bc

SENİ TANIYORUM

book_age18+
733
FOLLOW
5.7K
READ
family
HE
badboy
drama
brutal
like
intro-logo
Blurb

Kelebek etkisinin hiç acımadan değiştirdiği hayatlar...

Pis bir barın yollarını kesiştirdiği, bambaşka huyda, kafada, eğitimde iki insan...

...ve tabii insanın açıklama getiremediğine en güzel cevabı kaderin verdiği duygular...

chap-preview
Free preview
1. BÖLÜM
Kelebek etkisinin hiç acımadan değiştirdiği hayatlar... Pis bir barın yollarını kesiştirdiği, bambaşka huyda, kafada, eğitimde iki insan... ... ve tabii insanın kendi aklıyla açıklama getiremediğine en güzel cevabı kaderin verdiği tarifsiz duygular. Hasret Kalaylı ve Armağan Karasu'nun hikayesine hoş geldiniz. "Seni tanıyorum." "Peki, ben seni tanıyacak mıyım?" ... Geceler sonsuz gibi görünür fakat geceler, sonsuz değildir.Albert Camus Hasret o sabah hızlıca ettiği kahvaltının ardından evden çıkarken dün gecenin yorgunluğunu henüz atabilmiş değildi. İşi hemen her gece sabaha karşı bittiği için eve geldiğinde doğru dürüst uyuduğu bile söylenemezdi. Gelecek faturanın derdine düştüğünden geçen bir ayda bir yakıp bir söndürdüğü elektrikli sobayı çetin kış gecesinde salonda yatan babasının yanında bıraktığı için vardiyalı olarak bile ısınması mümkün olmamıştı. Babasını yeni yıl arifesinde, kaldığı rehabilitasyon merkezinden hafta sonu için eve getirmişlerdi. Keşke getirmeselerdi dememek için dünden beri her seferinde dilini ısırıyordu. Babası yanında olduğu için ondan mutlusu yoktu ancak onun durumunda biri için iki yıl öncesine dek birlikte yaşadıkları çatı katı, sağlığını destekleyecek asgari fiziki şartları bile sağlamıyordu. Böbreklerini üşütmemesi, fizik tedavi programının aksamaması, en basitinden tuvalete gidebilmesi için bazı düzeneklerin kurulu olması gerekiyordu. Hatta tuvalette bir sıcak su musluğu da olmalıydı ve evlerindeki külüstür şofben dedesinin takma dişleri gibi takır takır çalıştığından banyo yaparken, eğer o gün keyfi yerindeyse ancak ılık akıyordu. Kaldı ki lavabodaki suya ulaşsın. Onun gelişinden duyduğu haz, bir an önce merkezdeki sıcak odasına dönmesi gerektiğinin zorunluluğuna bırakıyordu yerini. Kapıdan çıkmadan onu son kez kontrol etmek için döndü. "Baba sen rahatsın, değil mi? Bir battaniye daha örteyim mi dizlerine?" "Hayır, kızım gerek yok. Ben iyiyim. Bacaklarım üşüyorsa bile bana haber vermiyorlar." Hasret kırık bir gülümsemeyle baktı adama. Üç yıl öncesine kadar dağ gibi, onu sarmalasa tümden kaplayacak irilikte dimdik duran adam üç yılda otuz yıl yaşlanmış görünüyordu. İlk bir yıl mahkemeler, davalarla geçen süreçte tazminat alana dek tedavisi ihmal edilmişti. Nihayet yatılı bir yer bulduklarında dünyalar Hasret'in olmuştu. Şimdi oradaki rahatın iki günlüğüne bile olsa bozulması canını sıkıyordu. Salondaki açılır kanepeyi yatak yapmıştı. Sürahideki suyu, her ihtimale karşı yedek yastığı, televizyon kumandasını kontrol etti. "Dünden poğaça yapmıştım. Mutlaka ye tamam mı? Ben çok geç gelirim." Keşke gitmesem diye düşündü. Bunu baş başa yaşadıkları yıllarda, babası felce yeni uğradığında o kadar sık sesli dile getirmişti ki, babasının günden güne çizgileri artan yüzünde bunun çok başka anlama geldiğini geç fark etmişti. Çalışmak zorunda olduğundan yakındığını, onu yük gibi gördüğünü düşünmüş olmalıydı. Halbuki Hasret, babasına bakmaktan asla gocunmuyordu. Sadece onu geride bıraktığında gözü arkada kalıyor, sağlığı için endişeleniyordu. Babası İsmail Kalaylı da böyle olmasını istemezdi elbette. Onu bacaklarından eden vahim kazadan önce işinin, gücünün başında, kuvveti yerinde, kızının her dilediğini makul ölçülerde yapan baba gibi babaydı. Hasret için değişen tek şey, onu mutsuz görmekten duyduğu endişeydi. Babasını taparcasına seviyor, onun kararlarına saygı duymasının şansını iliklerine kadar hissediyordu. "Beni merak etme. Kendine dikkat et bir tanem. Allah senden razı olsun." Tam kapıdan çıkacakken bu kez onu durduran babası oldu. "Hasret, bak ne diyeceğim?" "Sen de beni merak etme baba. Mini etekle üşümüyorum. Bar hamam gibi sıcak oluyor, biliyorsun." Giydiği kıyafeti eleştireceğini ya da onu ikaz edeceğini sandığı için adam güldü kızına. Roller uzun zaman önce değişmişti. Kendini elli yaşında işe yaramaz bir bebek gibi hissediyordu ama bunu kızına hissettirirse onu üzeceğini bildiğinden o gidene kadar bekleyebilirdi. "Kıyafetini fark etmedim bile. Sen yetişkin bir kadınsın, onu giyme şunu giy demeyeceğim. Uygar gelecek mi diye soracaktım." Hasret ne kadar acelesi olsa da birkaç gündür konuşmadığı adamın adı geçince duvara yaslanıp düşüncelere daldı. Kendiyle mırıldanır gibi konuştu. "Bilmiyorum. Üç gün önce konuşabildik, öyle bir şeyden bahsetmedi. Sekiz aydır görüşmüyoruz, özledim aslında. Hiç bu kadar uzun süre gelmediği olmadı." "Bu kadar uzun süre görüşmeden bile kopamıyorsun ondan. Yapma Hasret. Olmamalı kızım." Hasret bir anlığına üstüne çöken durgunluktan çabuk kurtuldu. Yıllar önce Uygar için yediği tek tokattan sonra, onu öldürse bile ondan vazgeçemeyeceğini net bir şekilde açıklamıştı. "Lütfen baba, madem yetişkin bir kadınım ilişkime karışma. Yalvarırım." "Başka biri olsa karışır mıyım? Bence gelecek ve seni üzecek." "Üzüldüğümü, beni üzdüğünü de nereden çıkarıyorsun? Uygar benim ilk aşkım. Çocukluğumdan beri aşığım ben ona. Baba çıkmam lazım. Seni seviyorum. Mutlaka bir şey ye, ilaçlarını almayı unutma." Hasret, tüm gece çatıda uğuldayan rüzgarın sesinin bile üşüttüğü, asansörü olmayan köhne binanın daracık merdivenlerini işe geç kalmamak için koşar adım inerken babasını arkasından kendi kendine mırıldanır halde bıraktı. "Çok üzüleceksin. Yaşayacağın acı şimdiden içime oturdu kızım." Gerçek bir keder yüreğini kapladığında, hissetmediği bacakları da kalbiyle birlikte kırılırmışçasına acıyordu. Faydası olmayacağını bile bile ovdu onları. Fizik tedavi merkezinden bir gün bile ayrılsa sanki bu ağaç kütüğünden farksız uzuvları ona küsüyordu ve isyana kalkışıyordu. Rahata, buharı üstünde tüten sıcak banyolara alışınca kendilerini bir şey sanıyorlardı. Kızının yaptığı ek işten kazandığı para olmasa, hatırı sayılır ücretteki o tesise adımını bile atamazdı. Hoş adım atmış da sayılmazdı ya neyse? Şimdi kendisine acıma vakti değildi. Nasıl olsa oraya tekrar dönmesi yakın zamanda mümkün görünmüyordu. Hasret'in iki yıldır kazandığı ne varsa çuvalla oraya ödemesinin, genç kızlığını yaşayamamasının, bir kası kıpırdayacak diye burada kat kat battaniyeyle uyumasının yanında çektiği acılar hiçbir şeydi. "Şimdi bir de Uygar geçecek kızın içinden. Omuzlarına binen yük yetmezmiş gibi sevdiği adam tarafından vurulacak. Ah! Ben böyle olmayaydım. Ah! Yürüyebileydim. Sana bunları yaşatır mıydım hiç?" İçine dolan tarifsiz sıkkınlıkla camdan tarafa çevirdi yüzünü. Kara bulutlarla çevrili gökyüzünü görmeye bile razıydı. Uçsuz bucaksız mavilik yerine dip dibe dikilmiş diğer binanın gri duvarına bakmaya başladı. Her gece sabaha dönüyordu elbet ama herkesin gecesi farklıydı. Karanlığın yuttuğu, gece inen İstanbul'da bir sabahı daha ettiğine şükretti yine de. Eşi yitip gitmişti ama biricik kızı yanındaydı. Tüm acizliğime rağmen diye düşündü. ... Hasret, mini kot eteğinin arka cebinde son üç saattir çalan telefonu, canlı prova yapan gençlerin çıkardığı gürültünün etkisiyle duymuyordu. Cumartesi günleri mesaisi her zamankinden erken başlıyordu ve bugünün apayrı bir özelliği vardı. Yılın son günü olması sebebiyle bu gece burası yıkılacak demekti. Sabah kahvaltıdan beri yemek yiyememiş, sadece iki kez tuvalet molası verebilmişti ve bar akşamın erken saatlerinde dolmaya başlamadan, yapılacak bir ton kadar işi daha vardı. Kendinden başka çalışan diğer iki garsondan biri başım ağrıyor bahanesiyle sadece bardakları hazır edip gitmişti. Gitmeden de başka bir işin ucundan tutmak yerine bar sahibinin bir taraflarını tutmuştu. Bodrumdan güç bela taşıdıkları iri bira fıçısının öbür ucundaki Vildan, Damla'ya giydirdiği birkaç küfrün ardından Hasret'e sardı. "Barın arkasında Damla o şerefsize muamele çekerken adam sana bakarak boşaldı resmen." "Öf Vildan! Hep aynı şey. Konuşmak yerine düzgün tutsana, koca tenekeyi ayağıma düşüreceksin." "Yalan mı şekerim ya? Adamı reddettin reddettin paçoz Damla'ya kaldı. Hiç utanmaları da yok. Fark edilmediklerini mi sanıyorlar acaba?" "Sana kalmadı diye mi üzülüyorsun? Şimdi başım ağrıyor diye kaytaran sen olurdun ne güzel." Vildan beklemediği çıkışla sarsıla sarsıla gülerken Hasret, son zamanlarda sıklığı artan bir eleman eksik çalışmanın ceremesini çektikleri için onun bıraktığı yerden devraldı küfürleri. Barın sahibi Giray, sefil durumu düşünüldüğünde kendisine defalarca yaptığı teklifle makul bir eş adayıydı aslında. Tabii bir eşi olmasaydı... Para için evli bir adamın metresi olacağına kendini asardı daha iyi. Her ne kadar Giray karısını boşamayı defalarca teklif etmişse de Hasret yuva yıkan biri olamazdı. Uygar olmasaydı bile... Vildan'ın ağzından kendi düşüncesiyle eş zamanlı Uygur ismi çıktığında fıçıyı barın arkasına yerleştiriyorlardı. "Tabii Uygar beyimiz var, değil mi? Sen sanıyor musun ki, aylarca başkasına kaymıyor? Sadık köpek gibi yılda bir kez senin kukuna mı koşuyor yani?" "Niye aldatsın ki beni? Ne zoru var?" "Ne bileyim? Erkektir elinin kiridir, yıkar geçer mantığıyla beni büyüten bir babaannem vardı. Babam annemi defalarca aldattığı halde oğluna yapma demedi, annemi teselli etti. Bu arada annem babam evliydi fark ettiysen. Siz evlenecek misiniz ki?" Uygar'la evlilik yakın bir zamanda ufukta görünmüyordu. Birbirlerini yılda üç dört kez birkaç günlüğünce anca görüyorlardı. Uygar memleketleri Ankara'daydı, çalışıyordu. Hasret'le babasının tedavisi ve iş fırsatı için İstanbul'a geldiklerinde aralarına mesafe girmişti. İstanbul'a gelişlerinde bambaşka nedenler de vardı elbette ve Vildan her sırrını anlatabildiği tek dostuydu. Her şeyi az çok biliyordu, yine de konuyu evliliğe getirebiliyordu. Bazen bu durum can sıkıcı olmuyor değildi. Babası; ilişkilerine kati surette karşı çıkışlarını Hasret'in kararlı duruşundan sonra eskisi kadar dile getirmiyordu ama evlenmelerine izin verecek kadar hoşgörülü değildi. "Bilmiyorum. Bizim durum karışık biliyorsun ki. Neyse, Damla gitmeden bardakları kuruladı en azından. Şunu yerleştirelim, ben kuruyemiş almaya gideceğim." Buz gibi havada, birkaç sokak ilerideki tedarikçilerinden kuruyemiş almaya giderken üzerine aldığı kaban bile onu üşümekten koruyamadı. Kırbaç gibi suratına şaklayan rüzgarda ilerlemek ara sokakta olmasına rağmen zordu. Bar sıcak olmasına sıcaktı ama giydiği etekle sokakta yürümek için içten ısıtmalı bir takviye şarttı. Alkol gibi... Bu gece yeni yıldı. Aksi gibi kaynağında bulunduğu halde tüm gece başkalarına hizmet edecekti. Kollarını bedenine iyice sararak koşar adım yürümeye devam etti. Nihayet dükkandan içeri girdiğinde onu tanıyan esnafa ne istediğini belirtti ve adam siparişi hazırlarken telefonuna uzandı. Belki fırsattan istifade Uygar'la konuşabilirdi. Bara tekrar döndüğünde buna imkan bulamayacaktı. "Haydaa! Niye bu kadar çok aramışlar?" Babasının tedavi merkezinden aranmıştı ve en son aranma saati bundan iki saat öncesine denk geliyordu. Anında geri aradı ancak büyük ihtimalle mesai saatleri dışı ve tatil olmasından kimseye ulaşamadı. Neden aradıklarını düşünmekten Uygar aklından çıktı ve hazırlanan paketi alarak bara döndü. Saat henüz yediye gelirken bar tek tük gelenlerle hareketlenmeye başlamıştı. Vildan'a paketleri uzattığı gibi mutfağa koşturdu. Sabahın onundan beri açtı. Şimdi yemezse eve geçene dek ağzına tek lokma vakti bulamayacağını biliyordu. Daha önce bunu çok yaşamıştı. Yeni kızarmış patateslerden yedi biraz. Hamburger böyle yoğun gecelerde çok tercih edilirdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde tüketilen alkol olurdu genellikler ama önlerindeki birkaç saat fast food yemek servisi de vardı. Pişen köftelerden birinin henüz yarısını bitirmişti ki arkasından gelen gürlemeyle yerinde sıçradı. "Sana mutfakta tıkın diye maaş ödemiyorum Hasret. Bar tıklım tıklım." Damla'yı becerdiğin gibi o da işe yaramayı becerebilse keşke diyememek o an çok zor geldi Hasret'e. Kendisinden hoşlandığını biliyordu. Belki bu kara sevdadan kaynaklı gözü dönmüşlükle dediğini yapıp karısından da boşanırdı. Ama Hasret ani kararların insanı değildi. Eğer öyle olsaydı aylar önce sarhoş halde onu bodrumda sıkıştırdığında Giray'ın barında çalışmaktan vazgeçerdi. Fakat hayat fevri karar verecek kadar cömert değildi ona. Kendi ihtiyaçları, ev kirası, faturalar, aldığı bir takım eğitimlerin ücretini karşılama zorunluluğu bir yana, iyi bahşiş topladığı bu işten babasının tedavisi için ayrılamazdı en başta. Belki kızgın olması azgın olmasından daha iyi sonuçlar doğurur, onu kendisinden soğuturdu. Hafif bir mahcubiyetle başını eğdi. Elinin tersiyle ağzını sildiği gibi merdivenlere yöneldi. Yanından geçerken verdi cevabını. "Özür dilerim Giray Bey. Ellerimi yıkayıp hemen başlıyorum." Giray, Hasret'in saatlerdir aralıksız çalıştığını uzaktan izliyordu halbuki. Damla önünde diz çökmüşken aciz bir adam gibi onu kıskandıracağını sanıyordu. Onun iş aramak için barın kapısından girdiği üç yıl öncesini hatırlıyordu da eşekten düşmüşe dönmüştü. Beline dek uzanan dalgalı kızıl saçları, bal rengi gözleriyle yeni evlendiğine pişman olmuştu. Mecburiyet karışmış evliliğinden o dakikada soğumuştu. Hasret sanılanın aksine bir bar çalışanına göre oldukça usturupluydu. Fazladan bahşiş için kimseye yaltaklanmıyor, masa başı memuru gibi vakit dolsa da çekip gitsem diyerek işten kaytarmıyordu. İşleri; alt tarafı içmeye, avazları çıktığı kadar anırıp tepinmeye, babalarından aldıkları paraları yanlarında getirdikleri kızlara yedirmeye gelen tiplere bira servis etmekti ancak Hasret'in bunu bile ciddiyetle yapması ona karşı hisler beslemesine yetmişti. Aldığı her ret cevabından sonra onu kovmayı düşünmüş ama görmediğinde onu elde etmek için hiç şansı kalmadığını bilecek kadar aklını kullanabilmişti. Hasret'in her durumu idare edebilmesi sayesinde bu güne gelebilmişlerdi. Onun yarım bıraktığı köfteye baktı ve içi cız etti. Sabahın beşine kadar altına işemeden dayanabilirse şanslıydı. Kendine kızarak yukarı çıktı ve bir ara yemek yemesini hatırlatacağına kendine söz verdi. Tahmin ettiği gibi Hasret çoktan yüksek, yuvarlak masalar arasında sipariş alıp sipariş taşımaya, ara sıra kalçasına değen parmaklardan kıvraklıkla kaçınmaya başlamıştı bile. Bar tıklım tıklımdı ve başını kaşıyacak vakti olmadığında bile aşırıya kaçan hiçbir hareketi yoktu. Tebessümü kararında, kaş çatışı ayarındaydı. Satışın çoğunu, iyi bir pazarlama tekniğiyle o yapıyordu ama bahşişi paylaşıyordu. Yüklendiği sorumluluğun ağırlığına rağmen ışıl ışıl parlıyor, babasına bakmaktan yüksünmüyordu. Saatler geçip yeni yıla geri sayım başlamadan ona yaklaştı. "Hasret, hadi sen git bir şeyler ye." Beş dakika oturabilmeyi dilediği o anda patronundan gelen teklif öyle cazipti ki, hayır diyemedi. Teşekkür ederek arkadaşını buldu. "Vildan, Giray bir şeyler ye dedi. Beş dakika idare et beni." "Tamam şekerim, afiyet olsun." diyerek ona göz kırpan kadına o da göz kırptı ve hızlıca bir şeyler atıştırmaya indi. Çalıştığı bar nezih bir muhitte, önünde milyarlık arabaların valelere teslim edildiği ana caddelerden birinin üzerinde değildi ama üniversite öğrencilerinin, çalışan genç insanların, çocuksuz çiftlerin tercih edebileceği kadar da kalburüstüydü. Damsız girmek yasaktı. Ayda yılda bir vukuat olursa mekana heyecan gelir, Vildan'la ikisi köşeye çekilip iri yapılı güvenlik görevlisinin yaka paça o kişiyi dışarı sepetlemesini izlerlerdi. Bu arada da hiç hesapta olmayan mola için o kişiye bolca dua ederlerdi. Bir şeyler atıştırıp çıktığında herkes ondan geriye saymaya başlamıştı. Canlı müzik susmuş, mrkandakiler yeni bir yıla hangi gerçekleşmiş hayalle girmek istiyorsa onu dileyerek gözlerini kapatmıştı. Kollarına aldıkları sevgilileriyle sallanan kalabalığa karıştı o da. Arkasından beline sarılan adamın kokusuna iki yıldır aşinaydı. Bir süre itiraz etmedi. İğne atsan yere düşmez kalabalıkta gidebileceği bir yer yoktu zaten. Dudakları boynunda, elleri uyluklarında gidip gelmeye başladığında nefesi hızlandı. Hareketleri hoyrat değildi. Aksine değdiği yerde, suya atılan minik bir taşın oluşturduğu genişleyen halkalar gibi titreşimler bırakıyordu. Sekiz aydır birlikte olmadığı Uygar'a orospu çocuğu diye sövdü içinden. Giray ise fazla içmemişti ama Hasret'e ne zaman temas etse içinde kabaran şehvete engel olamıyordu. Ona bir kez sahip olsa bu hislere değip değmeyeceğini anlardı belki ama bu fırsatı elde edememişti. Hasret'in kollarında küçülme çabasını fark ettiğinde ve kalbi onun için garip halde çarpmaya başladığında düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. Derhal bıraktı onu. Her ne kadar aralarına soktuğu kara kedi kendi eseriyse de Hasret saygıda kusur bile etmiyordu. Giray da aşkını kazanamadığı gibi arkadaşlığından mahrum kaldığı kadına müşteri bularak destek olmaya çalışıyordu. Etrafında kalbur üstü birine denk gelir gelmez onu öneriyordu. en son dün gece barı toparlarlarken Vİldan'a işlerin şu sıralar az olduğunu söylerken işitmişti onları. Yeni yıl için daimi müşterileri bile yurt dışında olduğundan bu ay epey içerideydi. Allah'tan Uygar var dediğinde Giray sinirden köpürerek yerine dönmüş, konuşmanın devamını dinlememişti. Şimdi de aynını yaptı. Ateşini söndüremeyeceğini bildiği kadını daha fazla zor durumda bırakmak istemedi. Giray'ın gittiğini gören Vildan soluğu onun yanında aldı. "Yasladı mı o sana?" "Hayır, şeyi seğirmeye başladığında uzaklaştı." "Vah vah! Ne edepli adammış. Ne hissettin?" "Azdığımı hissettim. Uygar yeni yılımı kutlamak için mesaj bile atmadı. Her yıl yanımda olurdu halbuki." "Belki sürpriz yapar." "Belki. Babam da geleceğini düşünüyor. Neyse çok yorulduk. Bir an önce bitsin bu gece." Şişe şişe biralar, patlatılan şampanyalar, şarkı söylerken etrafa savrulan salyalar derken mekândan son müşteri de çıktığında Giray etrafı toplamaları için yarın uyandıktan sonra gelebileceklerini söyleyerek onları şaşırttı. Vildan şaşkınlığını gizlemedi. "Sen ciddi misin patron?" "Ciddiyim. Ben de çok yoruldum. Sizi beklemek için bile takatim yok. Bahşişi sayıp bölüşün, kapıda bekliyorum sizi." Giray önce barmenleri uğurladı. Sonra da iki kadını beklerken bir sigara yaktı. Hava buz gibiydi ve Hasret'in içeride yürekleri ısıtan mini eteğinin dışarıda onun götünü donduracağından emindi. Belki onu eve götürmeyi teklif edebilirdi. Evi fazla uzak değildi. Hatta güzel havalarda yürüyerek gelmeyi tercih ettiğini biliyordu. Daha üst sınıf bir barda dış görünüşüyle bile işe alınırdı ki, Giray'ın da önceliği bu olmuştu. Ama o yıllarda babasına bakmak zorunda olduğundan uzak bir yerde iş aramadığını söylemişti. Nihayet çıkan kadınlardan Vildan'ı erkek kardeşi almaya gelmişti. Hasret de tam iyi geceler diyecekken Giray teklifini yaptı. "Zahmet etme ben giderim." "Yolumun üstü zaten. Üşüme. Baban evde, değil mi? Yardım lazımsa bir işe yaramış olurum hem." Ağzını yoklayıp yoklamadığını neredeyse güneş doğacak o saatte irdelemedi Hasret. Zaten babası da evdeydi. Zor kullanarak ona arabada sahip olacak hali yoktu. Hele ki, hafif kıyak kafayla arkasından kendiliğinden çekilmesi bu yardımın iyi niyetle yapıldığının kanıtıydı. "Tamam, gidelim teşekkürler." On dakikalık yolda konuşmadılar. Araç evin önünde durduğunda Hasret davet bekleyen adamın gözlerine bakarak konuştu. Başından savmaya çalışmıyordu. Samimiydi. "Babam bu saatte uyanık olmaz. Bir şeye ihtiyacı yoktur. Getirdiğin için teşekkürler." "Önemli değil. İyi uykular." Hasret kapıyı açmış inecekken Giray onu durdurdu. "Hasret?" "Efendim?" "Sen çok güzelsin. Başkası olsaydı..." "Damla gibi mi mesela?" Giray ufak bir kahkaha patlattı. Damla'yı düzmeyi bir an önce bırakmalıydı. "Damla gibi evet, değilsin. İyi ki değilsin. Yeni yılın kutlu olsun. İyi geceler." "İyi geceler." Giray bu kez inmesine izin verdi. Hasret arabanın arkasından bir süre baktıktan sonra apartmana girdi ve ağır ağır basamakları çıkarken otomatın çalışmadığını fark etti. Sabaha karşı bile karanlığı bitmek bilmiyordu. O karanlıkta ayaklarının bedenini sürüklercesine yukarı taşımasını izliyordu sanki. Sızlayan ayaklarını izliyor ve düşünüyordu. Damla demeseydi Giray nereye varacaktı mesela? Sonra düşünceleri de yavaşladı. İyiden iyiye gözleri kapanıyordu ve karanlıkta, el yordamıyla eve çıkmaya çabalamak işkenceden beterdi. Nihayet kapısının önüne geldiğinde bu kez de anahtar deliğe girmemek için direniyordu. Telefonunun fenerini açtığı sırada kapı başkası tarafından içeriden açıldı. "Hoş geldin fıstık." "Haaaaa, Uygaaaar. Gelmişsin." Beklemediği adamı kapı açılır açılmaz karşısında görünce Hasret'in kapanmak için yalvaran gözleri ardına dek açıldı ve çizmelerini bile çıkarmadan doğruca adamın kucağına atladı. Ondan beklediği coşku bile Uygar'ı yerinden sarstı. Beline dolanan uzun bacakların devamındaki kalçaları avuçladığı gibi kapıyı kapadı ve onu duvara çarptı. "Sessiz ol. Baban uyudu." Hasret başını hevesle salladı ve adamın dudaklarına kapandı. Uygar bu onayın dudakları ayrılana dek süreceğini biliyordu. Nitekim yatak odasına girdiklerinde, onunla her birleşmesinde aldığı zevki göstermekten geri durmayan bu kadın, ancak uyumaya karar verdiğinde sessizleşti. Başını göğsüne yasladı ve güneş doğarken uykuya daldı. Onun sıcak nefesini dinlerken Uygar'ın aklında uyandığında bu sıcaklıktan bir şekilde eser kalmayacağı geçiyordu. Odaya girdiklerinde üzerindeki kalın mont dahil tüm giysilerinden beş saniyede kurtulan Hasret, onu hayatından silmek için daha azına ihtiyaç duyardı büyük ihtimalle. Ne yapıp edip, kısa sürecek gerçeği öğrenmesini engellemeliydi ama içeride yatan oyunbozan adamla işi zordu. Bakalım onu nasıl ikna edecekti? Geldiğinden beri dil döküyordu ama nafile... Sevdiği kadını bir süre izledikten sonra kendisi de huzursuz bir uykuya teslim oldu. Döne döne sabahı ettiğinde kimse uyanmadan duş alabilmeyi diliyordu. Uzun bir yoldan gelmişti ve Hasret'in de çok yorgun olmasa daha o anda yıkanmak isteyeceğini ezbere biliyordu. Sıkıntılı şofbenle bir süre sıcak su beklemek gerektiğinden bu süreyi o uyurken değerlendirecekti. Onu uyandırmadan yataktan çıktığında saat öğlen bire geliyordu. Salona açılan kapının kolunu sessizce indirdi ve bir çift mavi gözle karşılaştı. İsmail Kalaylı da uyanmıştı. Aynı sessizlikte kapıyı kapadı ve adamın duvara sırtını verdiği kanepeye oturdu. "Günaydın amca." "Günaydın oğlum." "Nasılsın? Tuvalete götüreyim mi?" "Sağ ol, hallettim ben o işi. Konuştunuz mu?" Uygar sıktığı dişlerinin arasından tıslarcasına yanıt verdi. "Hayır. Sabaha karşı geldi. Sonra da uyuduk." Elbette uyumuşlardı. Yattıkları yatağı uzun bir süre duvara şiddetle çarptıktan sonra... Tabii öğrendiklerinden sonra bunu dillendirmenin bir anlamı yoktu. "Uygar ona söylemek zorundasın. Sen söylemezsen ben söylerim." "Neden amca? Niye bu zorunluluk? Anlamı yok benim için. Ben Hasret'i seviyorum." Uygar, İsmail Amcası'na dün telefonda geleceğini söylediğinde de derdini bir türlü anlatamamıştı. Yıllardır birlikteliklerine karşıydı ve şu anda ona verdiği koz, genç adamı tahta kurusu gibi içten içe oyuyordu. "Uygar sizin bir geleceğiniz yok. Daha fazla oyalama onu. Siz kuzensiniz." "Üvey kuzeniz. Yıllardır bizi kardeş gibi görmenizden bıktım usandım. Onunla evlenmek de istedim razı geldin mi? Şimdi ne bu yaygara?" "Birincisi evlatlık da olsa Hasret benim kızım. Sen de benim gözümde, ona abilik yapması gerekirken onun masumiyetine göz koyan ırz düşmanısın. Benim elimde büyümesen, seni canım gibi sevmesem, daha önemlisi Hasret'in kahrolacağını bilmesem seni gözümü kırpmadan öldürürdüm. İkincisi, tutarlı davranmıyorsun. Madem onunla evlenmek isteyecek kadar onu seviyorsun niye başkasıyla evlendin?" Hasret, aynı saatlerde gözlerini açtığında yatağın diğer tarafındaki sıcaklıktan Uygar'ın yanından kalkalı çok olmadığını varsaydı. Yorgunluktan kılını kımıldatamayacak halde kütük gibi uyumayı düşlerken Uygar defalarca ona sahip olmuştu ve Hasret her seferinde ayların özlemiyle daha istekli birleşmişti onunla. Isıtıcı görevini üstlenen sevdiği adamın koynunda yatarken hiç üşümemişti. Yeni yılın ilk gününde, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kaslarını açmak için gerindi ve salondan taşan seslere kulak kabarttı. Müteahhit işi, eski evin ince duvarlarının, içerideki konuşmayı naklen olmasa da belirli desibelde odasına taşımasından babasının da uyandığını anladı ve daha geç olmadan kahvaltı hazırlamak için odasının kapısını açtı. Ayırdına vararak duyduğu ilk şey babasının son sorusuydu. Babası bugüne dek ona hiç yalan söylememişti. Yirmi altı yıldır bununla gurur duymuşken ilk kez, o pazar sabahı yalan söylemiş olmasını diledi ve doğruca Uygar'a baktı. Gözlerinin içine bakarsa babasının yalan söylediğini, bunun gerçek olmadığını duyacaktı sanki. Mümkünmüş gibi... Gözleri batarken, duyacaklarından korkarak titrek sesiyle konuştu. "Sen evlendin mi?"

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Tatlı Bela

read
11.7K
bc

KANLI LEKE

read
119.6K
bc

Mor Salkım +18

read
21.8K
bc

SAPLANTI

read
23.1K
bc

Kara Kalem 156 Numara

read
57.8K
bc

Yaz Düşü

read
5.6K
bc

DİLEMMA

read
5.6K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook