bc

KIŞ MASALI KAR ŞARKILARI 2

book_age16+
264
FOLLOW
1.1K
READ
others
drama
comedy
sweet
serious
spiritual
like
intro-logo
Blurb

“Sen plan yaparken başına gelen şeylerdir hayat”

Onların hikayesinin de özeti tam olarak bu. Umdukları, planladıkları ve hayal ettiklerinin dışında gelişen her şeylebaş etmeye çalışarak, her şeye rağmen birbirlerinden vazgeçmeyerek devam eden insanlar bulacaksınız bu hikayede.

Acılarının ardından gözyaşlarını silip de yine ayağa kalkan kadınları, sevdikleri kadınlar sabır ve mücadeleden vazgeçmeyen adamları tanıyacaksınız.

Onlar sizinle büyüdü.

Hadi gelin, bakalım şimdi neler yapıyorlar.

chap-preview
Free preview
BÖLÜM 1
3 YIL SONRA   Hava alanında oturmuş Ali’nin uçaktan inmesini beklerken geride kalan zamanda neler yaşadığımızı düşünmeye daldım. Çok şey değişmişti, çok şey olmuştu iyi ve kötü, acı ve tatlı… İçimizde ilk Çınar askere gitmişti. Ankara’da başlayan askerliği Şırnak’ta devam etmişti. Çok karışıktı orası, sürekli bir olay oluyordu ve hepimiz yüreğimiz ağzımızda bekledik dönmesini. Çınar’ın annesine Şırnak’a gittiğini söylememiştik. Kadın zaten hastaydı ve bunu duyarsa kaldıramamasından korkuyorduk. Ama işgüzar akrabalarından biri arayıp Çınar’ı sormuş ve Şırnak’taki olayları izlediklerinde yüreklerinin ağızlarına geldiğini anlatmıştı. Annesi o gece beyin kanaması geçirdi ve kısmi felce uğradı. Neyse ki geçici bir durumdu ve Çınar gelene kadar kendini epey toparlamıştı. Ama Çınar’a durumu hissettirmemek için akla karayı seçtik hepimiz. Sürekli ailesiyle ilgilendik, hatta Beril ve ailesi onları neredeyse hiç yalnız bırakmadılar. Çınar askerden döndüğünde o kadar zayıflamıştı ki, görür görmez ağlamaya başladım. Zavallı çocuk ne sıkıntılar yaşadıysa orada, bir deri bir kemik kalmıştı. El birliğiyle onu eski haline getirmek, hem fiziksel hem de ruhsal olarak toparlamak için uğraştık. Çok sürmeden eski Çınar olmuştu neyse ki. Askerliği bittikten altı ay sonra nişanlanıp, nişandan dört ay sonra da evlendiler. Onlara çok güzel bir kır düğünü yaptık. Gülçin’le Alp’in karşısına, Çınar’ın evine taşındılar. Ev yeterince büyüktü ve çocukları olsa dâhi yetecek gibiydi. Gülçin bu işe çok mutlu oldu çünkü bizden sonra apartmanda arkadaşı kalmamıştı. Evlendikten bir süre Çınar’ın annesiyle ilgilenip işlerini yoluna koymaya çalıştılar. Beril kendine bir diş kliniği açtı, iyi gidiyordu işleri. Alp’in tabiriyle ‘Ailemizin diş hekimi’ olmuştu. Çınar da iyi bir fabrikada mühendis olarak işe başladı ve çok memnundu işinden. Çok yakın bir zamanda da müjdeyi verdiler bize. Hamileydi Beril, bir bebekleri olacaktı. Bu bebek, zaten iyi giden evliliklerini tamamlamıştı, öyle anlatmıştı Beril bize hislerini. Onların adına, mutluluğu böyle güzel yakalayabildikleri için çok seviniyordum gerçekten. Gülçin’le Alp’in evliliği ve ilişkileri düzene girmişti tamamen. Onlar bizden bir yıl önce mezun oldukları için Alp de daha önce askere gidip geldi. O askerdeyken Gülçin işe başladı. Yağmur’la iletişimi de çok güzeldi. Yağmur onu annesi olarak biliyordu ve ondan ayrı dahi kalmak istemiyordu. Alp’e bile o kadar düşkün değildi. Bebeklik zamanlarını çok zor atlattılar ama Yağmur büyüdükçe Gülçin de huzura ermeye başladı. Gülçin’e Yağmur konusundaki en büyük destek Esma teyzeden geldi. Onu sabır ve çocuk bakımı konusunda eğitti. Hepimizden daha çok destek oldu. Bilgisiyle, tecrübesiyle ve güzel kalbiyle çok iyi gelmişti Gülçin’e. Esma teyzeden, çocuğum olduğunda ona da bakması için söz almıştım. Gerçi Ali altı çocuk isteğinden vazgeçmediği için benim çalışmamın da mümkün olmayacağını söylüyordu ama benim hiç altı çocuk yapmaya niyetim yoktu. Gülçin Yağmur’a kardeş yapma konusunda kararsızdı. Yağmur’un kötü etkilenmesinden endişe ediyordu. Bir de eczane açmıştı kendine. İşleri oturtması için zamana ihtiyacı olduğunu ve çocuk için müsait bir zaman olmadığını söylüyordu. Alp de ısrar etmiyordu. Yıllar önce yaptığı hatadan dolayı mahcup, kızına annelik ettiği için de minnettardı ona ve istediği her şeyi yapmaya çalışıyordu Gülçin’in. Hepimiz bu duruma saygı gösteriyorduk. Gülçin Alp’e karşı, arada yaşanan sert çıkışlara rağmen eskisine göre çok daha iyiydi. Alp’in ona olan boyun eğişini de kullanmıyordu hiçbir zaman. “O cezasını kendi içinde fazlasıyla çekti. Bir de benim ona ceza vermeme gerek yok. Zaten çok seviyorum onu ve üzüldükçe içimde bir yer kanıyor” diye de ne hissettiğini anlatmıştı bana. Ailesi de durumu kabullenmiş, Alp’i affetmişti. Zaten Turgut amca onu daha en başından affedeceğini belli etmişti. Cihan abi de Gülçin’in kararına saygı duydu ve ikisine de hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etti. Bir kere bile Alp’in yüzüne vurulmadı olanlar. Sadece Sevim teyze okul bitince boşanmasını istedi Gülçin’in. Çok ısrar etmedi ama biraz başının etini yedi. Bu duruma da babaannem müdahale etti. Nasıl duyduğunu hala bilmiyorum, kim söylediyse itiraf etmedi ama babaannem hepimizi şaşırtacak bir tepki verdi bu duruma. Gülçin mezun olduğu sene Alp hemen askere gidince biz de Gülçin’le beraber Yağmur’u alıp Kayseri’ye gittik. Babaannem Yağmur’u bilmediği için ona giderken Sevim teyze baktı Yağmur’a. Ama babaannem Gülçin’e: “Çocuğu neden getirmedin? Kime bıraktın?” diye sorunca neye uğradığımızı şaşırdık. “Ne çocuğu nenej?” diye sorunca bana öyle bir baktı ki, yalan söylediğim için yerin dibine girdim. “Ben biliyorum kızım, senin kocanın bir kızı var. Anası öldüğü için sen ona analık ediyorsun. Hadi çağır anneni de getirsin buraya. Gözümüz torun görsün azıcık” deyince şaşkınlıktan bayılmadan Sevim teyzeyi aradık. Yağmur’u alıp gelmesini söylediğimizde o da şaşırdı. Ama asıl şaşkınlığı babaannemin Gülçin’e kızmaması ve Yağmur’u sanki Gülçin’in çocuğuymuş gibi sevmesine oldu. “Anne siz de öğrendiniz madem, şu kıza akıl verin. Kız büyüdü işte, artık ayrılmaması için bir sebep yok. Kendini aldatan, üstüne bir de çocukla kızımın başında kalan bu adamdan kurtulması lazım gelmez mi?” diye dert yandığında babaannem ona susmasını işaret etmek için sağ elini kaldırdı: “Sevim, seni kendi kızım gibi severim. Hiç de ayırmadım seni. Ama bu dediklerini bir anne evladına, bir kadın da başka bir kadına demez. Bu kız bu çocuğa sevdalanmış. O başına gelen her şeyi kabullenmiş, sevdiği adamı affetmiş. Çocuğuna da gönüllü analık etmeye kalkışmış. Görünüşe göre de bunu becermiş. Baksana çocuk anne diye eteğinde. Yapma böyle, günahtır. Öksüz sabiye analık etti diye gurur duyman yakışır kızınla. Bu çocuklar birbirine tutunmuş, yuva kurmuşlar. Çomak sokma yuvalarına. Bir daha duymamayayım böyle sözler” dedi ve konuyu kapattı. Sevim teyze de bir daha ısrar etmedi, yalnızken bile konuyu açmadı. Açamazdı ki zaten.   O yılın sonbaharında Cihan abiyi de evlendirdik. Okuldan bu yana görüştüğü Kayserili bir Çerkes kızıyla evlendi. İki gün iki gece düğün yaptık ona. Benim düğünümden bile daha güzel olmuştu. Evlendiği kız da uzun yıllardır tanıdığımız Betül ablaydı. O kadar eğlendik ki düğünde, onca zaman oynayamayışımın hırsını çıkardım. Ali arada gelip durumumu kontrol ediyor, sonra beni izlemeye, fotoğraf ve videolarımı almaya uğraşıyordu. Bir kere, arkadaşlarımın zoruyla gençlerin eğlencesinde Ali’yle Kafe oynadık. Onunla Kafe oynarken sanki yeniden âşık oluyormuşum, ilk tanıştığımda yaşadım heyecanı yaşıyormuşum gibi hissettim. Ona olan aşkım hiç değişmemişti zaten. Bu kadar zaman geçmesine rağmen hiç azalmadan, artarak sürmüştü bütün duygularım. Efsun ve Timur içimizde evliliği en çok geciktirenler oldular. Bunun nedeni Timur’un askerliği dört beş ay kadar ötelemesiydi. Aslında Ali’yle aynı zamanda gidecekti ama vazgeçti. Biraz özgür olmak istediğini söyleyip erteledi. Efsun bu ‘özgür olmak’ konusuna fazlaca takılsa da, sonunda Timur yola geldi ve nişanlandılar. İstemeleri Efsun’un annesi yüzünden biraz gergin geçse de yüzükler takıldı nihayet. Sonra da nişan adı altında bir mekân kapatıp sabaha kadar deli gibi eğlendik. Ali yoktu, ben eksiktim ama herkesin benim moralim için verdiği çabaya karşılık elimden geldiğince eğlenmeye çalıştım. Bu kadar zaman içinde hayatımızda olan güzelliklerin yanında acılar da yaşadık. Önce babaannem ayrıldı aramızdan. Onda kaldığımız yaz halini çok beğenmemiştim. Daha sıklaştırdım gitmelerimi ve her gittiğimde doktora zorla götürdüm onu. Kontrollerinde bir şey bulamadılar mevcut hastalıklarının dışında. Son gidişimde de çok dalgın ve duygundu hali. İçim rahat etmedi ama döndüm İstanbul’a. İki hafta geçmemişti, gece telefonu çaldı Ali’nin. Ali konuşmaya başladıkça sesi değişti, odadan dışarı çıktı. Ben iyice meraklandım, bu gece telefonlarını oldum olası sevmiyordum zaten. Ne olduğunu anlamak için yataktan kalkarken Ali odaya girdi “Canım uyandın mı?” dedi ama sesi kötüydü. “Işığı açar mısın?” dedim endişeyle. Açtığında yüzünün rengindeki değişimi de gördüm. “Ali ne oldu?” diye sorarken, içimde bir yer cevabını duymaktan korkuyordu deli gibi. “Sinemis, şimdi sakin olmanı istiyorum senden tamam mı?” deyince içime bir korku düştü. “Ali ne oldu?” dedim korkuyla. “Hayatım, hemen hazırlanmamız lazım, Kayseri’ye gideceğiz” “Ali ne oldu dedim!” Ali sustu. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Aklıma gelen düşünceyle ellerimin arasına aldım başımı. “Babaannem?” dedim ve Ali’yle göz göze geldik. Gözleri doldu Ali’nin, kaçırdı benden yüzünü. “Hastalanmış Sinemis, gitmemiz lazım” dedi ama ben hastalanmadığını biliyordum. İçime bir köz düşmüş gibiydi. Günlerdir içimde hafiften varlığını hissettiğim ateş kora dönmüştü. “Ali babaannem mi öldü?” dedim ama bunu söylerken sanki her harf beni yakarak çıktı ağzımdan. Ali sesini çıkarmadı. “Sinemis, gitmemiz lazım” dedi ve dolaba yöneldi. Küçük valizi çıkarıp birkaç parça eşya doldurdu. Ben sadece ona bakıyordum. Kımıldamıyordum. Ali çantayı kapatınca yanıma geldi. Pantolonumu aldı ve giydirdi. Ben sadece sessiz sedasız ağlıyordum. Ali üzerime de bir gömlek giydirdi. Çoraplarımı da giydirdikten sonra beni yataktan kaldırıp odadan çıkardı. “Sen otur canım ben geliyorum” dedi ve kapıdan çıktı. Gülçin’e haber vermeye gidiyordu ki kapıdan sesler geldi. O da haber almıştı, bize geliyordu. Ali geri gelip önce çantayı aldı, sonra da beni aldı ve evden çıktık. Gülçin ağlıyordu. Onu görünce emin oldum babaannemin öldüğüne. Gülçin’e sarıldım ve ikimiz de hıçkırıklara boğulduk. Apartmandan çıkıp otoparka geldik. “Uçakla mı gitsek, uçak saatlerine bakayım” dedi Ali. Saatleri kontrol ettiğinde en erken uçak yedi saat sonraydı. Biz zaten o saate kadar varmış olacaktık. “Arabayla gidelim, bir an önce gidelim” dedim. Kimse itiraz etmedi. “Ali Yağmur’u Esma teyzeye bırakıp öyle gidelim” dedi Gülçin. Alp askerde olduğu için yalnızdı. Ali “tamam” deyip arabaya bindirdi bizi. Yağmur, zavallı çocuk ne olduğunu anlayamamış etrafa şaşkın şaşkın bakınıyordu. Onu Esma teyzeye bıraktık. Gülçin yoldan aramıştı, kadıncağız kapıya çıkmıştı bizi beklemek için. Bize baş sağlığı dileyip Yağmur’u aldı ve yola çıktık. Yol boyu hiç susmadan ağladım. Canım acıyordu, çok acıyordu. Biz daha yoldayken ablam aradı. “Abla” dedim ve gerisi gelmedi. “Canım” dedi ablam, sesi çok kötüydü. “Ah…” dedim ağlayarak “Babaannem ” dedi ablam da ama ben daha fazla konuşamadım. Ablam da konuşamıyordu ve kapadık telefonu. Biz kapattıktan hemen sonra Ali’nin telefonu çaldı. Ferhat’tı arayan. Ona nerede olduğumuzu söyledi ve kapadı telefonu. Sonra uzanıp elimi tuttu ama bir şey söylemedi. Söyleyecek sözü yoktu çünkü. Babaannemin evine vardığımızda kapıdaki kalabalığı görmemle daha da büyüdü içimdeki acı. Yürümekte zorlanıyordum. Gözüme ilk çarpan Turgut amca oldu. Ona doğru yürüdüm. Beni görünce o da bana doğru geldi ve sıkıca sarıldı. Gülçin’i de diğer koluna alıp ikimizi de sıkıca sardı. “Amcam” dedim hıçkırarak. “Amcam nenej…” “Güçlü ol kızım, onun torunusun. Güçlü ol” dedi saçlarımı öptükten sonra. “Amcam bizi bırakıp gitti nenej. O da bıraktı” dedim. Artık tutamıyorum kendimi. O kadar çok ağlıyordum ki etrafımızdaki herkesin gözleri dolmaya başlamıştı. “Nerede?” deyince Turgut amca beni içeri götürdü ve Sevim teyzeye teslim etti. Ali de peşimden gelip balkonda durdu. Babaannemi girişte yere yatırmışlardı bir tabutun içine. Üzerinde beyaz bir örtü vardı ve karnında bir makas… Yaklaştım, yere diz çöktüm. Yavaşça açtım yüzünü. Uyuyor gibiydi, sessizce yatıyordu. Bıraktığım gibiydi, sanki gözlerini açıp bana yine: “Hoş geldin gözümün bebeği” diyecek gibiydi. Ama yapmayacaktı bunu. Bir daha hiç duyamayacaktım sesini, bana bakışını, kızınca kaşlarını çatışını, yürüyüşünü, gülüşünü hiç göremeyecektim. “Nenej” dedim eğilip. “Sen de mi bıraktın bizi? Sen de mi gittin nenej? Şimdi bizim kimimiz kaldı? Biz şimdi ne yapacağız sensiz?” deyip ağladım. Gülçin de yanıma çöküp içini çeke çeke ağladı benimle beraber. Bir süre başında bekledikten sonra Sevim teyze gelip kulağıma eğildi: “Yüzünü örtelim kızım, rahatsız olmasın” dedi ve babaannemin yüzüne yine beyaz çarşafı örttü. Ben yerimden kıpırdamadım. Öyle durup ağladım başında. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bir süre sonra kapıda ablam göründü. Ablam gelip yanımıza diz çöktü. Önce babaannemin yüzünü açtı ve haykırdı birden: “Nenej! Benim huysuz babaannem! Ailemin son yadigârı… Bizi bırakıp gittin mi sen şimdi? Nenej biz sensiz ne yapacağız…” dedi ve dönüp bana baktı. Sonra da sıkıca sarıldı boynuma. “Kalbim acıyor kardeşim, yüreğim sökülüyor…” dedi durdu. Şahika Hanım geldi yanıma ben babaannemin başındayken. Onu Bülent abi getirmişti. Onu görünce çok kötü oldum. Zavallı kadın hasta haliyle kalkıp gelmişti. “Kızım” dedi ve sarıldı bana sıkıca: “Babaannem gitti, bizi bıraktı” dedim. “Acın büyük kızım, bunun için teselli yok bilirim. Allah size sağlık versin, uzun ömür versin” dedi ve benden ayrılıp babaannemin yanına eğildi “Ah kadim dostum, koca çınar, daha torunlarımızı sevecektik beraber. Daha sohbetler edip eskileri anacaktık. Ağlayıp gülecektik beraber. Bu hiç olmadı, beni dostsuz bıraktın, yalnız bıraktın” dedi ağlayarak. Çok sevmişti babaannemi, babaannem de onu… Hepimiz babaannemim cansız bedeninin etrafına dizildik. Saatlerce ağladık. Ali’nin ailesi, Ferhat ve Alp’in ailesi, arkadaşlarımız geldiler. Hepsi tek tek baş sağlığı verdiler bize. Kapıda görünen birkaç adama baktım. Onlar da bize bakıyorlardı. Onların yanında Ali ve Cihan abi göründüler. Ali yanıma gelip: “Artık götürecekler canım” dedi ve beni yerden kaldırdı. Adamlar geldiler babaannemi aldılar. Son görüşümdü onu bu, evinden son kez ayrılıyordu. Ablam da ben de bağırarak ağladık arkasından. Babamla annemden sonra yaşadığımız en büyük acıydı bu. Babaannemi camiye götürüp cenaze namazını kıldılar ve bir ikindi vakti defnedildi. Gömüldükten sonra ablam, ben, Sevim teyzem ve Gülçin mezarlığa gittik. Babamla dedemin ortasına gömülmüştü. İkisinin de hanımları sol yanlarındalardı. Mezara gidince yine diz çöktüm. “Kavuştun mu ilk göz ağrın, evinin direği, gönlünün efendisi dedeme nenej? Gelininle oğluna da kavuştun değil mi? Ne kadar mutlusundur şimdi. Bizi bıraktın diye yarımsındır ama ‘Çok özlemiştim be kızım’ diyorsundur değil mi nenej? Biz şimdi çatısı, duvarları yıkışmış bir ev gibiyiz ablamla. Ailemizden geriye kimse kalmadı. Ama siz orada beraber olun bu da bizim tesellimiz olsun” dedim ağlayarak. Sonra dedeme döndüm: “Si tetejh (dedem), kocaman dedem benim, bak senin hatun artık yanında. Sol yanına uzandı o da, artık berabersiniz. Bizden gitti ama senin yanında, sana emanet. Benim aslan dedem, babaanneme iyi bak” dedim. Dedemden sonra annemle babamın yanına geçtim. Ablam da yanıma geldi. “Annem, babam… İşte şimdi ikimiz bir başımıza kaldık. Nenej de bizi bıraktı, o da sizin yanınıza geldi” dedim ve hıçkırmaya başladım. Benden sonra ablam konuşmaya başladı “Siz gittiğinizde ben çok korkmuştum. Tek başıma kardeşimin sorumluluğunu almaktan çok korkmuştum. Sonra nenej geldi yanıma. Dedi ki ‘ben sağ olduğum sürece korkma, ne zaman dara düşsen oradayım’ Ama artık nenej de yok annem, o da gitti. Babam benim, aslan babam şimdi dara düşünce ne yapacağım ben? Artık nenej de yok, ben kime gideceğim, kimden alacağım gücümü? Ne yapacağım şimdi ben…” deyip hıçkırmaya başladı. Sıkıca sarıldık birbirimize, acımızı paylaştık. Mezarlıkta duamızı okuduktan sonra ayrıldık. Yedi gün boyunca evde babaannem için okumalar yapıldı. Acımız dinmese de telâşa devam etmek zorundaydık. Yedinci gece de okuma yapıldıktan sonra İstanbul’a döndük. Alışmak zordu. İki ya da en geç üç günde bir aramasını, sesini, hesap sormalarını, eleştirmesini, bağrına basmasını ve varlığının verdiği gizli gücü o kadar çok özleyecektim ki çok zor geliyordu gittiğine inanmak. Eve döndüğümüz ilk gece Ali’yle yatakta uzun uzun konuştuk onu. “En son görüştüğümüzde, hali daha bir garipti biliyor musun?” dedim. “O gece benimle uyumak istedi. Göğsüne yasladı beni, saçlarımı okşadı, saatlerce konuştuk. Hali garipti, sanki biliyormuş da onun için vedalaşmış gibi…” “Bazen insan hissedermiş öleceğini, belki de hissetmiştir. Ama ne mutlu ona ki seninle doya doya vakit geçirmiş. İyi ki kalmışsın aşkım, iyi ki gelmemişsin hemen” dedi Ali acımı paylaşarak. “İyi ki… Ali ben onsuz nasıl yolumu bulacağımı bilmiyorum. Meğer ne kadar büyük yeri varmış hayatımda. Bunu biliyordum ama bu kadar olduğunu hiç anlamamıştım” “Sen onun sana öğrettikleriyle, onun öğütlediği gibi yaşayacaksın. Onun ruhu da hep seninle olacak” deyip sarıldı bana. Haklıydı, o beni nasıl büyüttüyse öyle yaşamaya devam edecektim. Babaannemden beş ay sonra başka bir acıyla sarsıldık. Şahika babaanneyi de kaybettik. Onunki önce hastalanarak ve birkaç gün hastanede yatarak başladı. Sonra da veda etti bize. Babaannemden sonra daha da üzerine düşer olmuştum onun. Hatta sırf o hayattayken görsün diye ona bir torun vermek istemiştim. İki aylık hamileydim hayatını kaybettiğinde. Haberi duyunca öyle sevinmişti ki, ne kadar planlarıma ters olsa da onun mutluluğu her şeye değmişti. Tansiyonu yükselmişti gece yarısı, yardımcısı hastaneye kaldırıp sonra da bize haber verdi. Gittiğimizde komadaydı. Hiç uyanmadı, o kadar dua ettik ama o uyanmadı. Sabaha karşı bir saatte tamamen ayrıldı bizden. Ali çok kötü oldu, yıkıldı. Onun da benim gibi babaannesi en büyük gücüydü. Çocukluğunu kurtaran kadındı o, Ali’nin mimarıydı. Ama o da veda edip yalnız bırakmıştı bizi. Ondan ayrılmak, babaannemin acısını atlatamadan üzerine gelmişti ve çok ağır olmuştu. Şahika babaannenin cenazesinden beş gün sonra rahatsızlandım. Hastaneye gittiğimizde kanamam da vardı, çok şiddetliydi. Ne yazık ki bu kadar üzüntü bana da bebeğe de fazla gelmişti ve düşük yaptım. Bu durum benden çok, bebek için deli olan Ali’yi üzdü. Babaannesinden sonra bebeği de kaybedince Ali kendini çok dağıttı. Önceleri sus pus oturmaları başladı, sonra eve geç gelmeleri. Ne zaman arasam bir yerlerde bir şeyler içiyordu. Sabır gösterdim, anlayışlı olmaya çalıştım ama bir süre sonra benim de sabrım taştı. Ben de aynı acıları yaşamıştım ama onun gibi pervasızlık etmiyordum. Bülent abinin yerinde Timur’la içiyorlarken gidip bastım orayı. Geç vakitti, pek kimse yoktu ve ben de ortalığı iyice bir karıştırdım. Ali şaşkınlıktan tepki verememişti. Ağzıma geleni saydım, böyle giderse ondan ayrılacağımı söyledim ve çekip gittim. Birkaç gün Beril’de kaldım, Ali’yi de görmedim. Sonunda buldu beni, pişman ve perişan halde geldi kapıya. Özür diledi, affetmem için yalvardı ve barıştık. Aslında affedecektim ama kendine gelmesi için bunu yapmam gerekiyordu. İşe de yaramıştı. Barıştıktan sonra bir daha böyle bir sorun yaşamadık. Toparladı kendini ve acımızı birbirimize dayanarak yaşadık. Ablamla Ferhat’ın bir bebeği daha olmuştu babaannem ölmeden önce. Bebeğin ismi yine kriz olmuştu ama sanki bilir gibi ablam da Ferhat da bebeğin adını koyma işini babaanneme bıraktılar. Babaannem de Denef koydu bebeğin adını. Çerkes dilindi ‘İpek’ anlamındaydı. Bu kez anlamını beğendi herkes ve Feride teyze de beğendi. Ama başta bir sürü tantana etmişti her zamanki gibi. Onur büyümüştü. Teyzesine âşık bir çocuktu ve eniştesini de çok kıskanıyordu. Bana olan sevgisi yüzünden Ali’ye sinir oluyordu çocuk. Ali bu duruma biraz içerlese de aldırmamaya çalışıyordu. Çocukları o kadar seviyordu ki, bir çocuğun, hele ki benim yeğenim olan bir çocuğun onu sevmemesi onun kaldırabileceği bir durum değildi aslında. Ama Onur inadı konusunda tamamen bana benzemişti ve bir türlü Ali’ye yüz vermiyordu. Arada güldürüyordu bizi bu halleri. Ben okul biter bitmez beni Ali’yle kavga ettiğim gece beni evime bırakan Cahit amcanın fabrikasına girdim. Zaten stajımı da orada yapmıştım ve Cahit amca okulu bitirmemi sabırsızlıkla bekliyordu. Ben de okul bitince kısa bir tatil yapıp hemen başladım. Ali kısa bir süre babasının şirketinde çalıştı, sonra da daha fazla uzatmamak için askere gitmeye karar verdi. O benim gibi mesleğini yapmayacaktı, yine şirkette çalışacaktı. Hatta bana Çiğdemlerin fabrikasının başına geçmemi teklif ettiler. Ortak olduğumuz için yönetimin bende olmasını istediler ama ben kendi mesleğimi yapmak istediğim için reddettim. Şirketi de Çiğdem’in yönetmesini istedim. En çok o hak ediyordu çünkü. Çiğdem başlarına gelen olaylardan sonra o kadar değişmişti ki, o günleri bize unutturmuştu. Önceleri değişir, yine eskiye döner dedik ama olmadı, istikrarını korudu. Ali’ye olan duygularından vazgeçtiğine de bizi inandırdı. Neredeyse iki yıllık bir ilişkisi bile vardı okul bittiğinde. Bizim okulda bir üst sınıfta olan Burak diye biriyle beraberdi. Burak, okulu bitince hemen askere gidip geldi ve çalışmaya başladı. Evlenme planları vardı ama babasının rahatsızlığı ilerlediği ve ağırlaştığı için ertelemek zorunda kaldılar. 

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.1K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.0K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.7K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook