bc

Kurtar Kendini

book_age18+
53
FOLLOW
1K
READ
friends to lovers
mafia
drama
like
intro-logo
Blurb

"Beni şaşırttın, yapamayacağını sanmıştım."

Kaşlarımı çattım. Ben de bana ihanet edeceğini düşünmüştüm. Sonuçta düşmanının manevi kızıyla işbirliği yapmayıp ölüme terk edebilirdi de. "Borçlu kalmayı sevmem."

Bakışları karardı. "Güzel. Aferin sana."

Şimdi sıra ondaydı. İkimiz bir Rus ruletine oturmuştuk an itibariyle. Sözünü tutmayıp beni korumayabilir herhangi bir durumda koz olarak kullanabilir ve hatta kendisi öldürebilirdi de. Ama ben de ona sadakatsizlik edebilir, onu eski dostlarıma karşı koz olarak kullanabilir ya da öldürebilirdim. Bu oyundan ikimizin birlikte sağ çıkma olasılığı çok düşüktü ama bir yola girmiştik.

"Biz hâlâ düşmanız, bunu sakın unutma."

Hâlâ elimde olan silahı kılıfına yerleştirdim. "Düşmanlık iki kişilik, sence unutur muyum?"

"Ama cehenneme sensiz gitmeyeceğime emin olabilirsin."

Ben cehennemden geliyordum, yanmayı öğrenmiştim şimdi yakmayı da öğreniyordum. Ama düşmanıma sığınacak kadar nasıl yandığımın da bir hikâyesi vardı.

chap-preview
Free preview
0 ☯
0 ☯ İçim paramparça olmasına rağmen dimdik durdum ve yüzümde mimik oynamamasına özen gösterdim. Midem şiddetle bulanıyor, üç hafta önce dinlediğim ses kaydı kulaklarımda dönüp duruyordu. Çok iyi bir poker oyuncusuydum, rakibim bana bunu öğreten ustam olmasına rağmen ben onun elini biliyordum. Yine de kabullenmem çok zor olmuştu. O elin bir gün bana uzanacağını hiç düşünmemiştim. Geçen zamana rağmen öfkem hiç azalmamıştı. Aksine her gün harlanan bir ateş misali büyümeye devam etmişti. Yüzlerini gördükçe, bana yalandan şefkat maskeleriyle yaklaştıklarında, daha da ötesi dün parmağıma bu iğrenç halkayı geçirdiğimde… Ama derime yapıştırdığım maskeyi derimi yüzercesine bir acıyla yüzleşme pahasına çıkarabilecektim artık. Hiç ummadığım bir yerden bana uzatılan ele uzanmıştım ve bir robot gibi ne derse itirazsız yapıyordum. Hayatım böyle geçmiş ve en çok bundan şikâyet etmiş olsam da bu kez eğer kendi isteklerim peşinde koşarsam sonunun nereye gideceğini kestiremiyordum. İçime hapsettiğim hırçın kadın tırnaklarıyla içeriden kazıyordu etimi, basit bir intikamın hırsıyla tutuşuyordu. Kan ve ölüm talep ediyordu. Toplantının olduğu oda henüz dolmadığından ve daha fazla ne Orkun Balkan'a ne de hiç tanıyamamış olmanın hayal kırıklığı ile boğulduğum oğluna bakmaya tahammülüm kalmadığından ayağa kalktım. Büyük masanın diğer tarafında kalan Korkut eliyle 'nereye' anlamına gelen bir işaret yapınca iki parmağımı aralarında sigara tutuyormuş gibi dudaklarıma götürdüm. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun damlaları şiddetle büyük camlara vuruyor, fırtınanın uğultusuna gök gürültüsü eşlik ediyordu. Pencerelerdeki karanlık ara ara anlık şimşeklerle aydınlanıyordu. Bu gece hava ruhuma benziyordu. Karanlık, kasvetli ve kâbus gibi birilerinin üstüne çökmeye hazır... Hoşnut olmadığını bilsem de yüzüne bakmadan geri dönüp arkamdaki kapıdan çıktım. Döndüğümüzden beri her an yanımda bitmiyor, yaptıklarıma sözlü bir itirazda bulunmuyordu. Ufacık da olsa utanç duyuyor olabilirdi. Koridordaki birçok adamın arasında bekleyen İlyas beni görünce önünde birleştirdiği ellerini çözüp önümde durdu. "Bir sorun mu var efendim?" "Yok, sigaraya çıktım. Ben dönmeden Abdullah Bey otele girerse haber verir misin?" Abdullah Turgut her seferinde geç kalırdı. Egosunu böyle tatmin ediyordu muhtemelen ama Elvan İşçi, Doğu Ülker ve Rıdvan Tamtürk başta olmak üzere bunu açıkça ifade etmemelerine rağmen masanın demirbaşları olan birkaç kişinin bunu masaya saygısızlık olarak gördüğü aşikârdı. Yine de Abdullah Bey silah tedarikini güvenle sağlamak için önemliydi. Üstelik çok sağlam bağlantılara sahipti. Karşısında olmaktansa yanında durmak çok daha akıllıcaydı. "Ama sizinle..." demişti ki elimi kaldırıp onu susturdum. "Sadece terasa çıkıyorum, dediğimi yap." Yeniden ellerini önünde birleştirip hafif eğilerek bir adım geri çıktı. "Peki, efendim." Onunla ilgili en sevdiğim şey buydu. İtiraz da etse, yanlış olduğuna da inansa yapmamasını söylediğim şeyleri yapmıyordu. Gereksiz yere hiçbir şeyi uzatmıyordu. Beni tanıyor, ona göre davranıyordu. Tam iki adım atmıştım ki durdum. "İlyas" dedim tekrar. "Çakmağın..." Ona baktığımda sorumu tamamlamama gerek kalmadı. İki parmağına sıkıştırdığı zippoyu bana uzatıyordu. "Sağ ol." Onu alıp terasa çıktığımda cam kapının önünde kimin adamı olduğunu bilmediğim iki kişi karşıma dikildi. Toplantı için çok güvenlik önlemi alınmış olmasına karşın ironik şekilde bu kadar çok karanlık adamın bir arada olması çok tehlikeliydi. "Geçebilir miyim?" Bu havada dışarı çıkma isteğim onlara garip gelmiş olacak ki şaşkınlıkla önce bana sonra birbirlerine baktılar. "Teras bugün kapalı efendim. Bu katta olmamalısınız." Kaşlarımı çattım, neredeyse gülecektim ama kendime hâkim oldum. "Neden?" diye sordum. Uzun zamandır ilk kez ufak bir an için eğlenmiştim. Öteki adam yanındakine ters bir bakış atıp boğazını temizledi. "Özel konuklarımız var efendim. Bir iş toplantısı için üst katlar kapatıldı." "Hadi ya, işe bak" dedim gerçekten üzülmüş gibi. "Milletvekili falan gelecek galiba bu kadar önlem alındığına göre." Onlar cevap vermeden bu aptal oyundan sıkıldım. "Ben Orkun Balkan'ın manevi kızıyım. Şimdi geçebilir miyim?" Eskiden olsa sadece kızı olduğumu söylerdim ama şimdi manevi kızı olduğumu söylemek bile zor geliyordu. Eğer Korkut beni ondan daha fazla yıkmış olmasaydı belki onun nişanlısı olduğumu söylerdim ama dilim varmıyordu. Kısa bir özür faslının ardından cam kapıdan çıktım. Deri ceketime rağmen soğuğu iliklerime kadar hissettim. Uzun siyah eteğimin yırtmacı açılıp geriye savruldu, turuncumsu kahve saçlarımdan birkaç tutam topuza benzemeyen ama tepede toparlanmış olan dağınıklıktan özgürlüğünü ilan etti. Terasın ucuna ulaşana kadar sırılsıklam olmuştum bile. Otuz yedinci kattan her şey nasıl da uzak görünüyordu. Zemin karanlıkta kaybolduğundan dünyanın ucu bucağı yoktu sanki. Ölmek istemiyordum ama yaşamak için somut bir nedenim de kalmamıştı aslında. İki dudağım arasına koyduğum sigarayı bir elimle rüzgâr ve yağmurdan korumaya çalışarak yaktım. Kanımda iğneler doluydu, ıstırap her hücreme işlemişti. Sigaramın sonunu önümdeki yarım duvarın üstünü kaplayan mermere bastırdım. Kalbim öyle bir sancıya tutulmuştu ki neden acıdığını bilmeseydim ölüyorum sanırdım. Dimdik durup aşağıdaki odaya inmeye mecburdum. Her şey bu yüzdendi zaten, ya iradem kısıtlanacaktı ya da cellâdım sevdiğim adam olacaktı. Oysa sanmıştım ki beni her şeyden çok seviyor. Sırılsıklam cam kapıdan içeri girdiğimde telefonum titremeye başladı. Demek ki Abdullah Turgut da nihayet gelmişti. Merdivenlerden indim. Toplantı salonuna girmeden önce zippoyu İlyas'a geri verdim. Yerime oturdum, Korkut öfkesini bakışlarına yansıtsa da bu kalabalıkta tek kelime etmedi. Görüntüm Orkun Balkan'ın da hoşuna gitmemişti eminim ama o yüzüme bakmadı bile. Sonra hesap soracaktı, tabii sonra beni bulabilirse. Geçen ay bunu yaşasaydık bu bakışları Orkun Balkan’ın görüntümle onu rezil ettiğime olan öfkesine, Korkut Balkan’ın ise hasta olacağımdan endişelendiğine yorardım. Şimdi ikisinin de sadece vitrinde nasıl göründüğümle ilgilendiğini biliyordum. Pek kimsenin umursayacağı biri değildim, burada imajı zedelenen onlardı. Hatta temelde sadece manevi babamdı. Abdullah Turgut içeri girip gereksiz bir neşeyle herkesi selamladıktan sonra yerine geçti. Bu gece her zamankinden daha kalabalıktı. Planlanan çok büyük bir transferdi ve milyon dolarlar söz konusuydu. "Abdullah" dedi Doğu Bey hoşnutsuzlukla. "Yine vaktinde burada değilsin." "Yoğun bir adamım, biliyorsun." Doğu Bey tek kaşını kaldırdı. "Demek ki iyi bir planlaman yok." Abdullah Turgut’un dudakları gülümsese de dimdik vücudu ve kısılan gözleri tehditkâr bir ifade barındırıyordu. “Öyleyse asistanını bana verirsin Doğu. Bilirsin ben kâğıt kürek işlerinden hoşlanmam.” Saçma çatışmaları biraz daha sürse de gerginlik yükselmeden diğerleri araya girdiler. Konu paraysa buradaki herkesin çoğu derdi göz ardı edilebilirdi. Bir sürü plan yapılırken sessizce ikram kurabiyelerden yedim çünkü biliyordum ki heyecanlı kısım daha başlamamıştı. Çaktırmadan arada Orkun Balkan’ın en yakınlarından olan Sadık Özcan’a bakıyordum ama dikkat çekmemeye de özen gösteriyordum çünkü kimsenin olmasa da Korkut’un gözleri her saniye benim üzerimdeydi. Yaklaşık bir saat sonra yangın alarmı kulakları sağır edecek bir gürültüyle odaya dolduğu an gülümsememek için ağzımın içindeki eti ısırdım. Bu ses benim kâbusumdan uyanma alarmımdı. Elvan İşçi masada sözü geçen tek kadın olarak soğukkanlılığını kaybetmeden "bu da ne?" diye sordu. Çoktan ayaklanmış olanlar duraksadı. "Bir tuzak mı?" "Kimse bilmiyordu, otel benim. Nasıl tuzak olabilir?" Orkun Balkan tam ondan beklendiği üzere yüksek bir özgüvenle araya girmişti. Onun otelinde böyle bir şeye kim cesaret edebilirdi sonuçta... Telefonunu çıkarıp birini aradı. Eliyle de herkese oturmasını işaret etmişti. Arkama yaslandım. Kısa bir telefon konuşmasının ardından "alarmlarda arıza olmuş, yangın falan yok" dese de vardı, var olduğunu biliyordum. Sadece burada değildi. "Yine de bence bu gece burada bırakalım." Abdullah Turgut kendini riskte hissettiği herhangi bir durumda asla bir saniye beklemezdi ve böyle olacağına adım kadar emindim. O olmadan da toplantı devam edemezdi. Şeref Koç bastonunu yere vurdu. "Belki de sana güvenmemeliydik Orkun. Çöplüğünde kontrolünden şüphen mi var?" Bu adam Orkun Balkan'ı zerre kadar sevmiyordu, elinden gelse onu masadan atardı. O yüzden fırsatı kaçırmamıştı ihtiyar. "Sen seksen yaşı geçmedin mi, daha neyi yaşayamayacağından endişen var Şeref?" Abdullah Turgut çoktan kapıya yürümeye başlamıştı. "Benim burada işim bitti." Şeref de ayağa kalktı. "Kurt kocadığında da kurttur Orkun. Daha yiyeceğim avlarım var." Bahsettiği avlardan biri şüphesiz ki manevi babamdı ancak o bunu ciddiye almadı. Güvenlikle ilgili her zaman takıntılı derecede önlem alıyor olsa da bir zaafı vardı ki o da rakibi çok güçsüzse ciddiye almamasıydı. Sadece önemsediği düşmanlarına karşı tedbirli davranırdı. Şeref Koç ise oğlunu kaybettiğinden beri çökmüştü. Tarihi eser olan bir tabloyu Mehmet Torun’a vermemekte direnen masa oğlunun infazının sebebiydi ve tablo Orkun Balkan’daydı. Şeref Koç ona yalvarmıştı, oğluna karşılık onu versin diye gururunu ayaklar altına almıştı ama işe yaramamıştı. İntikamı masa tarafından alınmış olsa da bu manevi babama olan öfkesini zerre azaltmamıştı. O da çıkıp gitti. Herkes yavaşça dağılırken gözüm Sadık Özcan'ın üstündeydi. Artık Korkut’un da dikkati dağılmıştı. Beni gözetse de tehlikeye karşı tetikteydi. "Gidelim" dedi Orkun Balkan Korkut'a bakarak. Otelden çıkmadan önce güvenliğe bıraktığımız silahlarımızı aldık. Kendi oteli olmasına rağmen babam tedirgindi. Özellikle yavaş yürüyordum ki geride kalan Sadık Özcan bize yetişebilsin. Kapüşonumu taktım. Arka kapıdan çıktığımızda Şeref de Abdullah da hâlâ bekliyordu. Birileri şemsiyelerini tutuyordu. Hâlâ yağmur çok şiddetliydi. Eteğimin kumaşı tenime yapıştı. Ellerimin üstü kıpkırmızı olmuştu ve soğuktan acıyordu. Görevlilerden biri gelip babamın önünde durdu. Bu sırada çaktırmadan yola yanaşıyordum. Dikkatler üzerimde olmadığından şanslıydım. Silahımın kılıfını otururken rahatsız etmesin diye belime yerleştirmiş olsam da biraz öne yakındı ve başparmağımı kemerimin kenarına geçirdiğimden erişimim hızlı olacaktı. "Efendim otoparkta yangın çıkmış. Araçları getiremiyoruz." "Ne?" Bu defa yüzlerinin bembeyaz kesildiğini gördüm. Sadık Özcan da tam kapının önündeydi. Yola giren aracın parlak ışıklarını gördüğümde kaldırımdan yolun ortasına kadar çıktım. Hızla yaklaşan araba herkesin dikkatini çekmişti. Silahımı çıkarıp nişan aldım. Ateşlemeye hazırdı zaten. "Sadık" dedim yüksek sesle. "İldemir Kavas'ın selamı var." Hiç düşünmeden ateş ettim. Adamın yere yığıldığını bile tam göremeden araba önümde durdu. Arka kapı açıldı, silahlar patlarken biri beni içeri çekti ve araç hızla geri çıktı. Ön koltukta bir kadının oturduğunu gördüğümde biraz şaşırmış olsam da yorum yapmadım. Sokaktan çıktığında lastiklerin acı bağırışıyla sola döndü. Kapüşonumu indirdim. "Beni şaşırttın, yapamayacağını sanmıştım." Kaşlarımı çattım. Ben de bana ihanet edeceğini düşünmüştüm. Sonuçta düşmanının manevi kızıyla işbirliği yapmayıp ölüme terk edebilirdi de. "Borçlu kalmayı sevmem." Bakışları karardı. "Güzel. Aferin sana." Şimdi sıra ondaydı. İkimiz bir Rus ruletine oturmuştuk an itibariyle. Sözünü tutmayıp beni korumayabilir herhangi bir durumda koz olarak kullanabilir ve hatta kendisi öldürebilirdi de. Ama ben de ona sadakatsizlik edebilir, onu eski dostlarıma karşı koz olarak kullanabilir ya da öldürebilirdim. Bu oyundan ikimizin birlikte sağ çıkma olasılığı çok düşüktü ama bir yola girmiştik. "Biz hâlâ düşmanız, bunu sakın unutma." Hâlâ elimde olan silahı kılıfına yerleştirdim. "Düşmanlık iki kişilik, sence unutur muyum?" "Ama cehenneme sensiz gitmeyeceğime emin olabilirsin." Ben cehennemden geliyordum, yanmayı öğrenmiştim şimdi yakmayı da öğreniyordum. Ama düşmanıma sığınacak kadar nasıl yandığımın da bir hikâyesi vardı.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

HÜKÜM

read
136.9K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.2K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.7K
bc

Leyl Tutkusu

read
307.9K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook