün kapısı açıldı. Elif ve Zeynep asansörden indi... İkisi de kolunda kan takılı olan bu kızı ikinci defa görüyorlardı. Onlar asansöre binene kadar izlediler. Asansörün kapısı kapanınca, Zeynep, "Ben bu kızı bir yerde gördüm sanki?" dedi
Elif, "Evet, akşam Furkan abiye bakmaya gelmişti... Koridorda bayıldı, Doğan abi de alıp götürmüştü!" dedi
Zeynep biraz daha düşünüp, "Yok yaa! Sanki başka bir yerde görmüştüm... Furkan komiserin neyi acaba?" diye sorunca, kızın kaldığı odadan dolayı, Elif bildiğini söyledi.
"Kardeşi diye duydum, baya kötü demişlerdi. Annem gibi, ona da özel doktor gelmiş!"
Zeynep: "Rahatsızlığı neymiş?"
Elif: "Bilmem!"
Elif, Zeynep ile birlikte abisine bakıp biraz durduktan sonra, Zeynep, Pınar'ı da alarak vedalaştı... Elif'te annesinin yanına geçip uyumaya başladı.
•~~~~•Nurseli,
Son bi gayretle odaya girdik... Hemşire serumu yerine takıp ayarı kısarken, "Seruma bakın, bitince bu mandalı buraya çekip bizi çağırın!" dedi
Hilde, "Tamam! Kolay gelsin." diyerek hemşireyi uğurladı.
Bende günün yorgunluğu ve ilacın da etkisiyle yavaşça uykuya daldım.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Sabah olmuş, güneşin ilk ışıkları Nurseli'nin odasını aydınlatmıştı.
Filiz uyanmış, camdan güneşin doğuşunu izlerken, koridorlarda yemek dağıtan araba seslerinin tıkırtısı odaya kadar geliyordu.
Nurseli'ye baktı, bu seslere uyanmadığını görünce tekrar camdan tarafa dönüp iki gün içinde yaşadıklarını düşündü. Sayısız polis, ambulansla gelen yaralılar, hatta vefat eden kişileri görmüştü. Şimdi ise etraf sessiz sakindi... Akşam ki, acıdan yerlere yatan cenaze sahipleri de cenazelerini hastanede bırakıp gitmişlerdi. "Kütüphane bile bu kadar sessiz olmamıştır herhalde" diye düşünürken, Doğan hafifçe kapıya vurdu... Filiz arkasına dönünce, müsade isteyip içeri girdi.
Filiz'e, Nurseli'yi işaret edip, "Nasıl?" diye sorunca, Filiz bu hâlde olmasının sebebinin kendisi olduğu için ters ters bakıp kısık sesle "Hemşire ilaç verdi, uyuyor!" dedi
Doğan, bu tavrı tınlamayıp Nurseli'ye duyurmamak için daha da kısık tonda, "Selim'i uyandıracaklar!" dedi
Hilde, yattığı yerden birden kalktı ve sessizce, "Gidelim!" dedi.
Filiz ve Doğan şaşırmıştı...
Filiz, "Sen uyumuyor muydun?" deyince, Hilde eğilmiş ayakkabılarını giyerken, cevap verdi. "Komiserin sesine uyandım."
Doğan, Nurseli'ye bakınca da, "O iki gündür uyumuyordu bir de ilaç, öğlene kadar uyanmaz." deyip, Doğan'ın yürümesini bekledi.
Doğan, Filiz'e bakarak, "Tamam gidelim!" dedi ve arkasını dönüp ilerledi.
Hilde, Filiz'in koluna girip, diğer elini yumruk yaparak Doğan'ın kafa hizasına kaldırdı... Doğan, bir şey söylemek için arkasını dönünce, kendine kalkmış yumruğu gördü. Hilde, hemen elini kafasına götürüp başını kaşımaya başladı, gözlerini boşlukta gezdirerek.
Doğan, Hilde'nin göz hizasına eğilerek sinirli bakışları ve kısık sesiyle, "Geride durun! Fazla kalabalık istemiyorlar!" deyip, kapıya doğru dönünce, Hilde, bu seferde, Filiz'in "görecek, yapma" dürtmesine rağmen dudaklarını büzüp kafasını (Hintliler gibi) sallayarak taklitini yaptı...
Asansörün oraya kadar, Doğan önde kızlar arkada yürüdüler... Asansöre binerken Doğan eliyle kızlara yol verdi ve yukarı çıktılar.
Selim'in odasının önü aşırı kalabalıktı. Herkes cama yaklaşmış doktorları izliyordu. Annesi, babası, abisi, kardeşi ile Elif sarılmışlar dualar ederek izliyorlardı.
Doğan ve kızlar biraz daha yaklaştı. İçeriyi rahatlıkla görebilecekleri yere gelip bakmaya başladılar.
Doktorlar kendi aralarında konuşuyor, başlarıyla olur gibi şeyler yapıyorlardı. Selim'in başına eğildiler. Bir doktor kulağına
"Selim?! Selim?! Beni duyuyor musun?" dedi
Selim gözlerini açtı, acı çeker gibi yüzünü kırıştırdı. Doktor elini omuzuna götürüp, bir şeyler söyledikten sonra da cama dönerek,
"her şey yolunda" işareti yaptı...
Herkes sevinç içerisinde birbirine sarılırken
Hilde de, önce Filiz'e sonra da Doğan'a sarıldı. Doğan sevinçten ağlıyordu... Hilde'ye sarılırken hıçkırıklarını tutmaya çalışıyordu. Hilde, birden Doğan'a sarıldığını fark etti ama ağlamasından dolayı bir süre ayrılamadı.
Doğan'ın, çocuk gibi hıçkırmamak için kendini sıktığını hissetti ve elini Doğan'ın omuzlarında sürükleyerek ayrılmaya çalışıp, "Tamam komiser, geçti artık üzülme! Hepimize geçmiş olsun. Rabb'im bir daha göstermesin." dedi
Doğan, kendisini geri çekip Hilde'ye bakmadan, gözlerini silerek
"Amiinn!" dedi, "Hepimize geçmiş olsun."
Doktorlar, artık kritik saati atlattıklarını söyleyip, bir kaç kişi dışında hastanede kimsenin kalmamasını rica ettiler...
Doktor, Selim'in abisinin arkadaşıydı. Yavuz bey ve Selma hanıma, "Lütfen gidip dinlenin, yarına kadar tam anlamıyla uyanmaz. Biraz toparlanın öyle gelin." dedi.
Bir saat sonra, nöbet tutan iki polisten başka Selim'in koridorunda kimse kalmadı. Doğan, Selma hanımı ve Elif'i eve bırakmaya giderken,
Selim'in abisi de, babası ve kardeşini Eyüp Sultan hz. ziyarete götürdü.
Yavuz beyin adağı vardı, kurban kesip fakire dağıtacaklardı.
•~~~~•Nurseli,
Kolumu sıkan şeyin acısıyla uyandığımda hemşire tansiyonumu ölçüyordu.
Uyandığımı görünce bana doğru eğildi,
"Koca kurşun yiyen adamlar senden daha iyi. Hele birini taburcu edeceğiz. Senin ise tansiyon hâlâ yerlerde. Ne yapacağız böyle? Damar yolunu çıkartmıyorum. Bir şeyler ye, meyve suyu iç bakalım, yarım saat sonra tekrar bakacağım!" deyip gitti.
Hemşirenin neredeyse hiç bir dediği aklımda kalmamış, sadece, "Kurşun yiyen adamlar senden iyi, biri neredeyse taburcu olacak!" dediği kazınmıştı. Taburcu olacak kişinin Selim olduğunu biliyordum.
Hemşire gidince gizlice odadan çıkıp, arkamı kollaya kollaya asansörün oraya geldim... Bir kaç kişi ile asansöre binerek üst kata çıktım. Selim'in kapısında bekleyen polisler beni uzaklaştırmasın diye teker teker yüzlerine bakıp baş selamı vererek cama yaklaştım ve çekinerek içeri baktım. Selim'in hava çıkartılmış, kendi kendine nefes alabiliyordu. Selim, yavaşça gözlerini açıp önce tavana sonra başını çevirerek bana baktı ve tekrar gözlerini yumdu.
Sevinçten sağımdaki ve solumdaki polislere bakıp, aşağı yukarı zıplayarak, "Açtı!.. Açtı!..Gözlerini açtı!.." dedim, "sizde benim gördüğümü gördünüz mü der" gibi
Hemşire, bir şey oldu zannedip koşarak yanıma gelince, onunda kolundan tutup "GÖZLERİNİ AÇTIII!" dedim
Hemşire, "Evet biliyoruz! Uyandı!" dedi, "sakin ol" der gibi
Hemen hemşirenin önümde diz çöküp.
"Bir defa yanına gireyim lütfen!
YALVARIYORUM LÜTFEEEENNN!" dedim
Hemşire, beni kaldırmaya çalışırken, "Yasak, olmaz!" dedi ama ısrarla yalvarmama dayanamayarak, "Tamam! Gel sana bir şeyler giydirelim!" deyip beni hemşire odasına götürdü.
Ellerimi yıkatıp dezenfektan sürdükten sonra, önlük, maske, galoş ve eldiven giydirdi. Beni hemşireyle görünce, polisler bir süre birbirine bakıp daha sonra bana bakınca, bu seferde onlara yalvarır gözlerle baktım. Hemşire, "Beş dakika, ben buradayım." deyince onlarda geri çekildi... Sevinçten titreye titreye Selim'in yanına gelip dikildim...
Hemşire bana bir tabure getirip, "Otur!" diye işaret etti ve camdaki perdeyi indirirken, "Çok uzatmak yok, tamam mı?" deyip dışarı çıktı.
Biraz ellerim dizimde bekleyip, iki defa da tutmaya teşebbüs ettikten sonra, nihayet Selim'in elini tuttum ve ağlayarak, "Operasyonda ben olmayınca da neler oluyormuş, gördük beyefendi. Keşke bende olsaydım, sana çelme taksaydım, düşseydin, en fazla dizlerinle avcun kanardı, yine bana kızardın, 'operasyonumu mahvettin' derdin. Ben de özür dilerdim, amirine ne hesap vereceğini düşünürdün ama böyle olmazdı... Bi daha bir yere gitmek yok, al sana emri vaki. Uyan çabuk! Kalk! Senin yerine ben yatayım, sana yatmak yakışmıyor! Lütfen kalk!" deyip alnımı yatağa koydum.
Selim'in, kolunun kımıldadığını hissedince başımı tekrar kaldırıp, "Sen beni duyuyor musun?" dedim heyecanlı bir kekelemeyle
Selim, işaret parmağımı sıkınca emin olmak için, "Bir kere daha sıkar mısın? dedim,
Yine sıktı.
"Canın acıyor mu?" dedim,
yine sıktı
"Rahat mısın?" diye sordum
yine sıktı
"Yattığıma bakma, o kadar uyanığım diyorsun yani." dediğimde, yine sıktı ama bu sefer daha uzun tuttu. O bırakmadan ben eğildim... Elini öptüğümde parmağını serbest bıraktı. Ben de hemşire odaya girene kadar öyle bekledim.
Hemşire gelip, "Hadi çıkalım mı artık! Bu kadar yeter!" dediğinde elimi gösterip, tekrar sevincime ortak aradım, "Biliyo musun, elimi sıktı."
"Oooo öyle mi! Ne güzel. Hadi artık çıkalım. Ne kadar çok dinlenirse o kadar çabuk toparlar!" dedi
Sebebini bilmediğim şeyi söylerken, kollarımı yana doğru açıp boynumu büktüm, "Kalkamıyorum kiiii!"
Bacaklarım titriyordu.
Hemşire gülerek, "Gel hadi gel!" dedi ve kolumdan tutarak dışarı çıkmama yardım etti. Dışarı çıktığımda bir kere daha cama döndüm ve gözüme yine perde indiğini hissettim... Son duyduğum, hemşirenin "Heeeyyy!"i olurken, son gördüğüm beni tutmak için hamle yapan polisti...
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.