bc

BORÇ

book_age16+
2.6K
FOLLOW
9.4K
READ
revenge
possessive
age gap
arranged marriage
kickass heroine
serious
realistic earth
love at the first sight
wife
villain
like
intro-logo
Blurb

Sejal...

Bir borç uğruna feda edilen Sejal...

İstemediği işe dur diyememişti belki, fakat duaları gerçek olmuş, bu iş olmazlara sürüklenmişti.

-Tabii her güzelliğin ardında bir zorluk yatıyordu-

Bu sefer ki istemsizliği, bir borç uğruna verilişiydi.

Belki yine kendisine sorulmamış, lafını dinleyen olmamıştı. Lakin bilmediği bir şey vardı. Bu seferkini ne birileri bitirebilir, ne de bitirmeye cesaret edebilirdi.

O borç uğruna verildiğini zannederken, borç çoktan ödenmişti.

Peki, şimdi ne olacaktı?

Hâlâ ne diye istendiğini bilmezken, gelin gittiği gözü kör, oldukça tecrübesiz olmasının yanı sıra nasıl davranacağını dahi kestiremeyen öfkeli bir aşıktı.

chap-preview
Free preview
-1-
Sabahın erken vaktinden beri ayakta olan Sejal esnemesini bir türlü durduramıyordu. Kuaföre gidilecekti güya ama hep bir gitmek için kızları bekler olmuş, vakit de öğleyi bulmuştu. Ne vardı biraz daha uyusaydı? "Uyanamadın bir türlü hah." diye karşısında geçip oturdu Sanem. Sejal'in bir küçüğüydü, 23'üne yeni girmişti. Daha yeni 25'in de olan ablasından evvel nişanlanmış, karar abisinin olsa da nişanlısı Sedat'a alışmış, hatta sevmişti. Ablası Sejal ise henüz sözleniyordu. O da abisinin isteği üzerineydi ya, Sejal'in hiç mi hiç gönlü yok. Abileri Ertan'ın iş çıkarları için akrabalık bağları oluşturma çabasını biliyorlardı. Diğer abileri olan Musa'nın öylesi dertleri yoktu. Gerçi Musa'nın hiçbir derdi yoktu. Etliye sütlüye karışmadan öylece yaşar giderdi. "Ay ne yapayım? Sabahın kör karanlığında kalkıyoruz ne varsa? Daha akşama çok." diye sitem etti Sejal. Zaten öyle çok istediği bir olay değildi. Gerçi karşı gelse ne olacaktı ki? Annesi destek mi çıkacaktı? Yine her şey evin büyüğü olan Ertan abisinin istediği gibi olacaktı. Sanem'inki de öyle olmamış mıydı? Neyseki Sanem de razıydı. Ama kendisinin pek de istediği söylenemezdi. Hayır hayır, pek değil, o egoist adamı zerre kadar istemiyordu. "Aman annemin acelesi işte." diyen Sanem bir yandan da önündeki şalı dikmeye başlamıştı. "Sen ne yapıyorsun öyle?" "Şalım sökülmüş, iş güç yokken halledeyim dedim." "Saneem! Bir bak hele." diye ses eden annesiyle ayaklandı Sanem. Sırası mıydı? Ne zaman bir şey yapacak olsa adını sayıklıyorlardı. Onca çalışan vardı, ama hâlâ oradan oraya kendileri koşturuyorlardı. "Geldim geldim." diye elindeki kaldıracağı sırada Sejal uzandı. "Ver ben hallederim, sen anneme bak." Çok olmasa da küçük kız kardeşinin şalını kaldığı yerden dikmeye devam eden Sejal bir yandan da bu söz olayını düşünüyordu. Kim millete istediğini yaptırabilmek için düğün dernek kurardı? Sözlüsü olacak genç adam aklına geldikçe suratını ekşitiyordu. Tamam, çirkin bir şey değildi. Amma o kadar kasıntı olması Sejal'i deli ediyordu. Sanki ondan başka kimsenin malı mülkü yokmuş gibi davranıyor, varsıllığını dünya aleme duyurmaya çalışıyordu. Hayır demişti demesine ama, Ertan kabul etmemişti. Rahmetli babaları Kâzım ağa olsaydı asla böyle bir şeye müsaade etmezdi. "Sejal." Adını duymasıyla daldığı düşüncelerden sıçrayarak ayrılan Sejal başını kaldırıp gelen kişiye baktı. "Buyur." dedi tepesinde bekleyen abisi Ertan'a. Hâlâ evde miydi? "Sen gitmedin mi?" "Teyzemleri bekliyorum." "Söyle çabuk olsunlar, akşama hangi biriniz yetişeceksiniz." derken merdivenlerden inmekte olan Sanem'i görmesiyle bu kez ondan yana döndü. "Gelmediler mi hâlâ?" "Yoldalar." diye yanlarına indi Sanem. Sejal de dikimini bitirdiği şalı kardeşine uzatarak ayaklandı. "Ara, buraya gelmesinler. Kuaförde buluşun." diye söylenmeye devam eden Ertan'la telefonuna sarıldı Sanem. Telefonla konuşarak üst kata çıkarken peşinden çıkacak olan Sejal'i Ertan durdurmuştu. "Sejal." Cevap vermeden abisinden yana döndü Sejal. Tüm duygusuzluğuyla bakarken ondan yana bir adım atan abisi konuştu. "Yüzün gülsün biraz, cenazen yok, sözün var." "Benim değil, senin sözün." deyip başka bir şey söylemeden merdivenleri çıktı. Gerisinde kalan Ertan sakin olma çabasıyla konaktan çıkarken odasına giren Sejal ise içten içe söyleniyordu. Her ne olursa kabul. Yeter ki biri dur desin. ... Sabahın ilk ışıklarında çıktığı şehirden hızla hareket ederek akşamüstü borcunu tahsil edeceği şehre varmıştı. Şehir içinde yavaş bir şekilde arabayla ilerlerken kaşları her zaman olduğu gibi yine çatıktı. Zaten ne zaman gülümsemişti ki? "Buraya kadar gelmekle doğru mu yaptık?" diye sordu direksiyondaki kardeşi Faruk. O ise kendisinden tam on yaş genç adamın yüzüne bakmadan söylendi. "İşine bak." "Reis." diye yeniden seslendi Faruk. Abisinin adı buydu. Böylesine heybetli bir ismin yanına da kimse abi kelimesini getirme gereği duymuyordu. Zaten o da bundan memnundu. Dedesinin adını almış Reis tıpkı ismi gibiydi. 1.90'ın üzerindeki boyuyla yanına gelen kadın erkek herkesi daha görüntüsüyle ürkütüyordu. Nasıl ürkütmesindi? O kadar boyun yanı sıra zayıf olmayan iri yarı bir vücuda sahipti. Son derece sert sakallı çehresiyle de insanları kendisine bakmaya mahrum bırakıyordu. Öyleki her daim öfkeli görünüşü karşısındakileri çekinir kılıyor, böylece Reis'in ne yanına yaklaşılabiliyor, ne de karşısında tek kelam laf edilebiliyordu. "Biraz daha sabretseydin. Ya da sen hiç gelmeseydin, ben hal..." "Öncekileri hallettiğin gibi mi?" diye önündeki yola bakmaya devam ederek sordu Reis. Faruk onun öz kardeşiydi. Yirmi sekizine yeni ayak basmıştı ama Reis kardeşinin büyüdüğünden şüpheliydi. Kendisini aceleci olarak tanımlıyordu ama ona kalsa her işi yavaş yavaş halledeceklerdi. Oysa Reis seri olmaktan yanaydı. Her işin zamanında vuku bulmasını isterdi. "Üç hafta geçti Faruk. Beyefendinin keyfini mi bekleyeceğiz?" diye sorduğunda bu kez yüzüne bakmıştı. Yeniden önüne döndüğünde abisine baka kalan Faruk başka bir şey söyleyemedi. Ne dese haksız olacaktı, biliyordu. Hafifçe başını sallayarak önüne döndü. Kırmızı ışıkta duran arabayı yeniden ilerletirken kiraladıkları eve çok az kalmıştı. Reis otelde kalma işini sevmezdi. Rahat edeceği bir yerde konaklamalıydı. Parasını üç haftadır ödemeyip telefonlarını da açmayan Erhan beyin icabına akşam bakacaktı. "Eve geçme, kır şuradan." diye konuştuğunda direksiyonu çeviren Erhan: "Dinlenseydin biraz." diye konuştu. "Yorgun değilim." "Başka bir iş mi var?" sorusuyla Reis bıkkınlıkla cevap verdi. "Gelmişken eşi dostu görmeyelim mi?" Birazdan indikleri çarşıda bir çay ocağının önündeki dolu masalardan birine yaklaştıklarında yerinden kalkan kırklı yaşlarındaki adam kollarını açarak neşeyle seslendi. "Ooo Reis efendi, hangi rüzgâr attı seni buraya?" İki adam sıkı sıkıya sarılıp dostluk hasreti giderirken Faruk abisinin tebessüm ettiğini görebiliyordu. "Borç harç." diyerek gösterilen yere oturan Reis küçük kapı önü masasında iri bedeniyle oldukça aykırı duruyordu. "İnsan bir arar, haber verir, biz de karşılarız." diye konuştu arkadaşı Haydar. "Gerek yok, çok kalmayacağım. Belki bir iki gün." "Gelmişken kal biraz da cennetlik yüzünü görüp sözünü işitelim." diye gülerek söylendi Haydar. Reis kolay kolay memlekete gelmezdi. Hoş, geldiğinde de yapacaklarını yapar, çabucak gider, çok kalmazdı. Bu kez de öyle olacaktı ya, kalsın istiyordu. Şunun şurasında çocukluk arkadaşı, iki dostlardı. "Faruk mu bu?" diye sordu başıyla ayakta bekleyen genç adamı işaret ederek. "Faruk." diye tebessümle onayladı Reis. "Otur bakalım Faruk efendi." diye yanındaki sandalyeyi çekti Haydar. Kırkında adamın elini öpüp sonrasında yanına oturan Faruk gülümseyerek bakınıyordu. "Amma büyümüşsün yav." derken yeniden Reis'e sordu. "Askerliğini yaptı mı?" "Otuzuna dayandı, bir de yapmasın mı?" diye hafifçe güldü Reis. "Hay maşallah, o kadar oldun mu sen be." diye genç adamın sırtına vurdu Haydar. Reis kendisinden hepi topu iki yaş küçüktü. Ama Faruk'un yaşını işini bilmezdi. Gerçi işi bilinmeyecek değildi, abisinin izinden gittiği belliydi. "Ee Reis." derken eli hâlâ genç adamın omzunda olan Haydar çayları söyleyerek konuştu. "Söyle bakalım, kimin borcu harcı?" Derin bir nefes alan Reis'in yüzü eski halini almış, öfkeyle kasılmıştı. Sıktığı dişlerinin arasından söylendi. "Ertan." "Hangi Ertan?" "Yok mu ağa?" "Rahmetli Kâzım ağanın oğlu Ertan ağa mı? Tövbeler olsun, koca ağa da tefeciye mi gelirmiş?" diye konuşan Haydar böylece Reis'in işini de ortaya dökmüştü. "Büyüklüğü küçüklüğü beni ilgilendirmez. Ben işime bakarım." "E ne acele ettin peki?" "Üç hafta oldu Haydar." diye çıkıştı Reis. Haydar da başıyla onaylayarak sessiz kaldı. Birazdan ortamı neşelendirmek için yeniden konuştu. "Sana buradan bir konak alalım. Arada gel kal, otur şurada." "İşlerle kim ilgilenecek?" diye soran Reis sığmadığı her halinden belli olan oturağın üzerinde dikleşerek gerisindeki duvara yaslandı. "E Faruk var işte, çakı gibi delikanlı. Sen tatil yaparsın, o da işin incesini öğrenir." "Böyle iyi." diyerek dostunun lafını geçiştirdi Reis. Faruk her daim sessizken Haydar koltuğunun altındaki genç adamın omzunu sıvazlayarak içeriye seslendi. "Aslan, bak buraya." Birazdan içeriden çıkan genç adam henüz 30'una basmış, Haydar'ın kardeşiydi. "Sana kardeş, haydi bakalım yaşlıları biraz yalnız bırakın." Onlara göre iki genç tokalaşarak içeri girerken Reis homurdandı. "Sen de iyice yaşlı ettin bizi." "E otuz sekiz demedin mi koçum sen, ben de kırk, daha ne olacak?" diye Reis'in boşalan bardağını bir adım gerilerinde bekleyen çırağa uzattı. Çatık kaşlarıyla çarşı meydanını süzen Reis sessizken, hiç susmaya niyeti olmayan Haydar konuştu. "Bana bak, husumet çıkarma. Sessizce hallet işini." "Bana işimi öğretme Haydar." "Düğün dernek kurarlarmış, kızlarına söz takacaklarmış bu gün." "Eee, bana ne bundan?" "Demem o ki, bu gün sabret, yarın hallet. Milletin içinde olmaz." "Benim paramı ödemeyip millete peşkeş çekiyorsa, olur." diye elinin altındaki küçük masaya yumruğunu vuran Reis masanın sallanmasına neden olurken ortamı derin bir sessizlik kaplamıştı. Birazdan sessizliği bozan telefon sesiyle yerinden kalkan Reis arabaların yanına doğru ilerledi. Telefondaki kişiyle uzun uzun konuşurken çarşı manzarasıyla arasına giren bir araç durmuş, motoru kapatıp beklemeye başlamıştı. Aldırmadan başka taraflara bakan Reis aracın arka camının açılmasıyla durdu. İçindeki genç kadın taşlı bir şal örtünmüş, kocaman gözleriyle etrafa bakınıyordu. Kulağındaki telefonu usulca indiren Reis çatılan kaşları düz bir hâl alırken başını yana eğmişti. Karşı tarafın sesi hâlâ telefondan gelirken tuşa basıp kapattı. Araç orada kaldıkça izlemeye devam eden Reis gördüğü güzel kadının gerçek olup olmadığını anlamak için adımlamaya başlamıştı. Kendisi kadınlarla ilgilenmez, onları görmezdi bile. Nereden çıkmıştı şimdi bu? Adımları seri bir hâl alırken genç kadının içinde oturduğu araç yeniden çalışmış ve uzaklaşmıştı. Tam da arabaya yaklaştığı sırada ilerleyip uzaklaşan aracın ardından baka kalan Reis yerinde öylece beklemeye devam ederken omzuna bir dokunan oldu. Fakat o hâlâ arabanın ardından bakıyordu. "Hayırdır, daldın gittin." diye söylendi omzuna koyduğu eliyle Haydar. Reis arkadaşına sağır olurken başını usulca iki yana doğru salladı. "Bir şey mi oldu?" diye sordu Haydar. Bu adam böyle dalıp gitmezdi. Reis sessiz kalmaya devam ederken düşünüyordu. Bunca yıl bekar kalmıştı. Niye? Karşısına hiç kimsenin çıkmadığından değil, uğraşmak istemiyordu. Öyle herkesi elde ederim havaları yoktu ama, kimsenin peşinden koşacak hali de yoktu. Ama nedense iri gözleriyle etrafı süzen bu genç kadının ardından koşmak istemişti. Saf güzelliğe kanmak yapacağı en son şey bile değilken, şimdi o saf güzellik karşısında dili tutuluyordu. Oysa dünya kadar güzel vardı. Öylesine gördüğü bir kıza takılı kalmak saçmalıktan başka bir şey değildi. Hem, iki gün sonra hevesinin geçmeyeceği ne malumdu. Sahi, yanına alacak olsa... Düşünceyle çatılan kaşları yeniden düz bir hâl alırken aklından geçenlerle kendine kızdı. Uçkuruna sahip çıkamayan toy bir delikanlı gibi düşünceler hiç hazzetmediği şeylerdi. Üstelik bir kez görmüştü, unutacaktı, biliyordu. Derin bir iç çekti. Hayır, unutulacak gibi değildi. Gür bıyıklarının altındaki kuruyan dudaklarını ıslatarak yutkunduğunda neden böyle hissettiğine anlam veremiyordu. Sanki... Sanki yalnızca kendisine ait olması gerekirmiş gibi hissediyordu. Sanki yalnızca onun için vardı. Onun için nefes alıyor, onun için yaşıyordu. Ardından aklına gelenlerle bu kez ani bir öfke nöbetine girecek oldu. Ya zaten birine aitse? Öyle bir durumda ne yapabilirdi? Hayır, olmamalıydı. Kendini içten içe dizginlemeye çalışıp bir yandan da böyle bir şey olmadığına dair telkin ediyordu. Sanki tanıyormuş, biliyormuş gibi... Belki de artık bekarlığa veda etmenin zamanı gelmişti. Neden olmasındı? Onun da herkes gibi bir aile kurması, mutlu olması normal bir durumdu. Evet evet, bir aile kuracaktı. Hem çok mutlu, çok güzel bir aile. Dudağının kenarı yavaş yavaş havalanırken düşündükleri bu kez hoşuna gitmişti. Sonuçta bekar ölecek değildi. Eli ensesine giderken başını eğip gülmeye başladığında karşısına dikilen Haydar daha bir meraklanarak sordu. "Yaşlandın dedik de, kafayı sıyıracak kadar da demedik. Hayırdır?" Karşısına geçmiş dostunun omuzlarına ellerini yerleştiren Reis gülümseyerek konuştu. Haydar ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Sana gelin buldum." Gelin mi? O da nereden çıkmıştı şimdi?

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.2K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.7K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.1K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook