bc

SES VERSEM DUYAR MISIN?

book_age18+
1.1K
FOLLOW
3.8K
READ
HE
pregnant
confident
student
bold
first love
sassy
twink
virgin
addiction
like
intro-logo
Blurb

İnternet ortamında, birbirlerinin seslerini duymadan beyinlerinin aynı frekansta çalıştığını anlayan Beste ve Çağatay'ın, aradan bilgisayar kalktığında frekansları yine tutar mı dersiniz?

Sanal gerçekliği gerçek dünyaya aynen taşıyabilir miyiz? Kalplerimizi çarptıran kelimeler sadece ağızdan mı çıkmalı, yoksa bunun için klayve yeterli olur mu?

chap-preview
Free preview
1. BÖLÜM
Gökyüzü tembel bir yavaşlıkla aydınlanmaya başlamış ve güneşin yakıcı ışınları cömertçe perdesi açık camlardan, siyah boyalı duvarlarda asılı duran beyaz çerçeveli fotoğraflarda yansımaya başlamıştı. Boğucu bir hava olacağı geceden beri karşılıklı açık olan tüm pencelerden yapmayan cereyandan belliydi. Yaprak kımıldamıyordu ve dört saattir sırt üstü uzandığı sedyede üstüne eğilmiş kadın, sürekli ter damlacıklarını silmekten helak olmuştu. Şimdi bir de bu sıcağın kaynağı olan sarı yıldız topu, uykusundan uyanıp günü ağartırken bir yandan da on iki metrekare odayı cehenneme çeviriyordu. "Sakın kımıldama, perdeyi çekip geliyorum." "İyi olur, gözümü kapatmam sikinde değil güneşin. Göz kapaklarımı eritip ulaşıyor amacına." Elini gözüne siper edip odanın bir süre daha karanlık kalacak olması hoşuna gitti. Nilüfer, güneşi kısa süreliğine de olsa etkisiz hale getirerek taburesine geçti. Sadece üzerinde çalıştığı lambayı tekrar konumlandırdı ve elinden bırakmadığı aygıtını çalıştırdı. "Akşam çıkıyor musun barda?" Hem vızıltı hem de tenine değen iğne hafif bir titreme yaydı vücuduna.  "Uyanabilirsem neden olmasın? Bu seferki biraz uzun mu sürdü?" "Bu seferkini yalnız çizmek için bir saat harcadım. En az iki saat daha bu haldesin rambo." Kasık tüylerine kadar inen şekil için elleri durmaksızın hareket eden Nilüfer, ilk dövmesinden beri tenini emanet ettiği Nedim'in kız kardeşiydi. Son yedi aydır yakın arkadaşlarından biri olan abisi yerine artık sayısını unuttuğu dövmelerinden bilmem kaçıncısını kazıyordu sert karnına. On sekizini doldurduğunda ondan önceki bir yıl boyunca bir(!) dövmesi olsun diye her gün ailesine yalvardığını dün gibi hatırlıyordu. Artık izin almıyordu, orası ayrı. Yoksa hayatı izin almakla geçerdi. Babasının tek şartı da Türkiye'de yaptırması olmuştu. Dövme aşkıyla mecburen kabul ettiği şarta, Nedim ile memnuniyetle devam etmişti. "Çıkarsam gelecek misin dinlemeye?" "İş olmazsa gelirim; ama yoğun bu aralar. Abim ve diğer eleman da gelecek öğleden sonra." "Daha dükkânı açmadan ben geldim desene." "Komik misin? Dükkanı kapatamadım sayende. İş sonrası, bu halde seni becermek fena olacak. Seveceğimden eminim Çağatay." "Abin bilse beni dükkandan içeri almaz, biliyorsun değil mi?" "Hahaha, sadece bununla yetinirse üzülürüm. Elimdekini farklı pek çok görünen ve görünmeyen malum yerlerine 'ben ibneyim' yazmak için kullanabilir." Nilüfer eğlenceliydi. Kafa kızdı Çağatay'a göre. Önünü ardını, yarını düşünmeden seks yapabildiği, bittiğinde yine aynı yerde, beklentisiz bulduğu sıradan bir arkadaşıydı. "Nedim bunu öğrendiğinde ibne olmadığıma dair şahitlik yapman gerekebilir Nülü." "Uygulamalı olarak mı yoksa sözel dile getirmem yeterli olur mu sence?" Birlikte bir kahkaha bombardımanını daha geride bıraktılar ve kız ellinci kupa kahvesini içerken işine odaklandı. Seviyordu işlem yaptığı adamın bedenini. Teni keza, ne çok ince ne çok sertti. İğnenin delik açmak için yalvaracağı kadar pürüzsüz ve mürekkebin içine, damarlarında kol gezen kan gibi, gireceği kadar müsaitti dövme yapmaya. "Biraz acele et, babam işe çıkmadan evde olmak istiyorum." Babası Çetin Balaban, sabah alarmsız yedide uyanır sekizde evden çıkardı. İtalyanca eğitim veren bir ilkokulda ders vermeye başlamıştı görevinden istifa ederek. Oğluna yakıştırdığı gecelerin yarasa adamı lâkabının mucidi olan babası, konsolosluklarda çalıştığı on dokuz yılın son on iki yılında İtalya'da Türk büyükelçisi görevini üstlenmişti, ancak annesiyle ayrılıklarının üzerine üç yıl önce Türkiye'ye dönmüştü. Annesiyle İtalya'da kalmayı tercih eden Çağatay, onun yeniden evlenmesi üzerine geçen yıl babasının yanına gelmişti istemeye istemeye. Top olduğundan emin olduğu yeni kocayı, karnını deşe deşe gebertmeden yurdu gibi hissetmediği yurda dönebilmesi bile mucizeydi. Annesi ne bulmuştu o ibnede hala çözememişti. Yirmi dört yıldır yaşadığı türlü Avrupa şehrinden sonra eğer Harun'la tanışmamış olsa İtalya'da katil olmaya razı gelecekti. Türkiye'ye onunla adapte olmaya yakın hale gelmişti. "Merak etme, son yarım saat." Dövmeci kız son boyayı değdirdikten sonra bir süre eserini izledi. Gerekli önlemleri aldığı dövmenin üstünü kapattıktan sonra doğrulmaya yeltenen adamın göğsünden geri yatırdı onu. "Çok seksi görünüyorsun. Seni bu halde becereceğimi söylemiştim." der demez altındaki mini şortu çıkardı ve sedyeye tırmandı. Adamın baksırını bir çırpıda sıyırıp eliyle sıvazlamaya başladı cinsel organını. Tanıdık el, bildik yüz, alışılmış haz sayesinde Çağatay uzvunu büyütmek için zorlanmadı. Saatlerdir o bölgeye çok yakın çalışmasının, ara sıra kolunun değmesinin Çağatay'da başka şekilde vuku bulması alışılagelmişin dışında olurdu zaten. Kadınlar arzular ondan cevap alır, o arzular kadınlar ona gelirdi. Sertleşen penisi gözden kaybolana kadar oturdu kız üstüne. Yukarı aşağı oturma pozisyonunda hareket eden kız yaptığı dövmeye dikkat ederek, onun göğsüne yerleştirdi ellerini. Hızlanmaları uykusuzluğun tesiriyle çabuk oldu. "Çok iyisin Nilüfer. Hissediyor musun beni?" Birlikte olduğu kadınları nedendir bilinmez, bağlanma olmasa da onları memnun edip etmediğini öğrenmek isterdi. Kızın cevabı kendi göğüslerini avuçlamak oldu. Alt dudağını ısırıyor, Çağatay'ın saçlarını çekiştiriyor, kulak memesini dişliyor, kısacası işini biliyordu. Bir süre sonra adamın kendini kastığını fark edince müdahale etme ihtiyacı duydu. "Tutma kendini, gel. Senin bebeklerini istediğim falan yok. Korunuyorum." Yattığı her kadınla, böyle ansızın gelişen seksler yapmıyordu. Her zaman hazırlıklı olurdu, fakat dediği gibi Nilüfer güvenilir, boşta kaldıklarında birbirlerini boşlamayan gecelik ilişkilerinin tekin yanıydı. Onunla dert tasa, sabahında pişmanlık ya da duygusal bağlanma yoktu. Bu yüzden uydu ona. İçinden çıkmadan boşaldı. Üstünü başını düzeltip saate baktı ve babasına yakalanacağının nahoş düşüncesiyle cebinden parayı çıkardı. "İki bin beş yüz demiştik, değil mi?" "Aslında sana indirim yapmam gerek beni memnun ettiğin için." "Asla. Seni bilmem; ama memnun olan tek sen değilsin. Nedim'e selam, akşam bara yetişebilirsem haber veririm." Eve gitmek için acele etmezse, babası işe geçtikten sonra girerdi; ama çok yorgundu. Oyalanacak kadar bile gözlerini açık tutamayacaktı. Son gayretle eve sürdü ve baam. Daha kapıda burun buruna geldiler. "Ben uyanıyorum, sen bu saatte eve giriyorsun Çağatay. Nerelerdeydin yine?" "Bir işim vardı. Sana hayırlı işler baba." "Dur bakayım, dövme mi yaptırdın yine? Hâlâ boş yer bulabiliyorlar mı, yetenekli çocukmuş her kimse." Gömleğinin düğmesinden sadece en alt iki düğmesini kapatmanın akıl kârı olmadığını da öğrenmiş oldu. Son cümlesine ise güldü. "Bildiğin gibi değil baba, bu dünyaya gelmiş en yetenekli dövmeci diyebilirim." Babası fena değildi aslında. Ona gelip gidip laf sokması dışında, ki bu saatler günün yirmi dört saatiydi, pamuk gibi adamdı. Maddi bir zorluk çekmeden büyümenin getirisini, yurt dışı havası solumanın genişliğini bu coğrafyaya taşımasını sorun etmese bir de tam eli öpülmelikti. Gecelerin yarasa adamını ne zaman gündüzlerin aranan yüzüne çevireceğini onu uyanık görebildiği sınırlı vakitlerde sormasa, kafa dengiydi. "Eve şimdi gel, yat, zıbar. Kim bilir ne zaman kalkacaksın akşama? Oğlum geceyi gündüzü İzmir saatine göre yaşamaya ne zaman başlayacaksın sen?" "Baba işe geç kalacaksın ve ben de cidden uyumalıyım. Gece performans vardı, bu gece de var. Saatlerdir de sırtım ağrıdı dövme bitene dek. Yüz üstü yatmak için adam öldürecek haldeyim." Ya, ne sikik sikik konuşup vaktimi çalıyorsun, belli işte beni şu anda doğru yola sokamacağın, bırak da uykumu alayım amına koyayım. diyemediği yerde en etkili bahaneye sığındı böylece. Babası bu konuşmayı daha boş bir anında yapmayı aklının bir köşesine tekrar yazdı ve yola koyuldu. Yatağına giden mesafeyi olimpiyat koşucusu hızıyla alan Çağatay, her ne kadar yüz üstü yatmak için delirse de sarılı karnından izin çıkmayacaktı. Yan uzandığı yatakta anında uyudu sabahın sekizi on üç geçesinde. Beste ona göre sabah, kendinden hariç yüz kişiye soracak olsa; yüzünün de vereceği cevap olacağı üzere, öğleden önce son çıkış olan saatte gözünü açtı. Biraz yatakta gerinip iç içe geçmiş kemiklerini açınca sağ tarafına döndü ve odasının bir yağmur ormanının içinde olduğu huzuru hissettiren, renkleriyle gökkuşağının ayaklarının dibinde açtığı görsel şöleni andıran manzarasına baktı. Her yer çok sessizdi ona göre. Yine... Yataktan fırladığı gibi elini yüzünü bile yıkamadan doğruca salona geçti. Bebekliğinden beri görmeye alışkın olduğu, ağzını kulaklarına vardırarak gülümseten manzara karşısında bir kez daha şükretti. Üç kişilik çekirdek ailenin on sekiz yıllık kızı olduğu için öylesine gururluydu ki, babasını kuyruklu piyanonun başında, parmaklarını takip edemediği hızla tuşlara dokunurken görmek öz kızı olarak, ona bile ayrıcalıktı. Evde en basit parçayı bile binlerin doldurduğu salonda, tek koltuğu boş kalmayan senfoniyi çalar gibi, özenerek çalardı. Gözleri etrafta göremediği annesinin, burnuna dolan kokularla mutfakta olduğunu haber veriyordu. Parmak uçlarında ilerleyerek gözleri kapalı, başı yaptığı müziğin ritmine uygun hareketle, sabit duramayan adamın arkasına dek yürüdü. Sessiz olmak Beste'nin en iyi olduğu tek şeydi belki de; ama şu anda babası, yanında davul çalsalar duymazdı kimseyi. Başını babasının geniş omuzlarının üstünden uzatıp nota kağıtlarında ne yazdığını okudu. 'Türk Marşı/Wolfgang Amadeus Mozart' Hızının sebebini notalara baktığında anlamıştı şimdi. Kendi parmaklarının hızı, saatlerce dizüstü bilgisayarının klavyesinde tanımadığı insanlarla mesajlaşma için harcanırken babasının yılların birikimi ve müzik aşkıyla çaldığı parçalar onu hayranlıkla izlemesine yetiyordu. Bir süre sonra ona dönen yakışıklı babasının uzattığı ellerini tuttu. Müzik susmuştu. "Günaydın uykucu dikizci, ne zamandır izliyorsun beni?" Yedi dakikadır olduğunu belirttiği babası, uzun, iri cüssesiyle ayaklanıp biricik kızını başının tepesinden öptü. Kahvaltıya geçmeden önce zaruri ihtiyaçları için izin isteyen Beste'yi serbest bıraktı. Banyoda her sabah yaptığı tekrarları sıralarken, rutininin son halkası olarak ayna karşısında inceledi kendisini. Beline kadar gelen sarı, düz saçları, annesinden aldığı benekli koyu yeşil gözleri, köşeli gelen alt çenesinin bitiminde yer alan sivri uçlu çenesi vardı. Yüzünün ortasına yerleşmiş varla yok arası hafif kemerli burnu yandan bakıldığında bile dümdüz görünüyordu. Beste eli ne zaman burnuna gitse çıkıntı ona özel oluşuyordu sanki işaret parmağının değdiği yerde. Geniş omuzlarının aksine ince bileklerle biten narin kolları yok denecek kadar az ben barındırıyordu. Kalın dudaklarına eşlik eden beyaz dişleri, teninden birkaç ton açıktı sadece. Güldüğünde ince, uzun yüzüne inat belirginleşen elmacık kemikleri, utandığında kıpkırmızı olurdu. Bütünü göz önüne alındığında bir yetmiş iki boyuyla, bakanın önüne dönmeyi unuttuğu güzellikte on sekiz yaşında genç bir kızdı. Tüm bunların tek bir dişide toplanması adil değil derler bir de. Benden esirgenenin yanında az bile... Annesinin yanında bu düşüncelerini istese de dile getiremezdi; ama imasını anladığında bile gözlerindeki kırgınlığı görmemek için sadece aynada kendisiyle baş başa kaldığında aklından geçiriyordu. Anne ve babası; güzellik, endam gibi; dna kodlarına işlenebilecek ve baskın gelebilecek ne kadar dış görünüşte olumlu özellik varsa alınabilecek en ideal çiftti. Gözü annesindense saçı babasındandı. Boyu babasındansa inceliği annesindendi. Böylesi bir karışımın eseri olmak için sıraya girecek pek çok arkadaşı vardı ve dillendirmekte sakınca görmüyorlardı. Dış güzelliğinin aksine içinde kopan fırtınaları, sıcak Ağustos sabahında dindirmeye karar vererek mutfağa yöneldi. Hazan uyanamamış olacak ki, henüz görünmüyordu ortalıkta. Karnından önce gözlerini doyuran kahvaltı masasına oturduğunda, anne babasının birbirlerine sıcacık bakan gözlerinde kayboldu. Çocukken her şey daha kolaydı sanki. Büyüdükçe, dişiliğinin farkına vardıkça, dünyalar güzeli olduğu ifade edilmeden geçirdiği tek bir günü olmadıkça, şahit olduğu tutkulu aşkla birilerinin kendisine bakmayacak, baksa da görmeyecek olma ihtimali yüreğinin ipliklerini söküp atıyordu. "Gel, güzel kızım. Günaydın. Çok geç yattın, değil mi yine?" Evet, geç yatmıştı. En yakın arkadaşı Hazan'la yaptıkları dört yıllık İzmir planı saatlerini almıştı. Plan yapıyor olmasa yine geç yatardı gerçi. Elleri klavyeyle bütünleşmiş gibi rastgele biriyle yazışmaya başladığı an, zaman kavramını eş geçerdi. Üç boyutlu yaşama adapte olmuştu. Dün gece sebep en azından kutsal bir amaca hizmet etmişti. İkisi de ilk tercih olarak İzmir Dokuz Eylül'ü yazmış, geleceğinden emin olarak kiralık ev bile bakmışlardı. Kendisinin eksik kalan müzik aşkıyla, çekirdek aile dışında kalan geniş sülaleye, ilerleyen yıllarda eklenmesi muhtemel sanatçı Beste olamayacağı için Tarih okumaya karar vermişti. Tüm bunların yanında ebeveynleri, bir araya gelebilecek en özel, güzel ve yetenekli iki insanın, müziğin doğuştan içlerine yerleştirilmiş olduğunun, daima gözünün önünde olan, kanlı canlı kanıtıydı. Orkestra şefi olan babası; daha altı yaşında keman çalmaya başlamış, iki yıl sonra buna piyanoyu dahil etmiş, on iki yaşında ilk eserini bestelemiş olan, yetenekli, dahi, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi sanatçılarından Burhan Çağlayan'dı. Annesi keza, piyano bölümünde, daha konservatuvar ikinci sınıftayken onun orkestrasına seçilme başarısı göstermiş en gelecek vaat eden kadın piyanistlerden Dilara Köyceğizli'ydi, şimdinin Avrupa'da adı saygıyla telaffuz edilen, her ay mutlaka o kıtanın bir şehrinde solo konçertosu olan Dilara Çağlayan'ı tabii. Aralarındaki on bir yaşa rağmen birbirlerine ilk görüşte aşık olmuşlar ve o yıllarda annesinin hocası olan babası, sevdiği kadının okul hayatını etkilememek için anında istifasını gerekçesiyle sunmuştu rektöre. Tanışmalarının yıl dönümünde, annesi daha okulunu bitirmeden evlenmişlerdi. Yaklaşık iki yıl sonra Beste doğmuştu ve başka bir çocuk cesareti gösterememiş olsalar gerek, kardeşi yoktu. "Kafanıza göre bir yer bulabildiniz mi?" Hazan geldiğinde bu soruyu hevesle yanıtlardı kesin uzun uzuuun. Beste başını sallamakla yetindi. Müzikle alakalı bir bölüm seçmediğinden anne, babasının gözlerinden hayal kırıklığı geçmesini beklerdi daima. Çünkü, iki dayısı, bir amcası, babasının babası gibi genlerine işlemiş olan müzik; Beste'yi usta bir manevrayla es geçmişti. Kıyısından köşesinden içinde yer bulamadığı müziği uzaktan izliyordu sadece. Onun sanata olabilecek ilgi ve yeteneğine kendisi dışında şaşıran kimseyi bulamazdı etrafında. Hatta o kadar ki; ona orta okuldan beri konservatuvarı düşünmesi gerektiğini söyleyenleri, tüm ısrarlara rağmen kesin olarak reddetmişti. O, müzikle haşır neşir olabilecek son kişi bile değildi. Yapamadıklarının, olamadıklarının farkına varmasıyla birlikte, olabileceği şeye yönelmesi zor olmadı haliyle. Çalamaz, söyleyemezdi belki; ama okurdu. Okumak için belli bir kriteri de yoktu. Eline geçen bir takvim yaprağı, arabada giderken gördüğü vitrinlerin camları, aldığı bir piyango biletinin arkasındaki karınca duası boyutundaki kuralları, gittiği rutin doktor kontrollerinde doktorun diploma numarasına kadar her şeyi... O yüzdendir belki on sekiz yaşında birinden beklenenden fazlasını bilir, daha fazlasını okur, içinde yer alamadığı müzik dünyasının tarihini ezberlerdi. Daldığı düşüncelerden gözlerinin iki el tarafından kapatılmasıyla çıktı. Hazan gelmişti. Gözlerinden uyku aktığı belli çapaklarla birlikte, sırf sözleştikleri için gelmişti kahvaltıya. "Günaydın fahri ailem. Yüzümün gözümün haline bakmayın, zımba gibiyim." "Hoş geldin Hazan. Beste de senden farklı değil kızım, dert etme." Beste elini yüzünü yıkamıştı bir kere. Hazan pijamalarını değiştirmeden çıkıp gelmişti. Çişi olduğuna yemin edebilirdi. Yan villada yaşayan, ilk okuldan beri aynı sınıfta okuduğu, dostu, sırdaşı, en karanlık hallerinin en yakın şahidi Hazan'ı ailesi de ondan ayrı tutmazdı. "Neler konuştunuz bakalım sabaha kadar?" "Dilara teyze, İzmir'de ev bulduk." "Daha tercihleri yeni yaptınız, önce sonuçlar gelsin. Sen hangi bölümü yazdın ki hem? Karar verememiştin en son?" "Valla Burhan amca bana İzmir olsun da kazanamasam bile giderim ben Best'imle. Orada hazırlanırım eğer yerleşmemişsem." "Tamam git de ne yazdın sen?" Beste gülmeye başladı. O, ne kadar sessizse Hazan o kadar gürültülüydü. Her anlamda birbirlerini tamamlar halde bebekliklerinden beri yan yana can cana yaşıyorlardı hayatı. Babası, liseden beri olmak istediği şeye karar veremeyen kızın ne yazdığını merak etmiş, Hazan ise o soru harici cevap vermişti. "Hah, o meseleyi tereyağından kıl çeker gibi hallettim. Hukuk yazdım, psikoloji ve rehberlik de ekledim. Bakalım artık..." "Hiç mi hayalin yok kızım senin? Ya sevmezsen yazdıklarını? Farklı gibi geldiler bana." "Çok farklı değiller aslında. Hepsi eşit ağırlık bölümleri. Ev de tutarız. Hatta babam alırız belki dedi, dört yıl vakit geçireğiz sonuçta." Beste'nin anne ve babası birbirlerine bakıp hunharca gülerken Hazan omuzlarını silkti ve dostunun gözlerine bakarak dün gece her ne konuşmuşlarsa yaşamaya başladı adeta o yeşilliğin içinde. Hazan için Beste, mutlak bir dinginlikti. Onun haşarı yanını dizginleyen, her daim kavgaya hazır halini gözlerinin içine bakmasıyla kesip atan, sakin bir limandı. Beste için Hazan, tanımlanamayan bir cismin en tanımlı hali gibiydi. Masal diyarından kopup gelen hayalleriyle onu umutsuzluğundan çıkaran, ona bir amaç ve umarsız halleriyle neşe verendi. Öyle masalsı bir şaşkınlığı vardı ki, Leyla gibi tabirini dostuna çok yakıştırırdı Beste. Dünya yansa hasırı yanmayanlardandı. O hasıra onu da dahil etmekten ilk andan beri imtina etmeyen Hazan var olduğu sürece uçan bir halıda olmaktan farksızdı hayat Beste için. Ondan başka herkesin çok konuştuğu, Beste'nin herkesten çok gözlemlediği kahvaltı sonrası, akşam gidecekleri bir etkinlik için evden ayrıldı Hazan. Onu davet ettiği, etmediğinde ailesine kök söktürdüğü bütün organizasyonlar içinden kaçarak uzaklaştığına denk gelmemişti daha öncesinde. Beste kesin müzikle ilgili diye düşünmeden edemedi. İçinde kabuk tutmayan açık bir yara haline gelen, bu ailenin yüz karası olduğuna onu her yeni günle ikna eden şeytani ses devreye girmişti yine. Hadiye teyze ve Müslüm amca gibi Hazan da severdi klasik müziği. Babasının evde olduğu günlerde iki kez mutlaka oturduğu piyano başı, onlar için beklemesi ve dinlemesi keyifli anlardı. Geç edilen bir kahvaltı sonrası, odasına geçen Beste, hiç kapanmayan dizüstü bilgisayarında yanıp sönen mesajların çokluğu karşısında çığlık atacaktı neredeyse. Hepsine cevap verirken zaman su gibi akıp geçecek ve o da kazasız belasız bir günü daha atlattığı için huzura erecekti. Bunun artı bir yanı da, bir araya gelmesinin imkanı olmadığı, onunla aynı kafaya yakın insanlarla sohbet etme şansıydı. Gelse bile konuşarak anlatamadıkları, bir kar topunun dağın en tepesinden eteklerine doğru yuvarlanırken büyümesi gibi büyüyordu içinde. Yazmak kolaydı, yazmak sınırsızdı. Ulaşılamaz olduğunu hissettiren kelimelerinin ağzından değil de klavyesinden çıkması, Beste'nin sanal aleme bağımlılığının en önemli sebebiydi. Havanın karardığını, kısık gözlerine dolan doğal olmayan ışık girdiğinde anlayabildi. "Ben çıkıyorum annecim. Uçağım saat dokuzda. Beste, lütfen yemek yemeyi unutma ve gözlerini dinlendir. Baban da çalışma için konservatuvara gider, geç gelir." Annesini dinleyeceğini belirten baş parmak işaretiyle birlikte en son yazıştığı çocuğa verdi yine dikkatini. SessizÇığlık: Sen şimdi diyorsun ki; Titi maymunları, kendilerine yemek gözüyle bakan yırtıcılara karşı, kendi türlerini uyarmak için uygun sesler çıkarıyorlar ve tehlikeden korunmak için onlara çağrıda bulunuyorlar. BadGoodBoy: Kesinlikle... Hem vahşi hayvanın cinsini hem de yerini işaret eden emir sesleriyle anlaşabiliyorlar. Düşünsene havadan ya da karadan gelebilecek herhangi bir tehlike için tıpkı insanlar gibi sıralı sesler çıkarıp resmen evrime inanmaya davetiye çıkarıyorlar. :))) SessizÇığlık: Bana bunu okuduğun linki atar mısın? Çok ilgimi çekti. Makalenin tamamını okumam lazım. Sanal ortamda yazışmak da bir çeşit iletişim şekliydi, ancak teknolojinin varlığından habersiz olan hayvanlar aleminin birbirleriyle anlaşmalarını her türlü merak ederdi Beste. Asosyal bir tip sayılmazdı, fakat derdini, istek ve arzularını anlatabileceği farklı iletişim yolları kadar ilgisini çeken çok az şey vardı kısa hayatında. BadGoodBoy: Attım. Bu aralar kambur balinaları araştırıyorum. İlginç şeyler çıkacak gibi, paylaşırım istersen. Beste çoktan araştırmıştı onları. Seks, yemek, değişen ekolojik denge için bile farklı sesler çıkararak türleriyle anlaşabilen, Beste'nin ilgisine mazhar olabilmiş nadir türlerdendi onlar da. Geçen yıl bir ayını bu türün anatomik yapılarını ve sosyal ilişkilerini okumakla geçirmişti. Yurtdışından annesine sipariş ettiği kitapların ve belgesel dvdlerinin haddi hesabı yoktu. Halihazırda her şeyi bildiğini söyleyerek olumsuz bir şey yazarak, zeka kokan bir beyinden uzaklaşma fikrine katlanamadı. SessizÇığlık: Süper olur. Ayrıntıları bekliyorum. Saatler ilerledikçe babası da evden çıkmış, Beste guruldayan midesini daha fazla göz ardı edemeden izin istemişti chat arkadaşından. Sandviç hazırlayıp geldiğinde saatin on bire geldiğini gördü. Devam eden üç konuşmaya Hazan da dahil olmuştu eve döndüğünü haber vererek. Onunla İzmir, diğerleriyle farklı ilgi alanlarını doyuma ulaştıran beyin fırtınalarına devam etti. İlerleyen saatlerde gelen her mesaja cevap verirken bir yandan da özellikle araştırma gerektiren konulara hızla göz gezdiriyordu. Hızlı okuma tekniğine ve okuduğunu tek seferde anlama yeteğine hakim olması sayesinde pek çok konuda fikir sahibi olabiliyordu.  Yazışmak iyiydi, hoştu, ancak yerleştirme sonuçlarının açıklanmasına son bir hafta kala bu süreç eziyet olacaktı, anlaşılmıştı. Kendine bir meşgale bulsa iyi ederdi. EteRnaLSouL*: Hesabını Harun'dan aldım. Benim performans sonrası çakışıyor muyuz? Beste hem düşüncelerini hem de diğer mesaj ekranlarını bıçak gibi kesen, ekranda beliren tanımadığı hesaptan gelen mesaj kutucuğunda okuduklarına gözlerini dikti. Harun kimdi, bu sonsuz ruh, ruh hastası mıydı, her şeyden önemlisi de çakışmak kelimesini doğru kişide kullandığından emin miydi? Tam bir internet bağımlısı olan Beste, iletişim ve arkadaş edinme aracı olarak kullandığı programda kendisine yöneltilen bu soruya anlam veremedi. Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek kadar eğlenceli az şey vardı hayatında. O yaz yapacak daha önemli bir şeyi olmadığından, sınav sonuçlarını beklerken biraz eğlenmenin kimseye zararı olmazdı. Aradığı meşgale daha düşüncelerinde netleşmeden kucağına düşüvermişti. SessizÇığlık: Yanlış yerdesin ahbap, ben çakışmam. En azından önce beyin çatışması yaşamadan. Benimle seks yapmak için yeterli iq'ya sahip misin bakalım? Cevabın gelmesini beklerken burnuna çektiği tozla sinirlerini gevşeten Çağatay, mesajı okumak için bir süre odaklanma sorunu yaşadı. Sabah sekiz on üçte küp gibi on saat uyuduktan sonra biraz atıştırmış, gitarının akorunu yapmış, repertuvarına yeni aldığı birkaç parçayı çalmış ve gecenin devamını teyit etmek için ekran başına oturmuştu bara geçmeden önce. Nihayet okuduğunu anlamaya yetecek kadar zaman geçtiğinde bu kızı Harun önermemiş olsa, on sekizlik bakire olduğuna yemin ederdi. Ahbap da neyin nesiydi? Ergenlikten yeni yeni çıkmış da mesajı öyle yazmıştı sanki. On parmağı klavyede yerini aldı, yazmadan önce aklına gelen fikre güldü. EteRnaLSouL: Yeterli iq yerine yeterli uzunluğa ne dersin fıstık? Eklediği fotoğrafla kadının aklında soru işareti oluşmasını engelledi. Bakalım buna verecek bir cevabı olacak mıydı? En merak ettiği de acaba altında inlerken çığlıkları yine sessiz mi olacaktı? Beste dalgasını geçmiş, yanlış adrese gönderildiğine emin olduğu mesaj kutucuğunu çoktan kapatmış halde nesli tükenmenin eşiğine gelen kaplumbağalarla ilgili konuya dalmıştı bile. Birden ekranda beliren avuçlanmış hazır kıta penisi görünce, porno izlerken ailesine yakalanmış on dörtlük ergenler gibi çarparak kapattı ekranı. Gördüğünü gördüğüne ihtimal veremezdi. Çok fazla ekrana bakması onda şuur kaybına sebebiyet vermişti kesin. Hatta uyumuş ve kabus görüyordu kesin. Rüyada olduğuna kendini ikna edince bilgisayar ekranını tekrar kaldırdı. Yeni bir mesaj kutucuğu belirdi o esnada. EteRnaLSouL: Boyutuyla ilgili endişe oluşmasın sakın yüksek iq'lu zihninde. En fazla aldığın zevkin katlanmasına yol açar bu durum. Üstelik sana nazik davranacağıma söz veriyorum fıstık. Bunu da herkese yapmam. Mesajın yanlış gönderildiğine Beste emindi emin olmasına; ama karşı tarafın bununla ilgili sıkıntısı var gibiydi. Aksine sonsuz ruh rumuzlu ruh hastası, performansının sonunda ikinci bir performans göstereceği bileti Beste'nin keseceğini Harun'dan öğrenmişti dediğine göre. Yeni gönderdiği mesajın hemen üstünde duran ve gözlerini kapasa dahi, beyninde neon ışıklarıyla yanıp sönerek yer edinen damarlı uzun şeyi oradan nasıl kazıyacağı hakkında hiçbir fikri yoktu Beste'nin. Alttaki iletim bölümünün üç nokta ile hareketlendiğini gördüğü anda engelledi hesabı. Şimdi yapması gereken tek şey uyumak ve bunun rüya olduğu umuduyla ya da gerçek olduğu dehşetiyle sabah yüzleşmekti. Hazır yüzleşmişken rüya veya gerçek her ihtimale karşı ekran görüntüsünü aldığı fotoğrafın anatomik yapısını ve fizikî boyutunu Hazan'la tartışmaktan da geri durmayacaktı. *sonsuz ruh

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Leyl Tutkusu

read
308.4K
bc

HÜKÜM

read
137.4K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.8K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.3K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook