bc

MUNİS HİSLER

book_age18+
444
FOLLOW
7.3K
READ
others
badboy
goodgirl
badgirl
drama
bxg
lighthearted
loser
city
first love
like
intro-logo
Blurb

“KİTAP FİNAL OLMUŞTUR”

Gülsüm, doğarken sağ kolu sinir kayıpları oluşumu nedeni ile felçli olarak doğmuştur. 19 yıl boyunca babası tarafından felçli olduğu yetmiyormuş gibi annesini de doğumda kaybetmesinin nedeni olarak gören bir ayıp olarak büyütülmüştür. 19 yaşına bastığında bir gece babasının onu hiç tanımadığı bir arkadaşının oğlu ile evlendireceğini öğrenir. kalbi, aynı bedeni gibi bu durumu değiştirmeyecek çabalar göstermiştir ama sonuç değişmemiştir.

Gülsüm, kırıklar ile dolu olan ruhunun belki bu evlilik ile düzeleceğini umut ederek kaderinin tümden değişeceği o günü beklemeye başlar ama kader, her saniye bir nefes alış verişimiz ile bile değişebilen bir çarktır ve bu çark her zaman dönmeye devam ederek insanların hayatlarını değiştirmeye devam eder.

chap-preview
Free preview
1. BÖLÜM
Çalan dış kapının zili ile mutfaktan çıkarak dış kapıya hızla ilerlemeye başlamıştım. Babam, kapıda beklemeyi seven biri değildi, sol elimle tuttuğum demir kapının kulpunu açmam ile karşımda babam ve mahalledeki kahveden arkadaşı Raşit’i görmem ile suratımın buz kesilmesi bir olmuştu. Bakışlarıma bir korku perdesi inerken babamın “ Ne duruyorsun kız kapıda? Çekil kenara.” Demesi ile karşımda sarı dişleri ile bana rahatsız edici bir gülümseme ile bakan Raşit den gözlerimi çekerek hemen kenara çekilmiştim. Nefret ediyordum bu adamdan o kadar pis ve rahatsız edici bakışları vardı ki evimize gelmesini, sokakta veya hayatımın hiçbir köşesinde onun sigara içmekten sararmış bıyıklarını ve dişlerini görmek istemiyordum ama babama asla bunu söyleyemezdim çünkü babam beni asla dinlemezdi. Babam arkasından Raşit ile birlikte oturma odasına doğru ilerlerken bende bakışlarımı yerden ayırmadan hızlıca mutfağa gidiyordum, zira bakışlarımı yerden kaldırırsam Raşit’in beni süzen iğrenç bakışlarına maruz kalacağımı biliyordum. Direk mutfağa girmiştim, bugün anlaşılan gece geç vakte kadar Raşit bizde oturacaktı, hemen yemeği hazırlayıp onlar yiyip Raşit gidene kadar odamdan çıkmayacaktım, zaten babamda beni kendisi ile aynı odada birlikte oturtmazdı. Yemeği hazırlarken sağ elimi kullanamamak biraz yavaş hareket etmeme sebep oluyordu. Elimden geleni yapmaya çalışırken içeriden “ Gülsüm! Açlıktan ölüyoruz. Yemeği getir artık.” Babamın bağırışını duymam ile içimdeki panik dalgası büyümeye başlamıştı. Babam hemen sinirlenen biriydi ve istediği şey anında olmaz ise öfkeden deliye dönerdi. Annem beni doğururken ölmüştü. Bu iki artı bir evde babamla yaşıyordum. Doğarken sağ elim rahimde sıkıştığı için felçli olarak doğmuştum. Babam annemin ölümünden her zaman beni sorumlu tutuyordu. Bunun yanında sağ elimi de kullanamadığım için onun gözünde sakat ve annesinin ölümüne sebep olan bir yaratıktım. Beni insan yerine bile koymazdı ki liseyi bitirdikten sonra beni üniversiteye bile yollamamıştı. Mahallenin kuran kursuna gidiyordum. Yanındaki Raşit ise babamın kahveden yakın arkadaşıydı, resmen bir sapıktı. Her gün kuran kursuna giderken mahallenin köşesinden beni seyrediyordu, göz göze geldiğimizde suratına yerleştirdiği iğrenç gülümsemeler ile beni göz hapsine alıyordu. Neredeyse her gün babamla bize gelir gece geç saate kadar babamla sohbet ederlerdi. Ben ise hep odamdaydım sadece onlara yemek ve hizmet için çıkıyordum o kadar. Onun o iğrenç yüzünü görmek istemiyordum ama mecburen yemeği hazırlayarak içeriye oturma odasına taşımaya başlamıştım. Sağ elimi kullanamasam da kolumu kullanabildiğim için bir şekilde hallediyordum zaten hayat sizi bazı şeylere mecbur bıraktığında imkansız diye bir durum olmuyordu, o an kesinlikle bir çözüm üretebiliyordunuz. Bugün makarna, salata ve ayran yapmıştım. Sofrayı kurduktan sonra babam hemen yemeğe başlarken, Raşit’in bana yine pis pis baktığını fark etmiştim. Kendi odama geçmek için arkamı döndüğüm sırada Raşit denen iğrenç adamın söyledikleri ile olduğum yere resmen çivilenmiştim. “ Ee Cahit. Kızının da yaşı büyümüş. Artık bence evlenme çağına gelmiş gibi duruyor. Kaç yaşındaydın kız sen?” son sorusunu bana yönelterek bitirmişti cümlesini ama duyduklarım ile resmen şoka girmiştim. Babama doğru döndüğümde, hala yemek yiyordu ama Raşit’in söylediklerini de kafasında tartıyor gibi duruyordu. Gözlerimi, bu iğrenç düşünceyi babamın aklına sokmaya çalışan Raşit’e çevirdiğimde bana çok sinsi ve iğrenç bir gülüş ile bakıyordu. Direk gözlerimi çekmiştim ondan. Babam elindeki kaşığı sofraya bırakıp bana baktı “ bu yıl kaç oluyorsun kız?” Sorusu ile içimdeki hüzün denizine bir taş daha atmıştı babam. İnsan kızının kaç yaşında olduğunu bilmez mi idi? Korka korka cevapladım sorusunu “ önümüzdeki ay, yani 26 Ağustosta 19 olacağım baba.” Babam sonrasında Raşit’e dönerek “ Evet evet artık yaşı gelmiş gerçekten ama baksana Raşit bu kız sakat. Kim alır bu kızı bu halde? Ben zor dayanıyorum alan nasıl dayansın?” Kalp kırıklığı değildi hissettiğim, babam bana ne söylerse söylesin ona kırılmıyordum. Ona kırılmaya hakkım yoktu. Doğumda annemin ölümüne rağmen beni büyütmüştü, sevgi vermemişti ama terk etmemişti de, bu yüzden bana ne söylerse söylesin hissettiğim tek duygu suçluluk ve utançtı. Suçluydum çünkü ben doğmasaydım annem yaşayacaktı, utanıyordum çünkü sakat bir kız olduğum için insanların bana ve babama bakışları her zaman farklıydı. Raşit, babamın cümlesine daha da sevinmişti ama direk yüzündeki bu sevinci gizleyerek “ olur mu Cahit? Neden kıza öyle diyorsun. Ben eminim senin kızına bir sürü talip olan vardır ama devir kötü artık kimseye güvenemez olduk. Şöyle tanıdığın birine ver Gülsüm’ü. Benim gibi sana yakın olan, Gülsüm’ü koruyup kollayabilen birine.” Cümlesinin son kısmını bana bakarak söylemişti, resmen suratını gördükçe midem bulanıyordu. Yüzündeki o saklı sevinci bana göstermekten gurur duyuyor gibi bir hali vardı ama bu durum saniyelik olmuştu. Tekrar eski ciddiyetine bürünerek babamın cevabını beklemeye başlamıştı. O an bu iğrenç adamın niyetini daha iyi anlamıştım. Benimle evlenmek istiyordu. Pislik adam resmen babam yaşında olmasına rağmen utanmadan benimle evlenmeye çalışıyordu. Asla böyle bir şeye razı olmazdım ki ölürdüm ama yine de bu iğrenç Raşit’in karısı olmazdım. Tam itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki babam benden önce başlamıştı konuşmasına “ Haklısın Raşit, devir kötü herkes senin gibi iyi mi ki bu kızın sakatlığını hoş karşılasın. Şuna bak kolunun duruşuna bak biri görse dilenci sanır. Artık güvenilir birini bulup evlendirmek en doğrusu.” Babamın söyledikleri kırgınlıktan öte olan içimde daha doğarken benimle oluşan hüzün denizinin parçaları gibiydi. Babam her bana üzücü bir cümle veya kelime söylese içimdeki hüzün denizine birer damla veya taş olarak düşüyorlardı. Git gide artmalarına rağmen ben her zaman babama bir sevgiyle bağlıydım. Nefret benim için ağırlıktan başka bir şey değildi, sevgi ise beni mutlu etmese de hayatıma devam ederken bana yük olmuyordu ya da ben öyle sanıyordum. Babamın cümlesi ile Raşit daha da keyiflenmişti, sevinçle babamın söylediklerini onaylayarak sofradaki kaşığa uzandı ve yüzündeki mutluluğu gizleme gereği duymadan yemeğini yemeye başladı. Babamda tekrar yemeğe başlarken bana döndü ve gözlerimin dolmasını umursamadan “ Ne duruyorsun hala orada. Git içeriye Çay koy, yemekten sonra getir.” İşte o an gözlerimden bir damla yaş yanaklarımın onu tutmaya çalışmasına rağmen inatla aşağı kayarak süzülüp gitmişti. Beni gerçekten evlendirecek mi? Raşit’e mi verecekti? Ben daha 19 yaşına basacaktım. Bunlar gerçek olamazdı. Ayaklarım hareket etmiyordu. İlk kez söylenen sözlerin içimde bir damladan çok bir beton yığını gibi çarpma etkisi gösterdiğini hissediyordum. Babam bana sinirli bir şekilde bakmaya başladığında, zorda olsa ayaklarımı kımıldatarak mutfağa ilerlemeye başladım. Gözlerimden süzülen yaşlar her adımda adım attığım yerlere izlerini bırakıyorlardı ama bırakılan her göz yaşında benliğimden bir parçanın da o yerde kaldığını hissediyordum. Zar zor vardığım mutfakta eski masamıza oturmuş gözlerimden akan yaşları siliyordum. İçeride babam ve iğrenç sesi ile kahkahalar atan Raşit’in keyifli sesleri geliyordu. İçim öyle bir halde idi ki, kendimi o kadar savunmasız, o kadar ortada bırakılmış hissediyordum ki, birisi sanki tüm göğüs kafesimi sıkıyormuş gibiydi. İçimdeki hissettiğim o duyguları, üzüntüyü dışarıya vuramadığım için her dökülen göz yaşımda daha da kötü hissediyordum. İlk defa annesizliğin eksikliğini iliklerime kadar yaşıyordum, annem yaşasaydı beni vermezdi kimseye. Eminim babama karşı çıkardı, belki o zaman babamda bana karşı böyle suçlayıcı ve sevgisiz olmazdı, belki o zaman ne Raşit ne de diğer pis, ahlaksız insanlar böyle rahat bakamazlardı bana, belki o zaman hissettiklerimi, içimdeki korkuları rahatça söyleyebilirdim. Raşit den ne kadar rahatsız olduğumu dile getirebilirdim, her normal çocuk gibi istediğimde sevgilerini hissetmek için anne ve babama sarılabilirdim, hayatta hata yaptığımda bana doğrularını öğretmelerini isteyebilirdim. Çocukken oturma odasında uyuya kaldığımda beni kucaklayıp yatağıma götüren bir babam olurdu belki, düştüğümde canım yandığı için ağlarken beni yerden kaldırıp acıyan yerimi öpen bir annem olurdu belki. Kısacası, doğumumda yitip giden bir hayatın benim tüm hayatıma etki edecek eksiklikleri olmazdı ama olmuştu. Babam benim ne hissettiğimi sormadan yanındaki arkadaşının sözü ile bir anda evlendirmeye karar vermişti, sırf benden kurtulmak için Raşit’e veya onun gibi birine verecekti. Kızının duyguları veya acaba o kişiyi isteyecek mi? Sevebilecek mi? Diye düşünmeden bir eşya gibi satacaktı beni. İlk kez tüm hüzünlerimin kırgınlığa dönüştüğünü hissediyordum, bağıra bağıra ağlamak istiyordum, içimde hissettiğim o ağırlığın benden sökülüp gitmesi için avazımın çıktığı kadar bağırmak, kendimi yerlere atıp saatlerce orada kalıp en sonunda sakinleşmek istiyordum ama bunu yapmaya bile hakkım yoktu çünkü içerideki babam ve arkadaşına çay götürmem gerekiyordu. Sesim çıkmasın diye kendimi sıkarak ağlıyordum ama o kadar çok ağlamıştım ki gözlerim ve çenem ağrımaya başlamıştı. Burnum da akıyordu, bir peçete ile burnumu, yanaklarımı ve gözlerimi silerek çay tepsisini hazırlamaya başladım. Hala ağlıyordum ve eminim bundan sonra da hep ağlayacaktım. “Gülsüm. Çay getir!” Babamın sesini duyduğumda içerideki sofrayı toplayıp çayı götürmek için adımlar attığımda dizlerimin titrediğini yeni fark etmiştim. Bugün hayatımda hissettiğim tüm duygular bedenimde tepki veriyor gibiydi, hala evliliğin bir şaka olduğunu düşünüyordum. Babamın gerçekten bana bir şaka yaptığını düşünmek istiyordum. Belki bir anlık bir düşünce olabilirdi çünkü babam bir karar verdiğinde ruh haline göre verdiği kararı değiştirebiliyordu. Evet evet bence de bir anlık söylenmiş bir cümle olmalıydı, kendime verdiğim tesellinin gerçek olmasını istiyordum. Birkaç dakika olduğum yerde kendimi bu düşüncenin bir şaka olduğuna inandırmaya çalışıyordum. Birkaç dakikanın ardından biraz daha iyiydim, evlilik düşüncesi ve ağlamanın bedenimde yarattığı yorgunluk ve garip bir dinginlik hâkim olmuştu bedenime. Sebebini ağlamama ve az önceki teselli cümlelerime veriyordum. “Bismillah.” Diyerek oturma odasına girdim ve üzerimde hissettiğim bakışları görmezden gelerek sofrayı toplayıp geri mutfağa ilerledim. Hazırladığım çay tepsisini içeriye götürüp çaylarını önlerine koydum. Tam odama gidecektim ki “ gel Gülsüm çekinme sende bizimle otur.” Raşit’in gizlemeye gerek bile duymadığı iğrenç sesini duyduğumda ona dönmeden “ hayır teşekkür ederim Raşit amca, ben odama gideyim.” Arkamı dönmesem de şu an Raşit’in suratının sinirden kıpkırmızı olduğuna emindim ona Raşit amca dememe sinirlenmişti kesin ama belki bu sayede biraz olsun haddini bilir o iğrenç bakışlarını benden çekerdi. “ Ne amcası kız, ben o kadar yaşlı mıyım? Daha yeni 45 oldum. Utanma ben yabancı değilim gel sende otur.” Ahlaksız adam bir de daha yeni 45 oldum diyor utanmadan. Midem bulanmıştı daha fazla bu adam ile aynı ortamda kalmak istemiyordum tam reddedecektim ki “ bırak Raşit. Gözümün önünde durmasını istemiyorum, git kız odana gördükçe seni sinirleniyorum.” Babamın bana sarf ettiği sözler ile tekrar gözlerim dolsa da Raşit babamın bu cümlesinin üzerine ısrar etmemiş babama yönelttiği cümleler sırasında vakit kaybetmeden odama doğru yürümeye başladım. Odama yürürken Raşit arkamdan babama “ne olacak Cahit. Ne zaman gelsem Gülsüm odasında yalnız oturuyor. Canı sıkılıyordur diye diyorum bizimle otursun diye. Sende çok eziyorsun kızı.” Sözleri bile midemi o kadar bulandırıyordu ki resmen iyi kalpli tavırlar sergileyerek babamın gözüne girmeye çalışıyordu sahtekâr pislik. Babamın ne dediğini duymadan girmiştim odama, çayları bitene kadar çıkmak istemiyordum odamdan. Yatağıma uzanarak tavanı seyretmeye başladım. Bir süre sonra gözlerim kendiliğinden kapanmaya başlarken ilk olarak içerideki sesler silindi kulaklarımdan ve sonra gözlerim karanlığa daldı ve sessizlik… Kapı sesi duyuyordum ama o kadar çok uykum vardı ki gözlerimi açmak istemiyordum, kapının açılma sesini duyduğumda babamın “ şuna bak, sanki her gün iş yapıyormuş gibi bir de uyuyor. senden bir bok olacakta benimde gözüm görecek. Keşke bir daha uyanmasan da hepden kurtulsam senden. Duyduğunu biliyorum kalk bize çay getir, misafir gelmiş umurunda bile değil kalk lanet çocuğu kalk.” Babamın sözleri beni hemen kendime getirmişti, bana sarf ettiği sözlerin içerisinde ‘lanet çocuğu’ demesi içime oturmuştu. Benden bu kadar nefret ediyor oluşuna o kadar üzülsem de elimden bir şey gelmiyordu. Tek yapabildiğim üzüntümün dışa vurumu olan göz yaşlarımı akıtmaktı. Ben sessizce ağlarken babam ağlayan ifademe tiksinti ile bakarak “ ne kadar çirkin ağlıyorsun, normal haline dayanamıyorum bu halinle daha da çirkinleşiyorsun. Kalk bize çay getir, sakatsın misafir var çayı falan döküp beni rezil etme sakın.” Cevap vermemi bile beklemeden kapıyı kapatarak içeriye geçen adımlarını duymaya başladığımda sağ elime baktım; elim aşağı doğru bükülmüş yarım yumruk şeklinde idi. Bu halime defalarca kez nefret etmeme rağmen başkalarının demesine aldırış etmemeye çalışıyordum ama kendi öz babamın bana ‘sakat’ demesi çok ayrı bir kırgınlığa yol açmaya başlamıştı bende. Göz yaşlarımı silerek ayağa kalkıp odanın aynasında kendime bakmaya bile tenezzül etmeden oturma odasına bardakları almaya gittim. Raşit’in bana yine iğrenç ve merakla bakan bakışlarını umursamadan mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Mutfakta çayları doldurup tekrar oturma odasına dönerken yatsı ezanı okunmaya başlamıştı. Çaylarını önlerine koyup hızlıca namaz kılmak için abdest almaya banyoya yöneldim. Babam sanki az önce bana hakaretler, lanetler okuyan, bana bakarken gözlerindeki tüm nefreti kusan kendi değilmiş gibi Raşit ile keyifli bir sohbete dalmıştı. Abdest alarak kendi odama geçtim ve seccademi sererek baş örtümü düzelttim. Bu dünyada kendimi en huzurlu hissettiğim yer bu seccade idi. Namaz kılarken tüm içtenliğimle Allah’a dua ederek kılıyordum. Namazım bittiğinde sağ elimi açamasam da sol elim ile birlikte dua etmek için havaya kaldırdım. Sadece bir avucum açık olsa da ben biliyordum ki Allah benim sakat olan eliminde ona dua etmek için açık olduğunu biliyordu. Bu halime ne olursa olsun isyan etmemiştim. Her zaman şükrediyordum, eskiden mahalledeki herkes benimle dalga geçerdi ve bu durum beni isyan noktasına kadar getirse de daha sonrasında tanıştığım Nilay sayesinde tüm bu kötü düşüncelerden kurtulmuştum. İstanbul’un kartal semtinde oturuyorduk, Nilay bizim yaşadığımız mahalleye 6 yıl önce gelmişti. Babam normalde benim dışarıya çıkmama izin vermezdi ama mahallenin bakkalı olduğu için işte olduğu zamanlar gizlice çıkardım çok durmazdım, sadece evden biraz olsun çıkmak bana iyi gelirdi ama mahalledeki benim yaşımdaki çocuklar hep “sakat, sen nasıl elbiselerini giyiyorsun? Nasıl yıkanıyorsun? Nasıl tuvalete gidiyorsun?” Gibi saçma sapan sorular ile alay karışık benimle uğraşırlardı. Her çıkmamda beni pişman eden bu cümleleri duymak o yaştaki ben için çok zor bir durumdu, hissettiğim dışlanmışlığı bir türlü anlatacak bir kelime bulamıyordum. Benimle her dalga geçmelerinde ağlayarak eve gelir “ben niye böyle doğdum ki?” Diye daha çok ağlar ve diğer çocuklar normalken benim bu durumda olmamdan sürekli nefret ederdim ama sonra Nilay geldi mahalleye, ocak ayıydı hala hatırlıyorum herkes kar yağarken dışarıda kendi aralarında oynuyorlardı; ben ise babama “baba, eldivenimi sol elime takar mısın? Dışarı çıkmak istiyorum. Yemin ederim azıcık durup geleceğim lütfen izin ver." Babam, bir süre sessizce üzerime giydiğim monta, boynumdaki atkıya ve sol elimdeki eldivene baktı. Kısacık bir an sadece kısacık bir an gözlerinin dalıp gittiğini hissetmiştim ama hemen kendisini toparladı ve hala dün gibi hatırladığım o cümleyi söyleyip çıkmıştı evden. Bana “bak, sakatsın ama montunu falan giymişsin hep. Eldiveni de kendin tak çık dışarı.” On iki yaşındaydım o zaman ve babamın cümleleri kalbimi delip geçerek ruhumu yaralamıştı. O günden beri kendime ve sakatlığıma olan nefretim ilk kez ruhuma kadar işlediğini hissetmiştim. Eldivenim olmadan çıkmıştım. Gözlerim babamın söylediklerine ağlamaktan ve soğuğun etkisi ile birleşerek dahada kızarmıştı ama umurumda değildi. Sadece kendi aralarında oynayan ve kardan adam yapmaya çalışsan kişileri izliyordum. Hava soğuktu ama yağan kar hissedilen soğuğu biraz kesmişti. Eldivenlerimi takmadığım için çok kara dokunamıyordum ama gökyüzünden inci taneleri gibi düşen karları avucumda yakalamaya çalışıyordum. O sırada mahalledeki çocukların arasında daha önce hiç görmediğim bir kız katılmıştı. Benimle dalga geçeceklerini bildiğim için uzaktan seyrediyordum. Mor botları, siyah pantolonu ve üzerinde botları ile uyumlu mor bir şapkalı mont giymiş bir kız katılmıştı. Kız cebinden çıkardığı siyah eldivenlerini eline giyerken çevresine saçtığı o neşeli gülümsemeler ile hemen diğer çocukların arasına katılmıştı. Beraber kar topu savaşı yapıyorlar. Birbirilerini kovalıyorlar ve neşeli çığlıklarını bütün mahalleye duyurmak istermişçesine koşuyorlardı. Ben ise içime doğan yeni bir umut ile onları seyrediyordum. Yeni gelen kızı hemen aralarına kabul etmişlerdi belki bu defa beni de aralarına almak isterlerdi diye düşünmüştüm. Birbirlerine kar topu atarlarken, bende bulunduğum evin köşesinde zorda olsa yerde bir kar topu yaparak onlara doğru yaklaşmıştım. Bana doğru koşan mahalledeki Şeyma isimli kız tam önümde durup bana arkasını döndüğü sırada sol elimdeki karı onun sırtına nazikçe fırlatmıştım. Şaşkın bir şekilde bana doğru döndüğünde ona beklenti ile gülümseyerek “ bende oynayabilir miyim?” Demiştim ama bu cümlem o zamana kadar yaşayacağım en büyük rezilliğin başlangıcı olmuştu. Bana doğru alaylı bir şekilde gülmeye başlamıştı. Diğerleri de bizi fark etmiş ve bize doğru geliyorlardı. Aralarına yeni katılan kız da vardı. Herkes başımıza toplandığında, Şeyma parmağı ile beni işaret ederek “arkadaşlar, bu sakat kız bana kar topu fırlattı. Bizimle oynamak istiyormuş yazık, ne yapalım oynasın mı?” bütün hevesim, beklentim boğazımda düğüm olmuştu, Şeyma’nın söylemesi ile herkes bana gülmeye başlamış aralarında “daha kar topu bile yapamıyor, bir de bizimle oynayacakmış.” “Bizimle denk olmadığını ne zaman anlayacak acaba?” “Git kendin gibi sakatlarla oyna.” O kadar acımasızca konuşuyorlardı ki ağlamamak için kendim ile verdiğim mücadeleyi kaybetmek üzereydim. İçimden tam ağlayarak oradan kaçıp bir daha asla evden çıkmayacağıma kendime yeminler verdirirken tam o sırada “Ben oynarım.” İşittiğim ses bugün yeni gelen kıza aitti. Gözlerimi yerden kaldırdığımda; ağlamamak için göz pınarlarımda biriken yaşlardan hafif bulanık görsem de bir süre sonra görüşüm netlik kazanmıştı. Burnu ve yanakları soğuktan hafif kızarmış, mavi gözleri dahada ortaya çıkmıştı. Göğsüne kadar inen düz saçlarının uçları karın etkisi ile yer yer nemlenmişti. Yüzündeki şekilli burnu ve güzel gülümsemesi ile bana bakan bu kız diğerlerinin yanında içtenliği ile parıldıyordu sanki. Bana doğru her adım atmasında diğerlerine inat daha da içten gülümsüyordu. Son adımını da atarak bana ulaştığında kendiliğinden sol elimi tutarak “Ben Nilay, senin ismin ne?” Sorduğu soru karşısında afallasam da bana sunduğu gülümseme ruhumun kırık ve üzgün köşelerine kadar ulaşmıştı. Hafif bir tonda “Gülsüm.” Diyebilmiştim sadece. Nilayın gülümsemesi sanki dahada büyüyebilirmiş gibi büyümüştü gözümde. “Beraber oynayalım.” Cümlesi ile diğerleri “of, hayır ben oynamam onunla. Sakat o.” Gibi cümleler kurmuşlardı ama Nilay bunu söyleyen çocuğa dönerek “sensin sakat,” o kadar kızgın bir tonda söylemişti ki adını bilmediğim çocuk karşılık verememişti. Sonrasında Nilay bana dönerek “Bize gidelim, beraber oynarız.” Evet bu cümlesi ile hayatımdaki tek gerçek dostu edinmiştim. Ellerimi açarak bir kez daha şükrettim Allah’a çünkü bana Nilay gibi gerçek bir dost göndermişti. O günden sonra sağ elimin felçli olmasına hiç isyan etmemiştim, Nilay daha küçükken bile cesaretli, atılgan ve çok güzel bir kızdı. Güçlü bir karakteri vardı ve her zaman bana destek olmuş normal insanlardan bir farkımın olmadığını göstermişti. Onların yapabildiği her şeyi yapabileceğime inandırmıştı beni. Onun gibi bir dosta sahip olduğum için çok şanslıydım. Dua ederken babamın bu evlilik olayının bir şaka olmasını istedim rabbimden, içerideki pis bakışları ile mahalledeki kızları rahatsız eden Raşit pisliğinin hak ettiğini bulmasını istedim. Annemin ruhunun yattığı yerde huzurlu olmasını istedim. Gözlerimden dökülen yaşlara bir yenisi daha eklendiğinde annemi ne kadar özlediğimi bir kez daha anlıyordum. Onun kokusunu bilmeden, yüzünü bilmeden yaşamak çok zordu ama ona olan sevgim hiçbir zaman azalmıyordu. O beni bu dünyaya getirirken feda etmişti kendini, ne olursa olsun öbür dünya da ona kavuşacağımı hayal ederek her namazdan sonra ruhunun hep huzurlu olması için dua ediyordum. Duamı sonlandırırken babamın da düzelmesini istedim Allahtan. Onun da beni diğer babalarının evlatlarını sevdiği gibi sevmesini istedim, Allah’a açtığım eli kapatmak istemiyordum, açtığım el umuda tutunduğum bir ip gibiydi bırakınca yine gerçek olan zamana dönüş yapacaktım. Bir türlü ayrılmak istemiyordum rabbimin huzurundan. İçimdeki dertler, tasalar onun huzurunda iken bedenimi terk ediyorlardı ama seccademi katladığım anda tekrar bedenime geri dönüyor gibiydiler. Seccademi katlayarak çekmeceye koydum ve yatağımın üzerinde bulunan telefona baktım. Gün boyu elime almamıştım, belki biri aramıştır diyerek telefonumu da alarak yatağıma uzandım. Babam ve Raşit’in sesleri yakınlaşınca bir an irkilsem de Raşit’in evine gitmek için kapıya doğru gittiklerini anladım, malum evde karısı ve dört çocuğu vardı ama utanmadan mahallenin genç kızlarını izliyordu. Kapının kapanma sesini duymam ile rahatlamıştım. Babamın kendi odasına gittiğini anladığımda derin bir rahatlama hissetmiştim. Zorunda olmadığı sürece benimle konuşmuyordu ve bu akşamda konuşmak için artık bir gerekçesi yoktu. Kalkıp oturma odasını toplayacağım sırada odamın içini telefonumun zil sesi kaplamıştı. ekrana baktığımda ise bugün ilk kez içten bir gülümseme ile yanıtladım telefonu. Telefonun diğer ucundan “Alo” dememi beklemeden Nilay’ın cıvıl cıvıl neşeli sesi gelmeye başlamıştı “Gülsüm, hayatım ne yapıyorsun?” Sorusunu cevaplamadan önce hafifçe güldüm, bu kız böyleydi işte her durumda beni gülümsetmeyi başarabilen gerçek bir dosttu. Sesi bana ulaşan bir enerji kaynağı gibiydi. Onunla konuşurken sürekli pozitif bir enerji hissediyordum. “İyiyim dostum, namaz kıldım şimdi içeri odayı toplayacaktım, sen ne yapıyorsun? Bütün gün sesin soluğun çıkmadı.” Nilay sesine yansıyan heyecanını bastırmaya çalışır gibi bir tonda gülmeye başlamıştı. Gülmesi bir süre sonra neşeli kahkahalara dönüşürken bugünkü sessizliğinin altında onu mutlu eden bir olay yaşadığını anlamıştım; “Ya Gülsüm, kanka bugün galiba hayatımın aşkı ile tanıştım.” Heyecanlı bir gülüşün ardından konuşmaya devam ediyordu “Çalıştığım kafe var ya hah tam orada karşılaştık. Murat abi ‘kasaya bakar mısın beş dakikalığına?’ Dedi, bende hemen kasaya geçtim. Gülsüm, işte o an bana doğru ilerleyen yakışıklı kelimesinin vücut bulmuş hali olan aşkımla tanıştım. Hesabı öderken resmen bakmadan işlemini yaptım o derece yakışıklı idi. Ah! Görmeliydin kanka bana bir gülümsemesi vardı sanki ben bu anı görmek için gelmişim dünyaya. Sonra ya da dur yarın size geleyim buradan tam duygularımı gösteremiyorum yüz yüze konuşalım kanka.” Nilay konuşurken içimden “Deli kız.” Diye geçiriyordum. Nilay telefonun diğer Tabii ki, yarın bize gel beraber hem sohbet ederiz, daha iyi anlatmış olursun hayırlı olsun şimdiden dostum.” Nilay telefonun ucundan yine neşeli kahkahasını duyduğumda, benim de gülümsemem büyümüştü. “Tamam kanka, bu anlattıklarım sadece fragmandı, yarın görüşürüz o zaman öptüm seni bay bay.” Aynı içtenlikle ona karşılık vererek telefonu kapattığımda kendimi biraz daha ferahlamış hissediyordum. Nilay ile konuşmak bugün olanlardan sonra bana çok iyi gelmişti, özellikle akşam Raşit’in babamın aklına evlilik fikrini sokmasından sonra hissettiğim gerginlik biraz daha azalmıştı. Nilay’a bu durumdan bahsedip onun mutluluğunu bozmak istemiyordum bu yüzden hala içimde babamın o anlık geçiştirme ve bana göz dağı verdiğini düşünerek söylediğini umuyordum. Kendimi bu düşünce ile teselli etmek ve Nilay ile konuşmak iyi hissettirmişti. Yüzümdeki gülümsememi korurken Nilay’ı böyle heyecanlandıran kişiyi düşünüyordum; arkadaşımın bu mutluluğunun her daim sürmesini istiyordum çünkü o bu dünyada mutlu olmayı çok hak eden biriydi. Nilay, benim aksime bu yıl üniversiteye gidecekti ve harçlığını çıkarma amacı ile de lüks bir kafede çalışıyordu. Aslında bu durumlara çok alışmıştım, Nilay işe gireli bir ay olmuştu ama neredeyse her hafta birine âşık olarak arardı beni. Ben her defasında onu uyarırdım, bu şekilde haram olan işlere bulaşmamasını nasibinin ona zaten geleceğini söylerdim ama deli kız dinlemezdi beni hiç. Ona göre haram helal çok umurunda olmazdı, işin her zaman dalgasında olurdu ver her zaman bana “kanka ben zaten evliliği düşünerek konuşmuyorum, zaman geçirmek istiyorum sadece. Evlilik veya ciddi ilişki bana göre değil.” Söylediklerine çok üzülsem de her zaman Nilay’ın karşısına kalbi güzel birinin çıkması için dua ediyordum. Ayağa kalkıp oturma odasına gittim, içerisi iğrenç derecede sigara dumanı kokuyordu. Yüzümü buruşturarak odayı toplayıp çay bardaklarını mutfağa götürdüm. Mutfağı temizleyip saate baktığımda çoktan gece yarısı olmak üzere olduğunu gördüm. Üzerime çöken bir yorgunluk oluşmuştu gerçi bu yorgunluk bu yaşıma kadar hep vardı bende; annemin olmamasının bende hissettirdiği yorgunluk, çocukluğumu yaşamama engel olan sağ elimin sakatlığının bende oluşturduğu yorgunluk, babamın bana her zaman söylediği hakaretlerin içimde oluşturduğu yorgunluk ve daha anlatamadığım sebeplerden oluşan yorgunluklar. Nadir de olsa unuttuğum ama her yalnız kalmamda hemen kendisini gösteren bu duygu ile bütünleşmiştim sanki. Tekrar yatağıma gidip yattığımda bu yorgunluktan kaçmanın tek yolu olan uykuya kendimi teslim etmek istiyordum ama önce dua etmeliydim. Allahtan ne olursa olsun şükretmeyi bilen bir insan olmayı, eksikliklerimizi kapatan kişiler ile beraber olmamızı ve hayatımızda olan her olayın bize güzellikler şeklinde dönmesi için dua edip gözlerimi kapadım. Sonsuz bir karanlığa düşmeden önce son düşündüğüm şey bu evlilik olayının bir şaka olmasıydı.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kalbimin Derininde

read
7.8K
bc

HÜKÜM

read
137.4K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Leyl Tutkusu

read
308.4K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.3K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook