BOŞLUK

BOŞLUK

book_age16+
237
FOLLOW
1K
READ
dark
badgirl
independent
drama
mystery
others
soul-swap
lonely
reckless
selfish
like
intro-logo
Blurb

Hayatta kalmak zaten yeterince zordu onun için. Aldığı yanlış kararları sonucu kendini tımarhanede buldu kadın. Şizofreni tanısı konulduğunda "hayat benimle dalga geçmenin yeni bir yolunu buldu." diye düşündü.

Etrafındakiler yaşadıklarını bir bir anlattığında ise hayatının kendi zihninin bir oyunu olduğunu gördü. Yaşadım dediği hiçbir anısı gerçek değildi. Yaşadığını sandığı acı anılar bile birer birer koparıldı kadından, geriye sadece koca bir boşluk kaldı.

Bu Koca boşlukta gerçek kimliğini arayan kayıp bir kadının hikayesini okumaya var mısınız?

Yaşadığınız hayatı sorgulayın, ya hayatınız sanrılardan ibaretse?

chap-preview
Free preview
1.Boşluk
Gecenin 3'ünde artık tanıyamadığı ellerine baktı kadın. Gözlerindeki buğu net görmesine engeldi ama o inatla inceliyordu. Bir zamanlar aşık olduğu adam tarafından tutulan, öpülen o elleri. Şimdi boşluk hissediyordu avucunun içinde. O sıcaklık yoktu ve bu ellerinin hep soğuk olmasının sebebiydi. O adamın yokluğu. Aşkın yokluğu... O boşluğu bir kahve fincanıyla dolduruyordu çoğu zaman ve geceleri de sigara izmariti koşuyordu yardımına. Bu gece ise bunlardan hiç biri. Elinde bir bıçak vardı ve ellerinden daha keskin bir soğukluğu vardı metalin. Daha sıkı kavradı bıçağı ve tenine dayadı sivri ucu. Teninde hissettiği soğukluk bıçağı hafif bastırdığında sızıya döndü. Bıçağın keskin ucu karnına saplandığında gülümsedi kadın. Çektiği acı onu tatmin etmişti sanki, o dibe vuruşundan kurtulmuş, uçuyordu. Yarasından kan aktıkça rahatlıyordu. Kanla beraber yaşadığı acılar da süzülüyordu bedeninden ıslak fayansa.... Ölüyordu, daha doğrusu zaten ölü olan hayatı sona eriyordu. Gözleri kararmaya başladığında hala gülümsüyordu kadın, 30'lu yaşlarının ortasındaydı ama sanki 90 yıl yaşamış gibi yıpranmıştı. Ölüyordu, mutluydu. Geçmişinden kaçıyordu, geleceğinden,acılarından, hatalarından, aşklarından... Sadece sesleri duyuyordu şimdi, musluğun damlayan sesini, saatin tıkırtısını ve birinin çığlığını. Havalandığını hissetti ve o kokuyu duydu. Çiçek kokusu, bu parfümü tanıyordu ve ölürken duymayı isteyeceği tek kokuydu. Lavanta kokusu, Grace'in kokusu... Kokuyla beraber sesler de kayboldu. Karanlık, soğuk ve ıssız. Kadın içindeki boşluğu böyle tanımladı bilinci tamamen kapanmadan önce. ***Bir kaç saat sonra İlk önce sesleri duymaya başladı. Kalp atışını belirten o elektronik ses. O sesin kalp atışıyla paralel olması gerekmez miydi, yani sabit bir ses. Ölümün sesi... Aksine ritmik bir sesti duyduğu ve bu ses ölmediğinin en büyük ispatıydı. O işe yaramaz kalbi hâlâ atıyordu hem de Lena'ya inat. Kokuları seçmeye başladı sonra. Alkol kokusu, ilaç kokusu, temizlik kokusu! Bu 3 koku da nefret ettiği şeylerdi. Belki alkol o kadar kötü olmayabilirdi tabii ama içilen cinstense. Birinin eline dokunduğunu hissetti. Sıcaklık ,buz gibi tenine değdiği gibi yakmıştı. Gözlerini aralamaya çalıştı kadın ve buğulu ortamda kendisine bakan parlak kahverengi gözleri gördü. Grace! ''İyisin, buradayım.'' dedi ince ses tonuyla kız. Gözlerinin etrafında yeni başlayan kırışıklıkları seçti kadın, ağlamış olmalıydı. Islak kirpikleri bunu gösteriyordu. Ölümüne tek üzülecek kişi de oydu zaten. Lena güçlü görünmeye çalıştı ve kurumuş dudakları arasından ''Maalesef'' dedi, ''Yaşıyorum.'' ***2 gün sonra... Genç kadın kendini çabuk toparlamıştı. Ruhundaki güçsüzlüğe inat, zayıf bedeni savaşıyordu. Karnındaki sancı kullandığı ağrı kesicilerle hissedilmez dereceye gelmişti. Grace bir an olsun yanından ayrılmamıştı. Başka da kimsesi yoktu zaten. Diğer hastaların başucundaki çiçeklere bakıp gülümsedi. Bir de kendi baş ucuna baktı ve M&M lerle dolu olduğunu gördü. Grace almış getirmişti hepsini, en sevdiği şey olduğunu biliyordu çünkü. Açık paketi aldı ve çikolataları yemeye başladı. Çiçeklerden daha faydalıydı sonuçta, en azından yenebiliyordu. ''O aramış.'' dedi Grace elinde kadının telefonunu tutarak. Kimden bahsettiğini biliyordu kadın ve omuz silkti. ''Hangi yüzle arıyorsa.'' ''Numaranı değiştirmeliyiz Lena, o seni kötü etkiliyor.'' ''Belki de karısını öldürmeliyiz, o zaman o kadar da kötü hissetmem.'' Dedi bir avuç şekerlemeyi daha ağzına atarak. ''Yarın seni buradan çıkartacağım, bizde kal lütfen. Ailem bir şey demeyecektir.'' Lena durdu ve Grace ile ilk tanışmalarını hatırladı. Kızı ilk gördüğünde nefret etmişti, o kadar yapışkan bir şeydi ki... Ne yapsa yanındaydı, demediği hakaret, yapmadığı pislik kalmamıştı ama o hâlâ kendisine tapıyordu. Hatırladıkça gülümsemeye başladı. ''Seninle ilk karşılaştığımız zamanı hatırlıyor musun?'' ''Evet, berbat bir haldeydim.'' diyerek gülümsedi kız. ''Evet seni şapşal üstüme kusmuştun!'' İkisi de gülüştü. Bu durumda bile gülebildikleri için kendini şanslı sayıyordu Lena. Umursamaz olduklarını gösteriyordu bu, artık canı acımıyordu, hissizleşmişti belki de. Boktan hayatının güneşi gibiydi Grace. Artık ona eskisi kadar kötü davranmamalıydı belki de. Ertesi gün Lena Grace'in ısrarlarına dayanamayarak onlara gitmeyi kabul etti. Daha önce pek çok kez o villanın önünden geçmiş ama içeri girmeye cesaret edememişti. Ne de olsa oralara göre biri değildi ve kendini küçük düşürmekten korkuyordu. Zengin taklidi yapamazdı. Kalbi güm güm atarken kapının çalışı beyninde yankılandı. Bayılmak üzereydi, neyse ki kapıyı sevimli bir hizmetçi kız açtı. Grace'i içten bir şekilde karşılayıp Lena'ya döndü ve şaşkın bakışlarla kalakaldı. Kahverengi çekik gözleri irileşip, dağınık, seyrek kaşları merakla havaya kalkmıştı. Doğru düzgün içeri davet etmeyi bile beceremedi ve garip bir 'Buyrun,' kelimesinin ardından Lena içeri girdi. Artık o lüks villanın içini de inceleyebilirdi. Önce yavaş yavaş bir göz attı ve minik adımlarla Grace'in peşinde ilerledi. Holü geçtikten sonra salona vardıklarında Lena kendini tutamadı ve ''Hass*ktir, burası gerçekten de salon mu? Lanet olsun salonun benim evimin iki katı Grace!'' dedi şaşkınlıkla. Evin salonu en az dört koltuk takımını alabilecek büyüklükteydi. Tek koltuk takımı seçen ev sahipleri tercihlerini krem renginden yana kullanmıştı. Yastıklar ve bir kaç aksesuar gri renkliydi sadece. Diğer her şey beyaz ve krem renklerindeydi ve Lena'ya burası cennet deseler inanırdı, o kadar ferah görünüyordu. Sağ tarafındaki büyük beyaz renkli masanın tam yanındaki duvarda renkli bir tablo vardı. Belki de evde renkleri barındıran tek şey bu, diye düşünüp tabloya doğru sırıtarak ilerledi kadın. Grace ise kadının bu haline gülümsemişti. ''Gel de seni odana çıkartayım, dinlen.'' ''Ailen? Bir şey demeyecek mi?'' ''Farkına bile varacaklarını sanmıyorum. Annem arkadaşlarıyla alışverişe gitmiştir, babam da poker oynamak için poker arkadaşlarına. Beni bile fark etmiyorlar Lena, seni mi fark etsinler.'' ''Ben senden daha dikkat çekiciyim. En azından bu evde çok sırıtıyorum.'' diyerek hafif  bir yumruk vurdu kızın omzuna. Grace buruk bir gülümsemeyle içeri geçti. Lena da onun peşinden. Kendisine kocaman bir oda ayarlamıştı Grace. İşte bu da yatağın dedi pembe cibinlikli büyük yatağı göstererek. Hoş odada pembe renkten başka renk yoktu zaten. ''Bu odanın nesi var böyle? Ben gelmeden Barbie bebekler mi çiftleşti?'' ''Çok komik Lena. Burası benim odam ve sana odamı veriyorum. Üstelik gayet sevimli bir yer bence.'' ''Evet, pembe pofuduk bir fil olsaydım kesinlikle bu odada yaşamak isterdim.'' Grace homurdanarak odadan çıktı ve Lena kendini yumuşak yatağa bıraktı. Yatağa girdiği gibi de sızmıştı zaten ilaçlar onu sersemletiyordu. Grace misafir odalarından birinde kalmayı düşündü. Lena'nın biraz rahata ihtiyacı vardı ve o yataklar kendi yatağı kadar rahat değildi maalesef. Lena evdeki bağrışma sesleriyle uyandı 2 saat sonra. Bir kadın yüksek tiz bir sesle konuşuyordu. ''Eve kedi yavrusu alır gibi sokak fahişelerini getiremezsin Grace!'' dedi kadın Lena kapıyı açıp onları görünce. Kadın sarışındı ve üstündekiler Lena'nın beş ayda kazandığı parayla bile alamayacağı kadar pahalıydı. Araya girdi. Grace mahcup bir şekilde kendisine bakıyordu. ''Öncelikle bayan ben bir sokak fahişesi değilim, çalıştığım lüks bir mekan var. Gelen adamlar da sizin gibi elit kesimden. Bize geldiklerine göre de siz onları mutlu edemiyorsunuz demektir. Eşiniz bile geliyor olabilir.'' dedi pis pis sırıtıp gözlerini kısarak. Son söylediğini bir sır söyler gibi alçak bir ses tonuyla söylemişti. Zaten sinirli olan kadın daha da öfkelendi ve Lena'yı kapı dışarı etti. Lena böyle olacağını zaten bildiğinden hiç aldırış etmedi ve o cennet kadar rahat yatakta iki saat uyumanın verdiği mutluluğu kâr sayıp kendi fakirhanesine döndü. Posta kutusunda biriken faturalara baktı ve küfretti kendi kendine. Sanki çok parası varmış gibi bir de vergilerle ve faturalarla uğraşıyordu. Resmen sömürülüyordu ve bu durumdan epey şikayetçiydi. Önemsemeyerek çöp kutusuna fırlattı faturaları ve kendisini kanepeye bıraktı. Yastıkların altından zulasını çıkardığında yüzündeki aptal gülümsemeye engel olamamıştı. Hemen otu sardı ve sehpadaki çakmakla ateşledi cigarasını. Hastanede verdikleri ilaçlar ot kadar kafa yapmıyordu, bu yüzden epey şikayet etmiş, daha ağır ilaçlar istemiş ama doktorlar tabi ki vermemişti. Bu hastaneleri de anlamıyordu. Amaçları hastaları rahat ettirmek ve iyileştirmek değil miydi? Doktorlar o halde neden uyuşturucu vermiyordu? Böylece hastalar ağrılarından şikayet etmez, mutlu mesut yaşardı. Kimsenin de bir derdi olmazdı. Bu düşünceleriyle sırıttı ve bir doktor sevgili bulursa kesinlikle bu fikrini onunla paylaşacağına söz verdi.  Cigarasını söndürmeden yatağına yerleşti ve otobüs koltuklarından söktüğü açılıp kapanan rafı açtı. Yatağının başucuna monte etmiş ve kendisine yatakta kullanabileceği bir masa yapmıştı. Kül tablası olarak kullandığı bardağı bardaklık yerine koydu ve her zamanki yerinde duran kağıtlara bir şeyler karalamaya başladı. Ne yazdığını kendisi de bilmiyordu, aklına eseni, içinden geçeni öylesine yazıyor, üstünden haftalar geçince bu yazdıklarını okuyor ve gülüyordu. Bazen çok saçmalıyordu çünkü. Bu seferki biraz daha içli bir yazı olacaktı gerçi çünkü yeniden gururu kırılmıştı. Grace'in ailesi de kendisine iğrenerek bakmış ve incitmişti. Ne kadar umurunda değilmiş gibi davransa da aslında umurundaydı. Sadece etrafına belli etmiyordu çünkü kendisine acınmasını istemiyordu. Kapının çalması tüm bu düşüncelerinden sıyrılmasını sağlamıştı. Biten cigarayı bardağa attı ve bağırarak kapıya doğru yöneldi. ''Koca notu görmüyor musun? Anahtar saksının altında!'' kapıdaki salağa küfrederken açtı kapıyı ve karşısında Grace'in mahcup yüzünü buldu. Grace orada not olmadığına emindi ama bunu söyleyip Lena'yı daha da öfkelendirmek istemedi. Lena kızı görünce önce şaşırdı sonra kapıyı kızın suratına kapatarak içeri geçti. O sırada saksının altında anahtarı bulup kapıyı açmıştı kız zaten. Lena televizyona bakıp cips yerken Grace yanına ilişti. ''Heey, üzgünüm. Küs değiliz değil mi?'' ''Çocuk muyuz?'' dedi Lena ağzına bir avuç dolusu bayatlamış cipsi atarken. Grace ona biraz daha yaklaştı. ''Ailemle tartıştım. Onlara göz dağı olsun diye de evden ayrıldım. Birkaç gün seninle kalabilirim değil mi Lena?'' dedi en sevimli haliyle. Lena ise gayet duygusuz bir şekilde ''Tabi ki kalamazsın.'' Demiş ve televizyon kumandasıyla başka bir programa geçmişti. ''Lena! Ailemle senin için tartışıyorum ve evinde kalamayacağımı mı söylüyorsun?'' ''Aynen bunu söylüyorum Grace, Tanrım, sen düşündüğümden daha zekiymişsin, dediğimi hemen kavramışsın bak. Gözlerim yaşardı.'' diyerek sırıttı ve tekrar televizyon programına döndü. ''Bu yaptığın hiç doğru bir davranış değil.'' ''Neden? Hem annen sana doğru davranışın ne olduğunu ne zamandan beri öğretmeye başladı? Bugün onun yaptığı doğru davranışsa sanırım ben toplumsal ahlak kuralları dersi falan almalıyım. Öyle bir ders var mıydı sahi? Varsa ailenle aynı sınıfta olmaktan gurur duyarım da.'' ''Biliyorum haklısın. Hatalıydılar, seni kırdılar. Üzgünüm ama bunda benim bir suçum yok Lena.'' ''Oraya beni götüren sendin, böyle olacağını bilmeliydin. Ailenin bana yaptığı şeyi sana yapmayacağım çünkü ben düzgün bir insanım. Bakma öyle.'' diyerek koyu kahverengi hafif yıpranmış saçlarını düzeltti ve ''O yüzden evet, benim evimde kalabilirsin. Tabi becerebilirsen.'' dedi. Grace ellerini çırparak ayağa kalkıp kadına sarıldığında Lena onu kendinden uzaklaştırarak evin kurallarını açıklamaya başladı. ''Tuvalet tıkalı kullanmıyoruz sadece oradaki aynayı kullanabilirsin, sıcak suyum yok onun için de şuradaki tencerede su kaynatıyorum. Tuvaletimi bahçede hallediyorum eğer büyük olan gelmişse üst komşu seni ağırlamaktan zevk alacaktır. Ufak bir not adam sapık, kendine dikkat et. Ayrıca buzdolabı genelde boştur, oradaki malzemelerden günü geçmiş olmayanları ya da bir iki gün geçenleri yiyebilirsin. '' Grace şaşkın bakışlarla Lena'ya bakıyor ve ne kadar ciddi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Her dediği cümle de biraz daha şaşırsa da gülümseyerek onaylıyor ve burada yaşamanın ne kadar zor olacağını görüyordu. ''Bu arada benim odama girmen kesinlikle yasak, ne olursa olsun, ne sesi duyarsan duy girme. Şuradaki kanepede yatabilirsin, ha bu arada geçen hafta ölen fareyi bulursan bana haber ver. Ona cenaze töreni düzenlemeyi düşünüyordum da.'' ''Aman Tanrım, fare mi!'' ''Onca şey söyledim buna mı takıldın Grace? Senin algılamada problemin falan olmadığına emin misin?'' ''Ben fareden korkarım.'' ''Ölü dedim zaten, hortlayıp seni yemez, hem görsen o kadar sevimli kii...'' diyerek farenin suratını taklit etti ve odasına gitti. Grace ise ürkek adımlarla kanepeye yaklaşıp minderleri uzaktan kaldırıyor ve ölü fare arıyordu. Sonunda fare dışındaki her şeyi oradan çıkarttı ve temiz olduğunu var sayarak kanepeye uzandı. *** Güneşin yüzünü yalamasıyla mutlu olması gereken insanlardan değildi Lena. Yüzüne güneş vurunca söverek yatağından kalktı. Perdeyi koparırcasına çekti ve başucunda duran otu sararak ateşledi. Odanın içerisinde dolanıp yere attığı temiz olduğunu düşündüğü gömleği ve dar siyah pantolonunu üzerine geçirip oturma odasına geçti. Grace hala uyuyordu. Nasılsa sesimden uyanır diyerek onu uyandırmadı ve çaydanlığa su koyup büyük bir gürültü eşliğinde ocağa bıraktı. Su kaynadı, kahve hazırlandı ama Grace hala uyanmadı. Lena yakınında bulduğu kirli su dolu vileda kovasının içine küllükteki çöpleri de karıştırarak Grace'in başucuna geldi. Bilerek uyanmasın diye sessizce seslendi ve uyanmadığını görünce kovayı başından aşağı döküverdi. Grace'in çığlığı tüm odada yankılanmıştı. ''Neler oluyor!'' diyerek sıçradı koltuktan genç kız. Saçlarından süzülen pis suyu görünce Lena'ya döndü öfkeli bir şekilde. ''Üzgünüm, ben her sabah kanepeyi bu şekilde yıkarım da.'' Diyerek mahcup bir şekilde sırıttı. ''Kanepeni kirli su ile mi yıkıyorsun? Hem de her sabah?'' ''Evet, her sabah yıkarım, temizlik ne zamandan beri şaşılası gelir oldu?'' dedi gayet ciddi bir şekilde. ''Temizlik şaşılası bir şey değil ama kirli suyla yapılıyorsa şaşırmaya hakkım olmalı.'' ''Suyu değerlendiriyorum sonuçta küresel ısınma var, sularınızı idareli kullanın diye sürekli afişler asıyorlar. Ben dünyanın geleceğini düşünüyorum Grace, tasarruf denen kavramı hiç duydun mu?'' Genç kız saçında asılı duran izmariti alarak Lena'nın suratına fırlattı ve banyoya yöneldi. ''Banyoda da kirli su kullanmıyorsundur umarım?'' Lena gülerek kapının ardından seslendi. ''Ahh hayır, leğende yıkanıyorum. 3 kere aynı su ile yıkanıp koltuğu temizlemede kullanıyorum. Orada leğende dünden kalma banyo suyum olacaktı, kullanabilirsin.'' Grace sinirle duşa kabine girdi ve suyu açtı. Temiz su aktığına şükretmişti, hayatında ilk kez duş alırken şükrettiğini gördü ve kendinden utandı. Meğer su ne kadar da önemliymiş diye düşünmüştü Lena sayesinde. Soğuk su vücudundan akarken üşüse de temizlendiği için mutluydu. Lena ise kahvesini bir dikişte bitirerek seslendi. ''Ben işe çıkıyorum. Bir işim olmadığını düşünüyorsan yanılıyorsun, var aslında. Peki, peki yok kovuldum ama bu aramama engel değil ve iş aramakta en az çalışmak kadar yorucu. Bence iş arayanları da maaşa bağlamaları lazım.'' Diyerek kendi kendine konuştu ve kapıyı çekip çıktı. Kapının önünde kendisini bekleyen sürprizden habersizdi tabi. Ellerinde çiçekleriyle, yüzünden pişmanlık akan adam karşısında dikilivermişti. ''Ne arıyorsun sen burada?'' dedi Lena şaşırdığını belli ederek. ''Af arıyorum, çıktı mı acaba?'' dedi adam en sevimli haliyle. Lena aldırış etmemeye çalıştı, gülümsediğinde o oluşan sevimli gamzelere bakmamaya çalışarak ''Yok, beleşe dağıtmıyoruz hatta özellikle şirketimizin prensibi olarak, elinde çiçek olan pezevenklere hiçbir şekilde af veremiyoruz.'' ''Çiçeği atsam?'' ''Defolup gitsen?'' Adam ''Tamam tamam.'' Diyerek önünden çekildi ve Lena'nın geçmesine izin verdi. Tabi ardından yürümeyi bırakmamıştı. Lena arada çaktırmadan arkasına bakıyor ve hareket çekip yoluna devam ediyordu. Sonunda dayanamadı ve durup adama döndü. ''Ne geliyorsun lan peşimden evcil köpek gibi? Evcil dedim fark ettiysen, belli ki karın evcilleştirmiş seni. Karı peşinden ayrılmıyorsun baksana!'' ''Heey, üzgünüm dedim sana güzelim. Hem karımla tartıştım beni evden kovdu.'' ''Haa artık sokak köpeğisin yani?'' ''Köpek demesek.'' Lena adamın elindeki çiçekleri alıp karşısında gülümsedi. ''Çiçekler güzelmiş, yemek ister misin?'' Adam daha cevap veremeden suratına çiçekleri vurdu ve yürümeye devam etti. iki  sokak ötede önünden geçtiği bir camekanda eleman arandığını yazan bir fastfood dükkanına girdi ve Finn peşinden gelmesin diye dua ederek kasaya ilerledi. Neyse ki adam peşinden gelmemişti. Biraz hayal kırıklığı yaşasa da iş için geldiğini kasadaki çocuğa söyledi. ''Üzgünüm ama bayan çalışana ihtiyacımız yok.'' ''Orada neden belirtmediniz o zaman?'' ''Efendim?'' dedi çocuk gayet kibar bir şekilde. ''S*ktir et, patronuna da şu hareketimi aynen ilet.'' Diyerek orta parmağını göstererek dükkandan çıktı ve Finn'i orada kendisini beklerken buldu. ''Tanrım, kafayı yiyeceğim!'' diyerek yol boyunca yürümeye devam etti. Finn bıkmadan peşinden geliyordu. ''Ne olur Lena, bir kez olsun beni dinle.'' ''Tamam, dinliyorum.'' Diyerek pes etti kadın. Çünkü dinlemedikçe o adam peşini bırakmayacaktı, sülük gibi yapışmıştı resmen. ''Sen böyle deyince ne diyeceğimi unuttum.'' Dedi adam sırıtarak. Lena gözlerini devirip gitmeye yeltendiğinde ise kolundan tuttu. ''Seni seviyorum tamam mı? Söyleyebileceğim tek mantıklı gerçek bu.'' ''Mantıklı gerçek? Haklısın tabi çoğu zaman gerçekler mantıksız gelir bana da.'' ''Neyse, evet bir karım var sana söyledim bunu, hatalıydım o varken seninle olmakta ama seni kaybetmekten korktum. Seninle yeniden doğmuş gibiydim Lena, bana öyle iyi geliyordun ki hâlâ karımla kaldığımı söyleyemedim. Gitmenden korktuğum için pek görüşmediğimi söylüyordum.'' ''Sonra da karın bizi telefon mesajlarını bile silme zahmetine katlanmadığından bastı. Böylece hem beni, hem karını kaybettin. Ne yani kaybedenleri destekleyip yanında mı olmam gerek?'' ''Hayır tabii ki, senden hemen beni bağışlamanı istemiyorum ama en azından fırsat ver. Fırsat ver ki seni ne çok sevdiğimi gösterebileyim.'' Lena durdu düşündü ve kaybedecek bir şeyi olmadığına karar verdi. ''Tamam, hadi göster.'' Diyerek kollarını göğsünde birleştirdi ve adama baktı. Finn şaşırsa da yapabileceği tek hamleyi yaptı. Kadının dudaklarına yapışmak. Lena sevdiği adamın öpücüğüne karşı koymakta zorlanmıştı, ona karşılık vermiş olsa da bu yaptığının hata olduğunu fark edip hemen onu itti. ''Sevgini bu şekilde mi gösteriyorsun? Ne kadar basit bir adamsın!'' diyerek yana iterek geldiği yoldan gitti. Az önce yaşadıkları hiç olmamış gibi yolda hızlı adımlarla yürüyordu. Birkaç saatin ardından hiç bir iş bulamamış olsa da modunu düşürmedi. Eve giderken lüks bir restoranın önünden geçiyordu. O semtin lüksü tabi, diğer mekanlarla kıyaslanamazdı bile. Orta halli insanların randevulaştığı şık bir yerdi sadece. Her geçtiğinde insanları izler, çiftler hakkında yorumlar yapardı. Şimdi de o yorumları yapmak için gözünü dışarıda oturan çiftlerde gezdirdi ve ince cılız bir adamla kilolu bir kadının masasını gözüne kestirdi. ''Zavallı oğlum o kız seni de yer, hatta kaburga kemiklerini sıyırır, hemen kaç'' kendi kendine söylediği bir sözle güldü ve hemen arkalarındaki masaya baktı. Sarışın uzun boylu bir fıstık ve sevimsiz bir adam. ''Bu kız senle paran için takılıyor ufaklık, eminim sen de aynaya baktığında bunun farkına varıyorsundur.'' Bir sonraki masaya baktığında ise tüm gülümsemesi suratında asılı kaldı. Bu kendisini intihara sürükleyen pislikti ve karşısında da karısı. Lena olduğu yerde durdu, tüm konuşmalar, yaşanılanlar gözlerinin önünden geçiyordu. Adamın yalvarışları, karısını istemediği, sevmediği. İnsan sevmediği biriyle baş başa bu romantik mekanda takılır mıydı! En başından yalan söylemiş ve kendisini yeniden kandırmaya çalışmıştı. Daha bir kaç saat öncesinde af için kendisine yalvarıyordu bu adam, affedilmeyince ise koşarak karısına mı gitmişti?! Lena gözlerine hücum eden yaşları elinin tersiyle hızlıca yok etti ve çantasındaki çakıyı eline aldı. İkisinden de intikamını alacaktı. Sadece adama değil, karısına da zarar verecekti ki adam karısının yüzüne her baktığında kendisini hatırlasın. Çakısını sıkıca kavradı çantasından çıkarmadan. İçeri girdi ve masa numarasını söyleyip garsondan kaçtı. Tezgahta duran tepsiyi alıp içindeki şampanyayla birlikte masalarına yöneldi. El ele oturmuş birbirlerine gülümseyip bir şeyler anlatıyor ve Lena'yı fark etmiyorlardı. Tabi neden bir garsonun farkına varsınlar, servisini yapıp normalde onları yalnız bırakması gerekirdi. Lena da öyle yapacaktı, servisini yapıp s*ktir olup gidecekti. Tek eliyle tuttuğu tepsiden şampanyayı aldı ve adamın yüzüne döktü. Ayağa fırlayan adam ne olduğunu anlamadan karşısında Lena'yı görünce paniklemişti. ''Ahh senin burada ne işin var?'' ''Bu kim hayatım?'' dedi aptal eşi iri kahverengi gözlerini kırpıştırarak. Lena kadına gülümsedi. ''Aahh ben mi, önemsiz biri sadece seni aldatmak için ayarttığı metresiyim tatlım.'' Kadın bu cümleler üzerine yerinden kalkıp çantasını aldı ve çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Finn'in peşinden koşması gerekirsen Lena kadının peşinden koşuyordu. ''Ahh nolur gitme, sen git diye yapmadım. Ben gideceğim zaten, sadece hesap sormaya geldim o pislikten. Hatta bence bunu birlikte yapmalıyız.'' Dediğinde kadın durdu. ''Doğru söylediğini nereden bileceğim?'' dediğinde ise aptal adam arkalarından Lena'nın ismini haykırarak kadına zarar vermemesi gerektiğini söyleyerek geliyordu. ''İşte buradan. Gerçekten tam bir idiotla birliktesin.'' Adam da caddeye geçtiğinde Lena çantasındaki çakıyı alıp kadını boynundan yakaladı. Topuklusu üzerinde zor duran kadın hemen sendeleyerek teslim olmuştu. ''Buna ne diyeceksin bay idiot!'' dedi Lena gülümseyerek. Adam ise yavaşça ona yaklaşarak ''Ne olur ona zarar verme, haklısın tam bir beyinsiz gibi davrandım. Yalvarırım bizi rahat bırak.'' ''Bırakacağım Finn ama önce hıncımı almalıyım. Söylesene ben kendimi öldürürken sen karının şu güzel suratına mı bakıyordun ha? Düşündüm de sanırım o güzel suratta artık benden de bir iz olmalı.'' Diyerek çakısını kadının çıkık elmacık kemiğine yerleştirdi. Adamın ve kadının yalvarışlarına aldırmadan elmacık kemiğinden dudağına doğru bir çizik attı. Kadının beyaz pürüzsüz tenindeki kesikten akan ince kan onu gülümsetmişti. ''Bak artık karına her baktığında beni hatırlayacaksın sevgilim.''

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Acı İntikam

read
11.5K
bc

MAHREM - TÖRE +18

read
150.9K
bc

Celladına Aşık 2 (töre)

read
36.4K
bc

SADİST

read
1.3K
bc

HANGİN KASABASI

read
2.1K
bc

Celladına Aşık

read
18.6K
bc

KUM SAATİ

read
1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook