bc

Kurtar Kendini - Kor Alev

book_age18+
13
FOLLOW
1K
READ
mafia
like
intro-logo
Blurb

"Beni korkutabilir misin? Komik olma, ben sana birkaç beden büyük gelirim."

"Senin sadece burnun havada o kadar. Aklına düştüm, şimdi kendini ikna etmeye uğraşıyorsun. Seni bununla korkutamam belki..." Elindeki silahı yatağa attı. Kapkara gözlerinde uçsuz bucaksız boşluğu gördüm. Devasa bir kaos vardı ruhunda, beni içine çekiyordu. "Ama..." Aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. Elini tam kalbimin üstüne koydu. "Benim için böyle gürültüyle atan kalbin de mi seni hiç korkutmuyor Mahra Kavas?"

chap-preview
Free preview
1☯️
1☯️ Dilime dolanan eski şarkıyı sözlerini hatırladığım kadarıyla mırıldanıp kalanını kafamdan sallarken önümdeki aynaya biraz daha eğilip vişneçürüğü rengindeki rujumu sürdüm. Makyajım da tamamlandığında yatağımda titreyip duran telefonuma aheste aheste ilerlemeden hemen önce boy aynasında şöyle bir kendime baktım. Kesinlikle her zamankinden de harika görünüyordum. Avrupa havası bana iyi gelmişti. Göğüs kısmı korse misali sıkıca gövdemi saran, eteği kalçalarıma kadar uzanan elbisemin göğsümden eteğime kadar olan tül kısmı dâhi ışıltılarla doluydu. Her hareketimde etrafa saçılan parıltılar o kadar hoşuma gidiyordu ki yatağa doğru parmak uçlarımda yürürken "sende sevdam eskidi bak, havada yeni aşk rüzgârı var" diye mırıltıma hafif dans figürlerim eşlik ediyordu. Bu gece kesinlikle bir saniye durmayacaktım. Abimden zar zor kopardığım izni düşününce gülümsemem büyüdü, başımda bekleyen kimse olmayacaktı ve bu senede bir kez elde edebileceğim bir ayrıcalıktı. Beni bunaltmamak için güvenlik önlemleri izin verdiği ölçüde özen gösteriyordu ve ben de mümkün olduğunda şikâyet etmiyordum ama dışarıda olduğun her saniye birileri tarafından izlenmek çok rahatsızdı. "Sıcak bir aşk tütüyor gözlerimden, bunu gör artık. Gör artık." Telefonumu elime aldığımda süren aramaya yanıtlayıp hoparlöre verdim. "Alo." "Mahra, hazır mısın? Biz mekâna geçiyoruz Lalin ve Umur'la. Güven, Derya ve Mercan da yoldaymışlar. Ne durumdasın sen?" Çocuk gibi aynanın önünde salınıp durmayı bırakabilirsem hazırdım aslında ama detayların önemi olmadığından "çıkıyorum şimdi, orada görüşürüz" diye cevap verdim. İzin koparmış olsam da küçük bir grupla kutlama yapacaktık. Bana kalsa dünyaları çağırırdım ama zaten bugün sadece bu sene için kaçıncı kez doğuşumu kutladığımı sayamayacağım bir kutlama yapacağımdan şansımı zorlamaya da gerek yoktu. "Tamam bebek, görüşürüz." Çantamı da alıp önceden karar verdiğim ayakkabılarımı giydikten sonra apar topar aşağı indim. Evi topuklularımın merdivenlere çarpma sesiyle inletmem üzerine salona ulaşabildiğimde abime kahve servis eden Nida, karşısında oturmuş elindeki dosyayı gösteren İlhan ve bizzat abimin kendisi bakışlarını üzerime dikmişti. "Selam millet" dedim coşkuyla. Yanaklarım hafiften kızarmıştı. "Çıkıyorum ben." Abim ayağa kalkıp yanıma yürüdü. Boy pos, endam, yakışıklılık her şey vardı bu adamda. Aynısından abim olmayanı olsa kendime alırdım ama neyse artık. Benim yeşil gözlerimin yanında sönük kalan ama normalde mükemmel mavi gözleriyle beni şöyle bir süzdü. Bu biraz kısa sürmüştü çünkü ne yazık ki onun bir doksan beşlik boyu yanında ailemizin genlerinden bana kalan yalnızca bir altmış beş olmuştu. Yine de merdivenin birkaç basamağı kaldığından şu an bu mesafede ondan uzun duruyordum. Ellerimi iki yana açıp elbisemin eteğini özellikle hareket ettirdim. Işıltılarla yine mest olurken "eee" diyerek yüzüne baktım. "Olmamış mı?" "Öyle bir şey mümkün mü acaba? Göz kamaştırıyorsun. İyi ki doğdun dünyam benim. Mutlu yaşlar." Aramızdaki bağ çok özeldi. Bana dünyam diyordu ama o dünyayı verendi. Gözlerim dolar gibi olunca yukarı bakıp gülümsedim. Elimle yüzümü yelliyordum bir yandan da. Onunla özel olarak kutlamıştık, beni tatile göndermesinin dışında arabamı yenilemişti ki bir senedir eski arabam gri olduğundan söylenip duruyordum. Alırken sarhoş ya da kör olmalıyım çünkü o zaman bu kadar iğrenç görünmemişti ve abim de sırf rengi yüzünden araba değiştirmemi mantıksız bulduğundan rengi çirkin ama kendisi konforlu arabamla idare ediyordum. Gerçi kendim de değiştirebilirdim fakat muhtemelen abimin de söylenmelerimi görmezden gelmesinin en büyük sebebi aslında saçmalığından ziyade benim sürekli böyle sebeplerle araba değiştirmemdi, ben de artık üşeniyordum ve arsızlığıma rağmen biraz abarttığımdan başının etini yemek dışında ısrarcı olmamıştım. Şimdiyse kırmızı bebeğim kapıda bekliyordu ve kesinlikle çok güzeldi. "Gözüme mutluluk kaçtı, biraz daha oyalanırsam kendi partime yetişemeyeceğim. Seviyorum seni ve nutuk çekmene hiç gerek yok, yattan iner inmez normal hayatıma döneceğim bir sorun olursa da telefonum hep açık kalacak ve hemen Mithat'ı arayacağım." Hızlı hızlı konuşurken yanından geçip kapıya ilerledim. Alışkın olduğundan "her zamanki Mahra" bakışlarıyla beni izliyordu sadece. Araya girip konuşmamıştı ya konuşsa da dinlemezdim çünkü ben konuşurken kulaklarım sadece kendi cümlelerimi duyabiliyordu. O tam bir ebeveyn olduğundan şımarık çocuk rolü de bana kalmıştı ve bununla hiç sorunum yoktu. Ona ciddiyet, sorumluluk, şefkat bana ise naz, niyaz, asilik ve küstahlık çok yakışıyordu. Evden çıkar çıkmaz peşime takılan bir düzine adamla marinaya kadar bir devlet insanı, kraliyet ailesinin bir üyesi gibi seyahat ettim. Arabadan indiğimde küçük çantamı açıp telefonumu çıkardım. Son aramalardan Kumsal'ı geri ararken bir yandan da yürüyordum. "Alo." "Geldim ben, neredesiniz?" Onların da yeni ulaştığını, arabayı park ettiğini duyunca etrafa bakındım. Çok geçmeden birbirimizi bulabildik. Kumsal elbisemi gördüğünde gözlerini irice açıp "parlıyorsun resmen" dedi. Kendi etrafımda bir tur dönüp hareketimle daha çok ışıldayan eteğimi gösterdim. Gülümsemem genişledi. "Doğum günü partisinde bu kızın sönük kalacağını beklemedin her halde." Lalin beni o kadar iyi tanıyordu ki ufacık şaşkınlığı yoktu. Umur da her zamanki gibi onu onaylamakta gecikmedi. Bu hayatta Lalin'i onaylamadığı tek konu ona eski popüler bir dizideki Umur Beyle aynı ismi paylaştığı için takıldığı zamandı. Umur buna çok sinir oluyordu. Mercan, Güven, Derya, Irmak, Yıldıray, Özer, Levent bizden önce gelmiş, içeri geçmişlerdi. Özer beni görür görmez hızlı adımlarla yanıma yürüdü. Elimi tutup beni yeniden kendi etrafımda döndürürken "ay olay" diye yüksek sesle tepki verdi. Ben kıkırdarken o beni masaya çekiştirdi. "Bu şaheseri nereden buldun? Moda ikonları senden ders alsın, moda diye bir şey olmasa sen kitabını yazardın." Övülmeyi seviyordum ve bunu hepsi biliyordu ama Özer'in konuşma tarzı hep böyleydi. Yine de kişisel aldım. Levent oturduğu yerde yana kaydı. "Burası boş güzellik..." Onun yanı bana her zaman boştu ama ilgisine hiçbir zaman karşılık alamayacaktı ki bunu kendine bir meydan okuma olarak görüyordu yoksa iddia ettiği gibi bana platonik âşık olduğu falan yoktu. "Oturmaya geldiğimizi bilmiyordum, hani dans? Hani müzik?" Oturduğu yerden kalkıp bir adım arkama geçerek elini belime yerleştirdi. "Sen yeter ki iste. Dans edelim o zaman." Belimdeki elini çektim. "Çok temas Levent, sevmiyorum ben böyle şeyler." Duyanların çok dertli sanacağı içli bir "of" çekti. "Platonik olmak çok zor lan." Elini kalbine koydu. "Bu kalp kum kadar parçalandı daha ne kadar kıracaksın Mahra Kavas?" Alkış tuttum. "Oscar'lık dram sahnesiydi. Uğraş biraz daha belki kapılırım sana. Hediyeni ona göre seçmişsindir umarım." Eğer bana gerçekten âşık olsaydı asla bu şekilde davranacak kadar vicdansız olmazdım ama kalbi kum kadar parçalanmış birine yakışmayacak şekilde karşımda sırıtıyordu. "Kız da haklı, böyle aşkı bir tek kitaplarda, dizilerde, filmlerde görmüş. Gerçekliğini anlamıyor ama şansım var duydunuz gençler." Yıldıray ağzının kenarıyla "tabii tabii, rüyalarında" dese de hepimiz onu gayet rahat duyabildik. Müzik sesi daha erken olduğundan kısıktı, insan sayısı da hafif bir uğultuya sebebiyet verebilecek kadardı. "Yıldıray, yıldırdın beni Yıldıray. Ortağını anlıyorum da senin aşkıma neden saygın yok?" Sırf söylemek hoşuna gidiyor diye bu cümleyi o kadar çok kuruyordu ki Levent hepimizi yıldırmıştı. Yıldıray ve Umur el ele verip isim değiştirmeye gidebilirdi. "Of ne çok konuştunuz ya. Yeter beyler ve hanımlar." Kumsal belimden sarılıp çenesini omzuma yasladı. "Dünyaya neden gelmiştik Mahra?" Bir elimi zafer işareti misali havaya kaldırıp onunla senkronize şekilde kalçamı sağa sola sallarken "yiyip içip dans etmeye" dedim. Sesim biraz yüksek çıkmış olacak ki birkaç masadaki insanlar bakışlarını bize çevirdi. Özer "Yıldo içkile bizi" diye coşkuma katılırken Yıldıray yine üstüne kalan angaryaya homurdanıyordu. "Neden hep ben?" "Çünkü şeker çocuk beyler dururken hanımlar mı gitsin şimdi, ötekiler de beceriksiz." Ötekiler derken gözlerini Umur, Güven ve Levent'in üzerinde şöyle bir gezdirmiş, dudağını da memnuniyetsizliğini belirtircesine aşağı eğmişti. "Benim de narin ellerim yıpranıyor." Yüzü hüzünlü bir ifadeye bürünüp havaya kaldırdığı, bir sürü yüzük olan ellerine baktı. "Zaten istediğim kadar bebeksi yumuşaklığı hâlâ elde edemedim. Bebek popişinden ne farkı var benim tenimin? Ne servetler döküyorum ben bu ellere ama şu kaknem Lalin'inki gibi olmuyor." Lalin kendisine kaknem denmesine omuz silkip övgü alan ellerini hava atarak Özer'e gösterdi. "Ne yaparsın Allah vergisi işte. Tek kuruş da ödemedim." Yıldıray çok yüksek ihtimal bu muhabbetten kaçmak için içkileri almaya gitmişti fakat kimseye sormamıştı. Rastgele sipariş verecekti, artık ne düşerse bahtımıza. Çok geçmeden ortam kalabalıklaşmaya müzik sesi yükselmeye başlamıştı. Elimdeki kokteylden ilk yudumumu aldığımda yüzümü buruşturup masaya geri koydum. "Bu ne be şerbet mi? Tekila yok muydu?" Akıllı biri çok fazla alkollü içeceği karıştırmazdı ama bazen aklı havada davranmak hayatın eğlencesiydi. "Daha erken, gecenin başında sarhoş toplamak istemedim." Yıldıray bunu söylerken Umur, Irmak, Derya ve Güven'e baktı. Dördü son içmeye çıktığımızda fena halde kendilerinden geçmişti. Tatsız olaylar yaşandığını hatırlayınca yüzümü buruşturdum. Haklıydı çünkü milleti o toparlamıştı. "Ama senin ayrıcalığın var, istersen alırım ortak." Levent'in henüz içmediği pembeye çalan kokteylini önünden aldım. "Yok yok, beğendiğim bir şey bulurum ben şimdi." Özer kendi açık yeşil, flamingo pipetli kokteylini kaldırıp bana doğru uzattı. "Aşkım bak bu uzaylı şeyi de fena değil. Rengi pek itici sadece..." Sonra bir şeyi hatırlamış gibi geri çekti. "Ay ama içtim ben bir yudum. Sen şu Umur'unkini iç, bak güzel görünüyor o. Kapmış sinsi en iyisini, zaten elleri bebek gibi kızı da kaptı." Güven, Mercan ve Özer'le dans alanına geçtiğimizde hafif salınan yatın kalabalık pistinde kendimize bir yer bulabildik. Renkli ışıklar arada üstümüzden geçiyor, Güven'in komik dans stili bazen bizi kahkahalara boğuyordu. Karşıma Levent geçtiğinde kollarımı havaya kaldırmış vücudumu ritmik şekilde sağa sola sallıyordum. Saçlarımı savurarak bir tur döndüm. Mercan'ın mor elbisesinin sıkıca sardığı kalçasına hafifçe kalçamı vurduğumda bana bakıp güldü. Tepesinde atkuyruğu yaptığı saçları omzunun önüne alıp bana eşlik ederken hafif öne eğildi. Belirgin göz makyajı koyu renk, büyük gözlerine yakışıyordu. Ellerini uzatıp benimkileri tuttu. Kıvrak hareketlerimiz birbirini takip ederken Levent beni omuzlarımdan kendine çekti. Hafiften yorulmaya başlayınca kulağına yaklaştım. "Ben içecek bir şeyler almaya gidiyorum. Gelirim birazdan." Eliyle onaylar bir işaret yaptı. Güven bulduğu güzel bir kadınla flörtleşiyor, Mercan Özer'le dans ediyordu. Masadakiler de koyu bir sohbete dalmıştı. Bar kısmına geçip yüksek taburelerden birine oturdum. Enerjim hâlâ çok yüksekti. Aldığım tekile shotları masaya taşıdım. "Gençler siz altmış yaşında mısınız? Ruhunuz canlansın az." Yıldıray eliyle ve gözleriyle abartılı bir şekilde 'yapma' diye işaret ediyordu ama tekilalar çoktan masaya dağılmıştı bile. İngilizce 'bok' dediğini ağzının hareketinden anlayınca sırıttım. Tekila bardağımı onunkine çarpıp hızlıca yuvarladım. Limonu yerken Yıldıray'ın kulağına eğildim. "En çok sen iç onlar toplasın ortak." İkimize de iki yeni bardak alıp birini içtiğinin yerine eline tutuşturdum. "Ve oturma artık. Hadi ya pist şu yakışıklılığı görmesin mi? İçim şişti." Siyah, üstünde altın rengi taç olan, görünüşü güzel bir pasta geldiğinde alkışlar ve doğum günü şarkısı başlamıştı. Pastanın boyu yüksekti, yanında altın renginden kıtaların görselleri vardı. Önünde "dünyada görülecek çok yer var ama hiçbiri sen kadar güzel değil, iyi ki doğdun Mahra" yazıyordu. Ellerimi birleştirip yanan tek uzun, altın rengi mumu üflemeden dileğimi diledim. Her sene kaç pastam olursa olsun aynı şeyi diliyordum aslında. 'Abimin uzun bir hayatı olsun ve mutlu olalım.' Çünkü bu hayatta dayanamayacağım tek şey geride kalan ailemi de kaybetmekti. Mumu üflerken köşedeki masada oturan bir adamla göz göze geldik. Tesadüfî bir karşılaşmaydı bu ama bir an izleniyor gibi ürperdim. Kapkaranlık gözlerin sahibi yakışıklı bir adamdı. Keskin çene yapısı, hafif aşağı eğimli dar burnu, belirgin koyu renk kaşları, yeni uzamaya başlayan sakalları ve dağınık duran ama özenle yapıldığı belli saçlarıyla dikkat çekici biriydi. Kaliteli görünen bir takım elbise giymişti. Yine de bakışlarında beni fazlasıyla huzursuz eden bir şey olduğundan hızla gözlerimi ondan çektim. Pasta servis için giderken hediyelerimi aldım. İçkilerimizi birbirine tokuştururken Özer "yeni yaşına" dedi coşkuyla. Pasta çok lezzetli olmasına rağmen bir dilimi bile bitiremeden kendimi yine pistte buldum. Bir süre sonra masayla dans alanı arasında mekik döşeyerek herkesi kaldırmayı başardım ama saatler içerisinde içip içip dans etmekten bitap düşmüştüm. Çok oturmadığımdan ve alkolden resmen kafamın içinde de ayrı bir parti vardı. Bizimkilere 'ben bittim' işaretiyle bar alanına döndüm. Dilim damağım kurumuştu. Kendimi bar taburesine atıp yeni içki sipariş ettim. Sıcak basmıştı ve oturunca yorulduğumu daha çok hissettim. Gelirken de adımlarım hafif sarsaklaşmıştı. Ayrıca yorgunluktan biraz durgunlaşmıştım. Önüme bir bardak bırakıldığı sırada yanımdaki tabureye biri oturdu. "Bana da aynısından." Başımı hafif çevirme gafletinde bulunduğumda pastayı üflerken göz göze geldiğim adamı gördüm. Anlam yüklememeye çalışsam da hiç de öylesine gelip oturmuş gibi bir hali yoktu. Bana bakıyordu ve hatta taburesi dâhi bana dönüktü. Kaşlarımı çattım. Ne yapacağını merak ederek hiç üstüme alınmıyor gibi davranmaya karar verdim, kendi önüme dönüp içkimden bir yudum aldım. "Korkuyor musun?" Sesi fazla yakınımdaydı, dahası görünüşü kadar da etkileyiciydi. Uzun boylu bir adamdı. Anlam veremeyerek "neden korkacakmışım?" diye sordum fakat tetikteydim. Onu analiz edemediğim için diken üstünde hissediyordum. Telefonum önümdeki tezgâhtaydı, elim uzanmasa da yakınlığını göz ucuyla kontrol ettim. Beyaz, düzgün dişlerini göstererek gülümsedi. Gamzeleri vardı, özellikle sağdaki daha belirgindi. Karizması ve güçlü bir aurası olmasına rağmen onunla ilgili tehlike içgüdüm çok daha ağır basıyordu. Kaşının ortasında içeri doğru ufak bir çizgi, alnının kenarında da yara izinden kalma olduğu belli bir iz yer alıyordu. "Abin senin böyle yalnız gezmene izin veriyor mu?" İşte şimdi dikkatimi maksimum düzeyde üstüne çekmeyi başarmıştı. "Ne demeye çalışıyorsun?" Beni bir imayla tehdit edecekse abimin himayesinde olsam da hafife almaması gereken biriydim. Yıllarca savunma eğitimleri aldım. "Abimi nereden tanıyorsun?" Arkasına yaslanıp rahat bir tavırla içkisini yudumladı. "Sahiden bilmiyor musun?" Keyifliydi ve bu tüylerimi diken diken ediyordu. Bizimkilere bakmak istedim ama ona arkamı dönmem gerekiyordu ve bunu yapamazdım. "Merak etme, sadece yeni yaşını kutlamak istedim." Ellerini havaya kaldırdı. "Silahsızım. Tehlikede değilsin." Gülüşümü bastıramadım. Egosu benimkini aşan biriyle ilk defa karşılaşıyordum. "Teşekkürler, tam yalvarmaya hazırlanıyordum canım için." "Senin gibi güzel hanımları canı için yalvartmayı sevmem, farklı tercihlerim var diyelim." Bir de ciddi ciddi cevap veriyordu. Şaka mıydı bu adam acaba? Cesaretle aptallığı ayırt edemediğine kanaat getirdim. Ayrıca kendisinin güvende olduğunu nereden çıkarıyordu? "Öyle mi? Her tanıştığın kadına böyle imalı yaklaşıyorsan anca onu başarabilirsin gibi geldi." Sürekli sırıtarak konuşuyordu ki bu sinir bozucuydu ama komikti de. "Başka kadınları konuşmak için çok hızlı gitmiyor muyuz?" Ben de tamamen ona döndüm, bir bacağımı diğerinin üzerine attım. "Hem neler başarabildiğimi görmek istersin. Bence benden daha gördüğün an etkilendin." Dudaklarım açık kaldı. Yürüyen ukalalıktı bu. "Zor olmadı mı?" "Ne?" Biraz daha öne eğildi. Müzik sesine rağmen sesini duyabiliyordum ama dudaklarını okumasam zorlanırdım. "Seni etkilemek mi? Klasiktir bu, kendini kötü hissetmene hiç gerek yok. Ayrıca inan sen de seksi bir kadınsın." İltifat ettiğini sanıyordu galiba. "Everest'i yaratmak. Sen küçük dağları falan aşmışsın belli ki. O egoyu cidden nasıl taşıyorsun?" Pazularından birini şişirip bana gösterdi. "Eh, kaslı kollarım var." Ufak bir kahkaha attım. Kaslarıyla hava atan bir erkeği son derece itici bulurdum ama onun bu espriyle karışık tavırları öyle hissettirmedi. "Hım, bak şimdiye kadar düşmemiştim ama kaslarını görünce bir düştüm." "Desen baştan gösterirdim, aslında şöyle bakınca da belli oluyor gibi nasıl sportif biri olduğum ama sen karanlıktan iyi göremedin herhalde." İyice eğilip dudaklarını kulağımın yanına getirdi. Yanağı tenime değiyor, nefesini duyabiliyordum. "Belki iyi duyamıyorsundur da, oysa bu gece beni düşünürken kelimelerimi hatırlamak istersin." Ben de kulağına yaklaştım. "Seni düşüneceğimi nereden çıkardın? Sadece bir yabancısın." Saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yavaşça geri çekilirken "düşüneceksin" dedi. Gülümsemesi silinmişti. "Eminim." Yutkunduğunda âdem elmasının hareketini takip ettim gözlerimle. "Ve yabancı değilim, adımı duyduğunu biliyorum. Ben Korkut, şahsen tanıştık sonunda Mahra." Duraksayıp gözlerini kıstı. "Mahra." Adımı aheste bir tavırla tekrarladı. "Ne güzel bir tat bırakıyor dilimde adını söylemek." Yine gülümsemesi büyüdü. "Güzel tatları severim." Alkolden uyuşan zihnimde 'Korkut' ismini arıyordum. "Korkut?" Tamamlamasını bekledim ama devamını duymaktan korkuyordum da. Oysa içten içe hissediyordum, göğsüme dolan kesif huzursuzluk bas bas bağırıyordu. "Korkut Balkan." Yüzümde gezinen bakışlarına merak hâkimdi. "Şimdi korkuyor musun yoksa?" Dudaklarımı nemlendirdim. Hayır, hâlâ zerre korkum yoktu ve hatta gerginliğim bile gitmişti. "Neden? Abim senin düşmanınsa, sen de onun düşmanısın. Belki korkması gereken sensindir. Hafife alıyorsan, bana zarar vermeyi denediğini görmek isterim." Bacaklarımı kendininkilerin arasına aldı. "Sen benim düşmanım değilsin Mahra. Niye zarar vereyim?" Eli boynuna gitti. Gömleğinin içinden siyah bir ipi çekip çıkardı. Ucunda bir tarafı ateş, diğeri sudan oluşan denge işareti sallanıyordu. "Yanına geldim çünkü seni görünce gelmek istedim." Kalbim çarpıntım varmış gibi hızlandı. İnanmamalıydım ama şüpheye dair bir şey bulamıyordum kendimde. Yine de yalan söyledim. "İnanmadım." "Peki" dedi sonunu uzatarak. "Yine de sana bir hediye vermek istiyorum." Uzanıp kolyeyi boynuma geçirdi. Metal onun teninde ısınmış olsa da çarpınca titretecek kadar serindi. "Doğum günün kutlu olsun Mahra, yeni yaşın sana güzel şeyler getirsin." Ayağa kalktı. O uzaklaşıyordu ve ben izliyordum. Üstelik iddia ettiği üzere onu en az bir kere düşüneceğimi adım kadar iyi biliyordum. Lanet olsun. "O abinin düşmanı" dedim kendime. "O abinin düşmanı Mahra, kendine gel."

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Leyl Tutkusu

read
307.8K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.2K
bc

HÜKÜM

read
136.7K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.7K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook