bc

KIŞ MASALI BAHAR VAKTİ

book_age12+
384
FOLLOW
2.4K
READ
others
drama
comedy
sweet
humorous
spiritual
like
intro-logo
Blurb

Aşklarına şahit olduğumuz, birlikte ağlayıp birlikte güldüğümüz kahramanlarımızın çocukları var şimdi sırada. Mahşerin dört atlısının ve hepsi birer çiçek olan kızlarının hikayesi.

Hazırsanız başlayalım

chap-preview
Free preview
BÖLÜM 1
Sinemis “Ali! Çıldıracağım ben artık!” diye resmen haykırdım telefonda. Aliyse her zamanki sakin olma çabasıyla: “Tamam, sakin ol hayatım. Ben de geliyorum hemen” dedi ve telefonu kapayıp yola devam ettim. Sinirden elim ayağım buz kesmişti resmen. Bunun sebebi, çocukların okulundan gelen telefondu. Şikâyet telefonu! Okula gelince, utana sıkıla indim arabadan ve müdürün odasında aldım soluğu. Hiç şaşırmadığım bir manzara vardı karşımda, Gülçin ve Beril de oradaydı. Birbirimize anlamlı bakışlar atarken, bana: “Hoş geldiniz Sinemis Hanım” diyen müdürü selamlayıp oturdum. Bu defa ne anlatacağını merak ediyordum. “Evet, mahşerin 4 atlısının anneleri geldiğine göre konuyu anlatabilirim” deyip hafiften güldü müdür. Alışmıştı zavallı adam, bizden daha rahat karşılıyordu artık olayları. “Buyurun Yusuf Bey” dedi Gülçin, “Bu defa ne yaptılar?” Eğer burnundan alev çıkarabilseydi, o anda eminim ki yapardı. Öyle sinirliydi çünkü. “Bir çocuğu, spor salonunda basketbol direğine bağlayıp üstüne basketbol toplarını atmışlar. Bir nevi pota yapmışlar çocuğu. Ağzı yüzü kan içinde odama zor getirdiler. Hastaneye gönderdim buradan. Ailesine ne hesap vereceğimi düşünüyorum kara kara” deyince nabzım hızlandı. Yaptıkları korkunç şeye ne tepki vereceğimi bilemedim. “Neden yaptıklarını söylediler mi?” dedi Beril, sesi neredeyse çıkmıyordu. “Vallahi Beril Hanım, sizin çocuklarla böyle durumlarda konuşulmuyor. Kendilerini savunmak için dördü bir ağızdan anlatmaya başlayınca susturdum. Ama takdir edersiniz ki neden yaptıkları bu durumda çok da önemli değil. Çocuk Allah muhafaza beyin kanaması geçirebilir” “Ay Allah korusun” dedim korkuyla. O sırada Ali, Çınar ve Alp girdiler içeri. Hepsi gergin ve panik halindeydi. Müdür kısaca durumu onlara da özetleyince, zaten gergin olan sinirleri iyice tepelerine çıktı. Alp, ondan hiç beklemediğim bir öfkeye büründü. Genelde ebeveynler içinde sinirli olanlar Gülçin, Çınar ve ben oluyorduk çünkü. Bizimkilerle birkaç soru daha sorup, hastanedeki çocuğun durumunun iyi olduğu bilgisini aldık. Biraz olsun içim rahatlamıştı. “Neyse” dedi Yusuf Bey sonunda. “Çocuklara ceza olarak bir hafta uzaklaştırma vereceğim. Bilginiz olsun istedim ama konuşmak istediğim şey başka,” dediğinde: “Ne oldu müdür bey? Lütfen başka bir olay oldu demeyin” diyen Ali ürkmüş görünüyordu. “Başka olay olmadı ama bu çocukları hizaya getirmeniz lazım hanımlar beyler. Okulun en başarılı çocuklarından dördü sizinkiler. İnanın, bir tane düşük notları yok, zehir gibiler. Ama böyle giderse okuldan atılmaları işten bile değil. Diğer veliler de tepki koymaya başladılar, bir sürü imayla geliyorlar bana her olayda. İdare ediyorum, sırf gelecek gördüğüm için ama bu son şansları. Bu defa o çocuğun ailesini nasıl idare ederim bilmiyorum. Uzaklaştırma aldıklarını söyleyince belki sakinleşirler. Ama bilmenizi istiyorum, bir dahaki olayda onları okuldan atacağım” dediği an buz kesti ortalık. Olay gerçekten ciddiydi artık. Yusuf Bey, çocukların başarılı olmasından dolayı bu zamana kadar idare etmişti onları. Ama demek ki veliler de bu durumdan rahatsız olmaya başlamışlardı. Haklıydı ki insanlar, biz olsak biz de aynısını yapardık. “Yusuf Bey” dedim ciddi bir tavırla. “Haklısınız siz ve bu zamana kadar zaten fazlaca tolerans tanıdınız. Biz çocuklarla konuşup durumun ciddiyetini onlara da anlatacağız. Ama dediğiniz gibi, tekrar ederse hataları, lütfen gerekeni yapmaktan çekinmeyin” Ali de, diğer arkadaşlarımız da beni desteklediler. Adamcağızın artık yapabileceği bir şey kalmamıştı çünkü. “Ben çocuklardan, aldıkları cezayı size kendilerinin söylemelerini istedim. Bilmiyor gibi davranın olur mu?” diyen Yusuf Beye ‘Tamam’ dedik ve vedalaşıp çıktık odasından. Çocuklar okulun ana kapısında, ellerinde uzaklaştırma kâğıtlarıyla bizi bekliyorlardı. Hepimiz gergin bir şekilde dikildik karşılarına. “Evet, yeni bir olayla karşımızdasınız beyler. Yaptığınız şeyi ayrıca ve detaylıca konuşacağız ama önce söyleyin, cezanız nedir?” diyen Ali’ye cevap, benim haylaz oğlum Aybars’tan geldi: “Önemli değil baba ya, bir hafta uzaklaştırma aldık sadece, bir şey yok yani,” demesiyle Ali; Yüzüklerin Efendisi’nde Gandalf’ın Bilbo Baggins’e sinirlendiğinde aldığı şekle büründü. Karardı adam bir anda sanki. “Karşımda geniş geniş konuşma, bana doğru düzgün cevap ver!” diye haykırınca, Aybars hemen pıstı. Ali, genel anlamda sakin ve eğlenceli bir babaydı çocuklarına karşı. Ama artık o da bıkmıştı bu olaylardan. “Yediğiniz haltlar bini aştı artık!” dedi Çınar. “Ama sıkı birer ceza da bizden alacaksınız, hiç merak etmeyin” derken birden Yiğit’in kafasına bir tokat indirdi. Hepimiz ne olduğunu anlamaya çalışırken: “O sakızı alır, seni onunla tavana asarım!” diye devam edince, Yiğit’in sakız çiğnediğini fark ettik. Sanırım o darbeden sonra sakız midesine inmişti, görünmüyordu çünkü. “Pardon baba” derken atarlıydı Yiğit. Arkadaşlarının yanında böyle bir şey yaşamak hoşuna gitmemişti ama sesini de çıkarmamıştı. Normalde olsa, benim bildiğim Yiğit çoktan esmeye başlamıştı. Çınar gibi bir adamın oğlu olduğu için, öyle geri adım atmaya meyilli değildi. Aslında dördünden hiçbiri geri adım atma huyuna sahip değildi ama bizdeki tavır ve tepki, diklenmelerine engel olmuş gibiydi. “Ne ceza vereceksiniz bize? Aldık ya ceza yetmiyor mu?” diye aradan cesur bir isyancı belirdi, Ayaz. O da tepkisini Gülçin’den aldı: “Seni arabanın arkasına bağlar eve kadar sürüklerim çocuk! O zaman yeter mi yetmez mi sen karar verirsin” deyince cevap vermedi ama bakışlarıyla karşı geliyordu. “O kafanı öyle dikme oğlum, sabrımızı da zorlama istersen” diyen Alp, Ayaz’ın bakışlarını durdurdu. Sakindi ama derin bir otorite taşıyordu tavrı. “Hadi gidelim artık” diyen Ali’nin sözüyle herkes toparlandı. Çocuklar arabaya binerken, akşam kahvesini dışarıda içmek için sözleştik ve biz de bindik. Yolda çocukların sesleri çıkmıyordu ama tavırlıydılar bize. Bu her zamanki alışıldık sahneydi zaten. Hiçbir zaman suçlarını kabul etmeyip, ya okulu ya da başka birilerini suçluyorlardı. Biz de aldırış etmiyorduk bu tavırlara. Eve gelir gelmez odalarına çıktılar. Bizim beraber geldiğimizi görünce Setanay: “Yine mi olay?” dedi. “Bitiyor mu bizde olay kızım” dedim bezgin bir tavırla. “Ben abimlere bakayım” deyip yukarı çıktı. Olanları onlardan dinleyecekti muhtemelen. Abilerine inanılmaz düşkündü, abileri de ona. Öyle güçlü bir bağ vardı ki aralarında, ben ablamla bu bağı hiç kuramamıştım ne çocukken ne de yetişkinliğimde. “Sıkı bir konuşma ve ciddi bir uyarı yapacağız Sinemis. Yoksa geleceklerini mahvedecekler” diyen Ali’ye: “Tamam hayatım” deyip mutfağa geçtim. Ali’nin arkamdan derin bir nefes vermesine de aldırmadım. Gülay ve Hacer akşam yemeği hazırlığındaydılar. Onlarla selamlaştım, biraz sohbet ettim ve masayı hazırladık. Yemek hazır olunca, Gülay çocukların yanına çıktı haber vermek için. Okulda olay olduğu için, içi içini yiyordu biliyordum. Çocuklar üzülecek diye aklı gidiyordu çünkü. Birazdan aşağı inip: “Çocuklar aç değilmiş, yemeğe inmeyeceklermiş” deyince yerimden fırlayıp merdivenin başına geldim: “Aybars! Jankat! Setenay!” diye öyle bir bağırdım ki, saniyesinde odalarından fırladılar. “Efendim anne?” diyen Setenay’ın seslenmesinden sonra: “Herkes yemeğe!” diye bir kez daha bağırdım ve ellerini yıkayıp geleceklerini söylediler. Ben yemek masasına dönünce Ali’nin bana olan şaşkın bakışlarını gördüm: “Ne oldu?” diye sorunca: “Sesin diyordum, muhteşem bir yankıyla yayıldı da. Yani bütün mahalleye…” diye dalga geçti. “Ali!” dediğimde gülerek: “Tamam, sinirlenme sevgilim. Sen bağırırken de çok güzelsin” dedi ve önüne döndü. Ben de Ali’yi bırakıp Gülay’la Hacer’e döndüm: “Bakın, çocuklar okuldan uzaklaştırma aldılar. Bir hafta okula gitmeyecekler. Ama daha kötüsü, bir kez daha olay çıkarırlarsa okuldan atılacaklar. Lütfen, yüz vermeyin ve destek olmayın. Rica ediyorum,” derken çocuklar içeri girince sustum. Yemekler yendikten sonra mahkeme kuruldu evde. “Evet” diye Ali aldı ilk sözü. “Neden böyle bir şey yaptınız arkadaşınıza?” “O bizim arkadaşımız değil” diye cevap da Jankat’tan geldi. Aslında Jankat’ın yüzüne bakan hiç kimse, onun böyle haylazlıklar yapacak bir çocuk olduğuna inanmazdı. Aybars’ta vardı o hava ama Jankat masum görünümlü bir fırlamaydı, gerçekten. Hele o ağır abi tavırları, insanı hayrete düşürecek cinstendi. “Aranızdaki bağ bizim için çok önemli değil oğlum, neden yaptınız?” diye üzerine basa basa soran Ali gerilmişti çocukların rahatlığına. Hiç müdahale etmedim, hep ben savaşıp ben fırçalıyordum. Bu defa da o yapabilirdi. “Arkadaşımızın kız arkadaşını rahatsız etti” diye cevap verdi Aybars. “Anlamadım?” diyen Ali, garip bir tavırla sordu bu soruyu. “Bak şimdi baba” diye kabadayılar gibi bir tavırla konuya giren Jankat’a: “Böyle konuşacaksan terlik geliyor Jankat” dedim. Kendini toparladı biraz ve devam etti: “Bizim Kerem diye bir arkadaşımız var” “Kardeşimiz” diye düzeltti Aybars. “Evet, kardeşimiz gibidir. Neyse, Kerem’in kız arkadaşına facebooktan oradan buradan yazıyormuş. Kız güzelce uyarmış ama dinlememiş tabi” “Kaşınıyor ya” diye ekledi Aybars. Ali de öksürerek müdahale edip dinlemeye devam etti Jankat’ı. “Sonra Kerem uyarmış, ona da iler geri konuşmuş. Dün de yolda arkadaşlarını toplayıp Kerem’le kız arkadaşını hırpalamışlar. Biz de cezasını kestik” derken epey gururluydu. “Aferin be!” dedi Ali sinirle. “Kendi adaletinizi maşallah kendiniz ne güzel sağlıyorsunuz. Ben diyorum zaten, ne gerek var idarecilere, mahkemeye, polise. Değil mi Sinemis? Bak bizim çocuklar adaleti sağlama yolunu bulmuşlar” derken dişlerini sıktığını fark ettim. “Baba ne yapsaydık?” diye sordu cesaret timsali oğlum Aybars. Babasındaki voltajı fark edememişti sanırım o anda. “Evladım sizin başınızda müdürünüz yok mu? Hadi olay dışarıda olmuş, neden ailesine söylemiyor Kerem de siz çözmeye çalışıyorsunuz bu konuyu?” diye ben sordum bu kez. “Kerem’in ailesi yok anne! Öldüler!” diyen Jankat, bir an için ikimizin de duraksamasına neden oldu. “Tamam, biz ne güne duruyoruz o zaman?” dedi Ali. “Ben size her zaman, bir derdiniz olunca bana gelin demiyor muyum? Sizinle arkadaş gibi oturup konuşmuyor muyum? Her gün size bir sıkıntı var mı demiyor muyum? Bana niye söylemediniz?” “Gelip sana şikâyet etmek yakışmazdı bize” dedi Jankat. Havasını yesinler bitirim oğlumun diye geçirdim içimden. “Oğlum!” derken sesi biraz yükseldi Ali’nin. “Bu kaçıncı olayınız, kaçıncı kavganız. Her defasında oturup konuşuyoruz, anladık diyorsunuz, ben de inanıyorum size ama az zaman geçince yeni bir olay” “Ama size anlatıyoruz nedenlerini” diyen Aybars’a ben cevap verdim: “Nedeni ne olursa olsun, bu kadar tehlikeli bir olaya girmeniz asla doğru değil” diye başladığım cümleyi Ali devam ettirdi: “Ulan çocuğun kafasına basketbol topu atmak ne demek? O topların ne kadar ağır olduğunun farkında değil misiniz siz? Çocuk ölebilirdi benim gerzek evlatlarım, siz bunların muhasebesini yapamıyor musunuz?” “Olmaz ona bir şey,” diyen Aybars’ın tepkisiyle Ali ayağa fırladı. Onu çok iyi tanısam ve asla yapmayacağını bilsem de, bir an için ikisine de girişecek sandım. Ama olduğu yerde durdu: “Beni daha fazla delirtmeyin!” diye haykırdı durduğu yerde. Çocuklar babalarını ilk kez böyle gördükleri için ürkmüşlerdi. “Sizin artık suyunuz ısındı! Bir sonraki olayınızda okuldan atılacaksınız! Bir önceki okuldan atıldığınızda, bir daha atılırsanız okul hayatınız biter demiştim size! Eğer bir olay daha yaşar, bir kez daha bir kavgaya ya da suça karışırsanız okuldan atılacaksınız. Ha, oldu ki müdürünüz insafa geldi de atmadı sizi, o zaman ben alacağım okuldan. İkinizi de ayrı şehirlerde yatılı bir yerlere göndereceğim. Ne birbirinizi, ne de o diğer ikisini göremeyeceksiniz. Size bu son uyarım, dikkate alsanız sizin için iyi olur! Bir daha olay istemiyorum! Şimdi kalkın gidin odalarınıza!” dedi ve ikisi de sessizce çıktılar odadan. Ali’nin estirdiği rüzgârdan ben bile korkmuştum. Bir şey demeye cesaret edemiyordum çünkü gerçekten burnundan soluyordu. Yerine oturmadan bana dönüp: “Hadi çıkalım, bizimkiler gelmiştir” deyince kalktım. Evden çıkıp arabaya bindik ve yolun bir kısmında konuşmadık. Sonunda sessizliği Ali bozdu: “Ne yapacağız biz Sinemis?” derken epey sıkıntılıydı. Ben cevap vermeden o devam etti konuşmaya: “Nerede hata yaptık bilmiyorum. İyi yetişsinler istedik, bunun için çabaladık, iyi örnek olmak için elimizden geleni yaptık ama bu çocuklar neden böyle oldular hala anlayamıyorum. Sence neyi eksik yaptık?” deyip bana baktı: “İnan Ali ben de bilmiyorum. Ne eksikleri var ne de bir sıkıntıları” dedim ben de bunalmış bir halde. “Sanırım sebep bu hayatım, eksikleri olmadığı için bu kadar kudurdu bunlar. Bence vereceğimiz ceza onlara gerçek hayatın nasıl olduğunu göstermeli. Bu kadar rahat içinde azıttılar, biraz burunları sürtsün.” “Ne karar verirsen arkandayım hayatım. Bu kadar zaman, sen onlara karşı sabırlı ve anlayışlı oldun ama işe yaramıyor işte. Kime benzedi bunlar bilmem ki?” dediğimde Ali’den bir cevap gelmedi kısa bir süre. Sonra gülerek: “Bize benziyorlar, kime benzeyecekler hayatım. Ben onların yaşındayken daha beterdim, biliyorsun. E sende de Çerkes damarı var, senin de deli yanların var. Bizimkiler de ikimizin harmanı oldu işte, muhteşem karışım, ne bekliyorsun ki?” “İyi de bir tanem, bizim durumumuz farklıydı. İkimiz de neler yaşadık, ama bizimkilerin bir derdi yok ki? Anneleri babaları yanında, rahatları yerinde, hayatlarında acı yaşamadılar, onları bizimle bir tutma” “Orası da doğru… Aman neyse, bizimkilerle görüşünce konuşuruz bunların hepsini canım,” dedi ve ikimiz de sustuk. Bizimkilerle buluşacağımız yere gelip arabadan indik ve içeri geçtik. Hepsi gelmişti, hatta Timur ve Efsun da vardı. Selamlaşıp kucaklaştık, oturduk biz de birer sandalye çekip. Efsun ve Timur da konuyu öğrenmişti, moral olsun diye gelmişlerdi yanımıza. Çaylar, kahveler sipariş edildi ve masadaki ciddiyet rüzgârı eşliğinde herkes birbirine bakmaya başladı. “Yiğit’i bugün gerçekten dövecektim ben” dedi ilk olarak Çınar isyan eder gibi. Beril’in ters bakışlarını görünce: “Yapmayacağımı biliyorsun hayatım, sadece hak ettiğini anlatmak istiyorum” diye savundu kendini. “Abi” dedi Alp, hala gergindi. “Bizimkinde ne utanma var ne sıkılma. Adama neler söyledik, dudak bükmekten öteye geçmedi. Ne yapacağız bilmiyorum” “Senin çocuk yetiştirmen bu kadar oğlum” diyen Timur, Alp’i iyice delirtmişti. “Ya sen niye geldin ki?” dedi hemen kızarak. “Senin çocukların kavga etmedi ki!” dedi ve bize dönüp, “Bunu kim çağırdı ya buraya?” dedi ona has yüz ifadesiyle. Timur’la Alp, yılların kırlaştırdığı saçları ve ilerleyen yaşlarına rağmen hiç değişmemişlerdi. Hala, eskiden olduğu gibi kavga edip didişen iki yakın dosttular. “Benim çocuklarım kavga etmedi. Ama ileride de etmesinler diye seni izleyemeye geldim. Senin yaptıklarını yapmamak için kendime ders çıkaracağım” diyen Timur’a tepki Ali’yle Çınar’dan geldi. “Ayıp ediyorsun ama” dedi Çınar “Bizim de çocuklar kavga etti, bizi de mi harcadın şimdi?” diye ekleyen Ali’ye gülüp: “Abi sizin çocuk yetiştirmenizde sıkıntı yok ama bununla ilgili ciddi şüphelerim var” dedi Timur ve Alp’ten de tekmeyi yedi. Onların didişmelerine güldükten sonra asıl konuya geldik: “Evet” dedim sıkıntıyla, “Ne yapacağız bu çocuklarla?” “Bence unutamayacakları bir ceza vermemiz lazım” diye ilk cevap Gülçin’den geldi. “Bakın Gülçin’in bir fikri var, daha doğrusu birkaç tane” diyen Alp’e: “Saçmalama Alp” diye çıkıştı Gülçin, sanırım gaddarlığın boyutlarını aşan fikirler bulmuştu sinirinden. “Anlatacağım” dedi Alp gülerek ve devam etti. “Bakın şimdi, önce dedi ki çocukları bir zindana kapatıp günde iki öğün kuru ekmek verelim” “Yuh!” diye bir ses koptu kalabalıktan ve Alp gülerek devam etti: “Sonra, okulda dediği gibi, arabanın arkasına bağlayıp bütün şehri gezdirelim dedi.” “Yok daha neler!”  Yine kalabalıktan sesler. “Durun daha bitmedi. Köye gönderip tarla kazdırmak, taş taşıtmak, ıslatıp ıslatıp dövmek, elektrik vermek, tırnaklarını sökmek…” diye anlatırken bu kez Gülçin isyan etti. “Yok artık! Abartsaydın! Aslında direkt asalım dedim ben” deyip bize döndü: “Ya sinirle ilk söylediği birkaç şeyi düşündüm ama tabi ki sinirle. Manyak değilim çok şükür” dedi ve ekledi. “Alacakları ceza, gerçekten akıllandırsın istiyorum ben. Manevi olarak da etkilesin ki bir yere varsın.” “Biz yolda gelirken Sinemis’le biraz konuştuk,” dedi Ali Gülçin’in söylediklerinin üzerine. “Çocukların hiçbir sorunları yokken böyle sürekli bir olay çıkartmalarının nedeni bizce hiçbir sorunlarının olmaması” “Nasıl yani?” diyen Alp’e “Anlasan şaşardım” dedi Timur. “Sulandırmayın abi” diyerek ikisine de bakan Çınar Ali’ye dönüp: “Doğru düşünmüşsünüz, asıl dertleri hiçbir eksiklerinin olmaması,” dedi. “Aynen, demek istediğim buydu beni de.  Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, paşalar gibi yaşıyorlar. Bundan şımardılar” diyen Gülçin de destekledi bizi. “Peki, o zaman nasıl bir ceza vermemiz lazım?” diye sorduğumda bir sürü fikir geldi. Telefonlarını ve bilgisayarlarını almak, interneti yasaklamak, harçlıklarını kesmek, hafta sonları dışarı çıkmalarını yasaklamak ve buna benzer bir sürü şey daha. Ama hiçbiri onların aklını başına getirecek gibi değildi. “Bence bunların hepsi onlara geçici ders verir” dedim. “Daha kalıcı bir şey bulmak lazım” “Vallahi aklıma kalıcı başka bir fikir gelmiyor” dedi Alp de. Kahveleri içtik, başka kahveler de söyledik ama kimsenin aklına bir şey gelmedi. İlk adım olarak telefon, internet ve harçlık kesintisiyle başlamaya karar verdik sonunda. Sonrasında, daha kalıcı bir ders vermek için ne yapabileceğimizi hepimiz düşünecektik. Hafta sonuydu ve bizim evde hepsini toplayıp cezalarını açıklayacaktık, birlikten kuvvet doğar diye düşünmüştük. Bir sonraki adımda ne yapacağımızı ve nasıl bir kalıcı ceza bulacağımızı düşünmek üzere sözleşerek kalktık ve evlerimize dağıldık Eve dönünce çocuklarla konuşamadık. Uyumuşlardı ya da numara yapıyorlardı ama nasılsa sabah hep birlikte öğreneceklerdi başlarına gelecekleri. Odalarına girdim kontrol etmek için. Aybars yine dağıtmıştı yatağı. Yüzündeki o yaramaz ifade, uyurken bile duruyordu. Jankat’ın odasına geçip ona da baktım, o daha sakindi ama onun da ciddi ifadesi uyurken bile kaybolmamıştı. Babama benziyordu aslında birçok huyu. İçinde çok merhametli ve hassastı ama yaşının verdiği bir tepkiydi muhtemelen bu yaptıkları. İleride olgunlaşması ve Aybars’ı da kendine benzetmesi en büyük temennimdi. Setenay’ı da kontrol ettim, onun her şeyi normal ve düzgündü. Bir prenses havası vardı onda, anneme ve biraz da Şahika babaanneye benziyordu onun tavırları. Ama o da, abilerine olan sevgisi ve düşkünlüğü yüzünden bazen çok aksi ve anlaşılmaz olabiliyordu. Çocukların odasından çıkıp yatak odasına geçerken, onların büyümelerini düşündüm. Küçücük birer bebekken, şimdi ortalığı birbirine katan iki deli çocuk olmuştu oğullarım. Kızımsa karakteri çok güçlü bir genç kız olma yolundaydı. Bizi uyutmadıkları geceler geldi aklıma, değişmeyen bir bu kalmıştı sanırım bebekliklerinden. Hala uyutmuyorlardı… Günün yorgunluğunu atmak için odama doğru adım sayarken kapı çaldı. Şaşırmıştım bu saatte kapının çalmasına. Odadan çıkan Ali: “Hayır olsun” dedi ve merdivenlerden indi. Kapıdan bir adam sesi yükselmeye başlayınca ben de gittim yanına. Bir de kadın vardı. Adam Ali’ye sürekli: “O çocuğa bunun hesabını sormadan gitmem!” diye isyan ederek bağırıyordu. “Kime neyin hesabını soruyorsunuz beyefendi?” dedim ben de sinirlenerek: “Bakın, oğlunuz yüzünden kızım intihara kalkıştı bu akşam. Son anda engelledik. Ne olduğunu anlatmıyor ama ben oğlunuzdan öğreneceğim!” “Hangi oğlum?” diye soran Ali’nin arkasında Jankat göründü ve adam: “İşte bu!” dedi ona parmağını uzatarak. Jankat şaşkın şaşkın bakarken Aybars da geldi ve adam: “Yok, hayır bu” deyip durdu ve “Ama… Bunlar aynı” dedi şaşırarak. Ali, mevcut sinirinin üzerine bir de bu adamla uğraştığı için daha da gerilmişti ve: “Çünkü onlar ikiz!” dedi gözlerini iyice açıp. Sonra çocuklara dönüp: “Neyden bahsediyor beyefendi?” diye sordu. Sesindeki o titreşim, içimi titretmişti gerçekten. Ali’nin nadir ulaştığı bir sinir seviyesiydi bu. “Bilmiyoruz baba” dediler ikisi de aynı ağızdan. “Böyle kapıda olmaz, içeri geçin lütfen” diyerek kapıdakileri buyur eden Ali, gecenin kısa sürmeyeceğini anlamış gibiydi. İçeri geçtik hep beraber ve oturduk. Çocuklar uykudan uyandıkları için (yani öyle görünüyorlardı) şaşkındılar. “Şimdi” dedi Ali. “Beyefendi, olayı yeniden anlatır mısınız bize? Siz kimsiniz, kızınız kim ve bizim çocukların hangisi kızınıza ne yapmış?” “Kızım bu akşamüstü intihar etmeye kalkıştı. Ablası yetişti de, hapların hepsini içmeden yakaladık. Ne olduğunu bilmiyoruz ama kızımın telefonlarında hep oğlunuzun” deyip bir an durdu ve “yani oğullarınızdan birinin resmi var. Adını da sağa sola yazmış hep” “Adı neymiş?” diye Jankat atıldı. “Aybars” diye cevap veren adamdan sonra hepimiz Aybars’a odaklandık. “Oğlum” dedim sakince. “Bize anlatman gereken bir şey varsa, şimdi anlatman herkes için iyi olur” “Anne vallahi benim bir şeyden haberim yok ya!” dedi şaşırarak. “Nasıl haberin yok, kızım senin yüzünden ölüyordu!” Tam Aybars adama doğru hamle yapacakken: “Ya amca” diyerek Jankat yine sazı aldı eline. “Senin kızının adı ne? Bizim okulda mı okuyor?” “Kızımın adı Nihan, aynı okuldaymışsınız” diye cevap aldıktan sonra ikisi de derin düşüncelere daldı. “Tamam” dedi sonra Jankat Aybars’a. “Şu geçen gün sana mektup gönderen kız değil mi bu ya?” “Herhalde o, adını hatırlamıyorum ki” diye yanıtladı Aybars. “O işte oğlum, hani gözlükleri var ya” derken adam araya girip: “Evet, benim kızım gözlüklü” dedi. Aybars adama sinirle dönüp: “Ya amca, benim senin kızınla işim yok, bir şeyden haberim de yok. O bana âşık olmuş, ben bir şey yapmadım” dedi. “O zaman niye canına kıymaya kalktı?” diye öfkelenen adama: “Onu git kızına sorsana ya Allah Allah, biz ne bilelim” diyen Jankat cevap verdi. Kardeş dayanışması yine kendini göstermişti. “Bir şey yapmasan kızım kendini öldürmek istemezdi. Doğru söyle ne yaptın?” diyerek ayağa kalktı ve Aybars’a doğru yürüdü adam. Ali hemen fırlayıp: “Ağır ol bakalım!” dedi. “Çocuk bir şey yapmadım diyorsa yapmamıştır.” “Bak efendi, ben bugün kızımı ölümden kurtardım. Bunun hesabını verecek bana bu çocuk!” “Sen benim evimde benim oğluma ceza falan kesemezsin. Varsa kabahati ben gerekeni yaparım ama görüyorum ki Aybars’ın da bir suçu yok. Bunu anlamanın neresi zor be adam? Gençliğinden, cahilliğinden yapmış işte. Aşık olmuş, karşılık alamayınca dünyanın sonu geldi sanmış. Hepimiz geçtik o dönemlerden. Allah korumuş, bir şey olmamış kızına. Çok üzüldük biz de yaşadıklarınız için ama burada hesap soracağın bir durum yok” diyerek adamı biraz olsun sakinleştirmeyi başardı. Başka bir şey demediler. Sessizce gittiler evden ama adamın halini hiç beğenmemiştim. Onlar gittikten sonra çocuklara döndüm. Tam ağzımı açacakken: “Anne gerçekten bir suçum yok” dedi Aybars. “Suçun var mı yok mu anlayacağız. Otur şuraya” deyip oturmasını bekledim. “Oğlum bak, yaptıysan bir şey söyle, kızmayacağız söz” derken Ali “Kendi adına söz ver, eğer bir şey yaptıysa ben epey kızacağım çünkü” dedi. Ona dik dik bakıp Aybars’a döndüm: “Söyle oğlum, kızmayacağız” “Anne, yemin ederim ben bir şey yapmadım. Kızın farkında bile değilim, görmedin mi kim olduğunu bile hatırlamadım” “Ya anne, kız Aybars’a âşıkmış, ben biliyorum mevzuyu. Aybars’ın gerçekten haberi yok” diyerek kardeşini destekledi Jankat da. “Kız intihara kalkışmış, bir şey olmasa neden yapsın bunu?” diye soran Ali’ye Aybars’ın verdiği cevap, ağzımı iki katı büyüklükte açmaya yetti. “Tamam, bir sürü vukuatımız oldu, kavga ettik bilmem ne. Ama birinin hayatına kastedecek bir şey yapacak kadar da karaktersiz değilim baba. İster inanın ister inanmayın, o kıza bir şey yapmadım. Her kapıya gelip de ‘Oğlunuz bir şey yaptı’ diyene inanacaksanız işimiz var. Ben çok efendi olduğumu iddia etmiyorum zaten ama bu ola başka. Bana inanmadığını adım gibi biliyorum ama unutma baba, beni de kardeşlerimi de siz yetiştirdiniz. Ne kadar kavga gürültü de etsek, o kadar vicdansız değiliz. İster inanın ister inanmayın, ben kendimi biliyorum ve o gözlüklü kıza hiçbir şey yapmadım” dedi ve önden o arkasından Jankat salondan çıktılar. Onlar çıktıktan kısa bir süre sonra gülme krizi tuttu beni. Ali bana dönüp: “Ne var, neden gülüyorsun ya Sinemis? Komik mi bu olanlar?” dedi ama o da dayanamayıp gülmeye başladı. Sinirlerimiz bozulmuştu gerçekten. Biraz sakinleşince: “Yemin ederim işimiz var bizim” dedi bıkkın bir halde. “Ve korkarım ki yeni başlıyoruz, yani bu zamana kadar olanlar fragmandı sanırım” “Allah’ım ya! Bir de kız evlat yetiştirmek zor derler, gelip bana sorsunlar bir de” derken iyice gardı düşmüştü. “Tamam, canını sıkmayı bırak artık hayatım” deyip kalktım ve onu da elinden tutup kaldırdım. “Hadi yatalım, yarın ceza mahkemesi var” “Yemin ederim yoruldum. Ben yaşlandım artık Sinemis, gerçekten yaşlandım” deyince kahkahayı bastım. Ali birden bana sarılıp: “Ama senin bu gülüşün var ya, gençlik iksiri gibi” dedi ve sarıldı sıkıca. Odaya çıkıp, ertesi günkü buluşma için enerji toplayalım diye uyuduk.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.7K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.1K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.0K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook