bc

Babamın İzinden (FİNAL VERDİ)

book_age4+
691
FOLLOW
1.8K
READ
goodgirl
drama
tragedy
comedy
sweet
bxg
lighthearted
first love
spiritual
discipline
like
intro-logo
Blurb

Leyla...

İsmi gibi içindeki arzuları geceye saklayarak büyüyen kalbi kırık genç kız...

Köhne bir mahallede yaşayan Leyla, annesiyle birlikte konağa hizmetçi olarak çalışmaya başlar. Zaman geçer ve geceye gizlediği arzular artık gün yüzüne çıkmak ister. Babasına olan merakından dolayı annesini konakta bırakıp babasının peşine düşer. Kahramanmaraş'ta babasının izini bulmaya çalışırken öğrendiği gerçeklerle gözlerinden süzülen yaşlara engel olamayan kalbi kırık küçük bir kız çocuğunun hikâyesini okumaya var mısınız?...

Bu hikâye yılllar önce öylesine kaleme alınmış kısa bir öyküdür. Şans verip okursanız keyif alacağınıza inanıyorum...

Kapak tasarımı @kumruyazar aittir...

Türkçe Hikâye / Ücretsiz Türkçe Hikâye / Türkçe Hikaye

chap-preview
Free preview
1. Bölüm
Duvardaki nemin kokusu, odanın dört bir yanını sarmıştı. Beyaz rengi andıran duvar boyası küften yeşile dönüşmüştü. Sabahın ilk ışıkları, küçük ve kırık pencereden zemindeki halıya yansıyordu. Güneşin ısıtıcı etkisi bir anne dokunuşu gibi Leyla'nın örgülü saçlarından yüzüne doğru geziniyordu. Tenindeki yumuşak ısıyı hissedince gözlerini açtı. Bir hışımla yerinden kalkarak pencerenin önüne geçti. Ne odadaki nemin kokusunu ne de yorgansız uyuduğu gecenin soğukluğunu hissediyordu. Küçük Leyla’nın bedeni yorgun düşmüştü ancak yine de yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Kırık ve dar delikten dışarıdaki insanları gözlemliyordu. Ilık bir hava etrafı sarmıştı. Umut caddesinin sakinleri telaşlı bir şekilde geçip gidiyorlardı. Kiminin işine geç kalma kiminin de hayat telaşı caddeye canlılık katıyordu. Leyla, bu canlılığın sevinciyle kocaman bir nefes aldı. O an odadaki keskin rutubet kokusu küçük burnunu acıtmıştı. Hayal ve gerçek arasındaki ince çizgide bazen dengesini kaybedebiliyordu. Hayal alemine dudağındaki gülümsemeyle dalmıştı. Aniden annesinin tiz sesini kulağında hissederek kendine geldi. "Leyla uyan!” Mihriban, genç ve alımlı bir kadındı. Hayatın zorlukları karşısında zayıf biri olsa da hemen yıkılmamıştı. Bukle bukle siyah saçları, beyaz teni ve okyanus mavisi gözleri onu daha da güzelleştiriyordu. Rengi solmuş ve yırtılmaya ramak kalmış giysisinden bile boyunun uzunluğu, ince fiziği belli oluyordu. Ne zaman kendini çaresiz hissetse, beyninde sorular savaşsa tüm acısını, ocakta pişirdiği yemeğine gömerdi. Leyla yavaş adımlarla mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Tuhaf bir koku alçak tavan arasında sıkışıp kalmıştı. Bu yemek kokusu, anne sevgisiyle pişirilmediği her halinden belliydi. Annesinin üzgün hali Leyla'nın küçük yüreğini sızlatıyordu. Annesinin onu bu yaşına kadar getirmesinde ne kadar zorluklar yaşadığını biliyordu. Mihriban, daldığı çıkmaz sokaktan Leyla'nın "Günaydın dünyanın en güzel annesi" sözüyle derin düşüncelerinden sıyrıldı. Gerçekten dünyanın en iyi annesi miydi, yoksa bir annenin en küçük şefkatine bile sahip değil miydi ? “Günaydın seni küçük yaramaz!” Annesinin bu sözü hoşuna gitti. “Yaramazlık yapmayacaksan gel bana yardım et!” “Tamam anne” kelimeleri döküldü küçücük dudaklarından. Dolabın kapağını açtığında yüzünü biraz buruşturarak kapağı kapatmak istedi. Dolabı baştan aşağı süzdükten sonra aradığı şeyi bulmuşçasına buruk bir gülümseme eşlik etti kendisine. Domates ve salatalığı eline alıp mutfak tezgahına koydu. Musluğu açtıktan sonra eline bulaşan pası silmek için gözleri etrafı kolaçan etti. Elindeki pası bezle silip suya odaklandı. Su hâlâ çamurumsu bir renkle akmaya devam ediyordu. Yüzündeki hüzün çoğalırken sebzeleri yıkadı. Birkaç kahvaltılık alıp yer sofrasını serdi. Annesi de demlediği çayı alıp Leyla’nın karşısına oturdu. İkisi de sözleşmişçesine birbirlerine bakmadan kahvaltı ediyorlardı. Leyla bu ölüm sessizliğini bozmak istercesine “Anne bugün okula gitmeyecek miyim?” Annesi Leyla’yı anlamsız bakışlarla süzdükten sonra “Kızım tabi ki okula gideceksin senin okumam için elimden geleni yapacağım. Ancak her geçen yıl ihtiyaçlarım artıyor ve sen de büyüyorsun. Doğru düzgün bir iş bulup çalışmam lazım. Ben okuyamadım ama seni okutacağım." Mihriban’ın ağzından bu sözler dökülürken canı acıyordu. Göz yaşlarını içine akıtıyordu. Hayatın zorlukları onu çaresiz bırakmıştı. Mihriban, Leyla’nın yırtılan siyah önlüğünü dikmeyi unutmuştu. Kızı okulda arkadaşlarından utanmasın diye onu bugün okula göndermek istemiyordu. Leyla annesine üzüldüğünü belli etmeden “Tamam anne, bugün gitmem oyun oynamaya gidiyorum.” Macide Hanım, kısa boylu, kilolu ve esmer bir tene sahipti. Yıllardır Ahmet Bey'in konağında çalışıyordu. Biraz geveze biri olsa da bir düşkün görünce dayanamaz, yüreğinin yumuşak tarafı ortaya çıkardı. Konağın baş hizmetçisi olduğundan diğer çalışanlara kök söktürürdü. Ahmet Bey’in ona itimadı sonsuzdu. Macide, konağın alışverişini umut caddesindeki dükkanlardan yapardı. Bu caddede eski ahbapları oturuyordu. Konakta kullanılmayan kıyafetleri ya da eskimiş ayakkabıları onlara götürürdü. Yine böyle bir günde elindeki ağır poşetlerle yürürken neye uğradığını bilmeden yere düşmüştü. Etraftaki çocukların kahkaha sesleri mahalleyi şenlendiriyordu. Macide, çocukların maskarası olduğunu düşünerek homurdanmaya başladı. Yaşından utanmadan bir sağa bir sola çocukları kovalamaya başladı. Poşetlerden yere savrulan elbise ve ayakkabıları toplarken eskimiş kıyafetin ucunda çıplak bir ayak gördü. Başını hafifçe kaldırarak önünde duran çocuğa sert bir bakış attı. Gözleri fal taşı gibi açılmış bir tren gibi burnundan duman çıkarıyordu. "Ne var seni pis sıçan! Sen de benimle alay etmeye mi geldin?" Bu sözleri söylerken Macide'nin eli anlamsızca havadaydı. Bu küçük ve masum çocuğa karşı nasıl bu kadar kontrolsüz davranabiliyordu kendisi de şaşkındı. Çocuk bir korku içinde çıplak ayaklarını iki adım geriye attı. Aslında bu şişman ve sinirli kadın bir yandan komik gelmişti. Ancak korkusu onun gülmesini engelliyordu. Arkasına bakmadan oradan uzaklaştı. Yerden doğrulan Macide üstüne bulaşan tozları silerken cüzdanının yokluğunu fark etti. İyice etrafa bakındı. Yere düşerken cebinden fırlamış olabilirdi. Telaşla etrafı didik didik aradı ancak bir şey bulamadı. Aklına biraz önce yanına gelen çıplak ayaklı çocuk geldi. İçinden: "Lanet olsun, pis sokak faresi bunu nasıl fark etmedim.” diye geçirdi. Hala burnundan soluyordu. Buradan fazla uzaklaşmış olamaz diyerek koşmaya başladı. Yolları bozulmuş, sürekli ayağa takılan taşlarla dolu caddeden sanki bir kamyon geçiyordu. Kilolu olmasına rağmen hızlıydı. Köşeyi dönünce oyun oynayan bir grup çocuk gördü. İyice kontrol etti o çıplak ayaklı çocuk da oradaydı. Avını görmüş aç hayvanlar gibi çocuğa doğru sinsice yaklaştı. İlk hamlede çocuğu kulağından tutup sürükledi. “Bu mahallenin zavallı insanları! Aileniz de sizin gibi terbiyeden yoksun. Utanmıyor musun para çalmaya? Seni polise vermesini de bilirdim ancak yeterince hapis yatıyorsunuz buna gerek yok.” Bu şişman kadının ne dediğini bile bilmeyen çaresiz çocuk, acı içinde korkuyla inliyordu. Çocuğa tehditler savururken karşıdan mahalle bekçisinin yanında bir bayanla ona hızla yaklaştığını fark etti. Bir an durup düşündü. Koca ellerinin arasından kurtulmaya çalışan bu küçük bedene çok mu yüklenmişti. Durup düşünmesini sağlayan bekçi miydi yoksa vicdanı mıydı? “Macide Hanım! Lütfen Leyla’yı bırakın onun bir suçu yok.” “Memur bey, o benim paramı çaldı onu bırakamam. Derhal cüzdanımı geri versin. Ayrıca siz benim adımı nereden biliyorsunuz?” “Çünkü cüzdanınız benim elimde. Mahalleden çocuklar bulup bana getirdiler.” Macide'nin başından kaynar sular dökülmüş gibi elini yavaşça çocuğun kulağından çekti. Kendisinden o kadar utanıyordu ki başını yere indirdi. Küçük bir çocuğu hırsızlıkla suçlayıp canını yakacak kadar cani olmuştu. Hiçbir özür onun bu kabahatini affedemezdi. Sadece bekçinin yüzüne bakıyordu çünkü çocuğun yüzüne bakacak yüzü yoktu. Bekçi Macide'ye cüzdanını verdikten sonra uzaklaştı. Bekçiyle beraber gelen ve kim olduğunu bilmediği, genç bayan kızın elinden tutup sürükledi. Bunu gören Macide: “Affedersiniz bayan, siz Leyla'nın nesi oluyorsunuz?” “Adım Mihriban, Leyla'nın annesiyim ancak bu sizi hiç ilgilendirmez. Elinde iki kuruş olan ancak insanları aşağılayan bir kadınsın. Cüzdanını al ve bir daha karşımıza çıkma!” Bütün bu sözleri hak etmişti ancak kendisini affettirmek istiyordu. Vicdanıyla baş başa kalsa bunun içinden çıkamazdı. “Mihriban Hanım, beni affetmenizi rica ediyorum. Ahmet Bey'in konağında çalışıyorum. Sizi misafir etmek istiyorum. Eğer isterseniz sana ve kızına orada bir iş ayarlayıp sizi bu mahalleden kurtarabilirim. Sizi bekleyeceğim.” Leyla, canavar gibi olan bu kadının süt dökmüş kedi olmasını aldırmıyordu. Söylediği ağır sözler kulağında silinmez bir iz bırakmıştı. Canının yanması da hâlâ geçmemişti. Mihriban da bir şey demeden oradan uzaklaştı. Bu teklif onun için cazipti ancak kızına yapılan muameleden dolayı bu teklif üzerinde fazla duramadı. Güneş ışınlarının turuncuya bürünmüş hali etrafa romantik bir hava katmıştı. Güneş, insanları karanlıkla baş başa bırakmadan önce son bir kez gözlerine hoş görünmeye çalışıyordu. İşten dönen yorgun yüzler üzeri toz toprak olmuş kıyafetler artık bugünün tam anlamıyla bitmesi gerektiğini gösteriyordu. Leyla ve annesi paslanmış ve bir tarafı kırılmış kapanmakta zorlanan kapının önüne aynı anda gelmişlerdi. Birbirlerine kırgın iki arkadaş gibi davranıyorlar sanki göz göze gelseler hayatın bütün yorgunluğunu birbirlerine püskürtecekmişçesine birbirlerine bakmamakta ısrar ediyorlardı. Kapıyı açan annesinin ardından hızla içeri giren Leyla kendini hâlâ yerde duran buz gibi döşeğin üzerine attı. Mihriban, bu duruma gerçekten içerlemişti. Kadının fikri de fena sayılmazdı ama şu an kızı onun için daha önemliydi. Yavaşça Leyla'nın yanına yaklaştı: “Bugün şanslıydın. Bekçi olmasaydı belki de o şişman bayan bizi köle gibi çalıştıracaktı.” Dudakları arasında kıkırdıyordu. Annesinin, şişman bayan demesi komiğine gidiyordu. Leyla'nın gülüşü annesini kızdırmaya başladı. Sonuçta küçücük bir çocuk olayları ne kadar ciddiye alabilir ki. Eliyle alnına vurdu. “Ah! Zengin olacaktım, o Macide gibiler bizi böyle paralarıyla ezmeyeceklerdi.” Annesinin sözlerini duyunca: “Anne, eğer zengin olsaydık bana bir sürü ayakkabı alırdın değil mi?” “Leyla canım kızım sen daha çok küçüksün. Sana çok güzel kıyafetler ve ayakkabılar alacağım. Seni bu sefilliğin pençesinden kurtaracağım.” Mihriban, tüm gece boyunca düşünüp durdu. Kızına hırsız diyen bir bayanla aynı evde nasıl çalışabilirdi. Kim bilir belki konakta çalışılırsa kendisine de hırsız denilebilirdi. Parasıyla kendini öven bu insanlardan her şey beklenirdi. Önünde başka bir seçenek yoktu ya Macide'nin teklifini kabul edecekti ya da kızı o hayal ettiği ayakkabıları giyemeyecekti. Sorular kafasında savaşırken bir tane bile cevap bulamıyordu. Gecenin en karanlık vakti gün doğmadan hemen önceki andır diyerek uyumaya çalıştı. Gün ağarırken Mihriban’ın gözleri hala açıktı. Tavana anlamsızca bakıyordu. Anlaşılan o ki sorular onu uyutmamıştı. İstemsizce yatağından doğruldu, o güzel saçları dağınık bir şekilde yüzünü kapatıyordu. Odanın küflenmiş duvarına baktı sonra da etrafı süslü aynanın karşısına geçti. Hala çok güzel görünüyordu. Elleriyle saçını düzeltmeye başladı. Kendine bir baksa nice insanın yüreğini yakacak kadar alımlıydı. Güneş etrafı iyice aydınlatmıştı. Kapının çaldığını işiten Mihriban kapıya doğru yöneldi. Gelen kişiyi görünce şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Bu Macide'ydi. “Gününüz aydın olsun Mihriban Hanım. İçim rahat etmedi sizi görmek istedim.” Hâlâ şaşkın olan Mihriban, kadını kapıda bekletiyordu. Sabahın bu erken saatinde bu kadının burada ne işi olabilirdi ki. “Sizi şaşırttım biliyorum. Ahmet Bey ile her şeyi konuştum konakta çalışabileceğinizi söyledi. Aynı zamanda da burada yaşamanıza gerek yok. Öğleden sonra mutlaka gelin.” Mihriban hâlâ kadının yüzüne şaşkın şaşkın bakıyordu. Bir an için mutlu olmuştu. Bu hem kızı hem de kendisi için bir kurtuluş olabilirdi. Sadece başını salladı. Bir süre kapıda bulunan şişman kadının yüzünü sanki tanıdık birinin yüzünü teşhis etmeye çalışırcasına tüm ayrıntısına kadar inceledi. Yok yok bu kadın yaptığı hatadan gerçekten pişman olmuştu. Yaptığı ne kadar da vicdanının sesini durdurmaya çalışma çabası olsa da takdir edilecek bir hareketti. Özrünü dileyip bir kenara da çekilebilirdi. Oysa şu an dünkü gördüğü o hırçın ve şişman kadın tam karşısında kuzu kuzu kendisine bakıyordu. Geceden beri kafasını kemiren bütün soruları bir anda mırıldanarak cevaplandırdı. “Evet, evet bu fırsatı kaçırmamalıyım.” Macide ağır ağır söylenen sözlere bir anlam verememiş. Mihriban’ın hâlâ uykusundan tam anlamıyla uyanamadığını düşünerek; “Beni içeri davet etmeyecek kadar kızgın mısınız?” Mihriban, birinin kendisini derin bir uykudan zorla uyandırmaya çalışılmış gibi irkildi. İnce ve gür sesini biraz daha yumuşatarak “Lütfen kusuruma bakmayın. Sizi karşımda görünce şaşırdım. Lütfen içeri buyurun, kapıda kaldınız. Size bir şeyler ikram edeyim, hem de soluklanın.” dedi. Macide dünkü öfkeli anneden hiçbir iz kalmadığını görerek büyük bir tebessümle içeri girdi. Yerde duran katlanmış döşeğin üzerine gözleri ilişti. En iyisi buraya oturmaktı. Kırık camdan esen rüzgar en çok burada hissediliyordu. Kilolarının verdiği rahatsızlıkla geleneksel işlemeli katlanmış döşeğin üzerine oturdu. Meraklı gözlerle evi baştan aşağı süzdü. Sarımsı bir renge boyanmış odanın iki duvarının yer yer sıvasının dökülmüş olması ortada duran ahşap sehpanın dört ayağından ancak ikisinin yerine paslanmaya yüz tutmuş iki demir çubuğun konulmuş, yerde uçları tiftiklenmiş bir kilimin olduğunu görmek Macide’nin parlayan gözlerinin yerine buğulu bir çift göz bıraktı. Mihriban telaşla içeri girdiğinde buğulu gözler hafif bir gülümsemeyle aydınlandı. Kulaklarının ortasına kadar dokunan yumuşacık bir sesle bütün hülyalardan ayrıldı. “Bir şey içer miydiniz? Bu arada kusura bakmayın oda biraz dağınık. Sağ olsun Leyla evi dağıtmada bütün çocukları geçer. Dışarıdan alıp eve getirdiği kedi ve köpek yavruları da cabası. Toplamaya vakit olmadı.” Macide Hanım iki yana atılmış güzel saçlara bakarak bir yandan gelen kedi miyavlaması eşliğinde “Bunun hiçbir önemi yok Mihriban. Çocuklar evin neşesidir.” Karşılıklı yapılan bu sıcacık konuşmalar devam ederken Leyla daha yeni yeni gözlerini açmıştı. İçerideki sesin kime ait olduğunu bulmaya çalışıyordu. Kulaklarını, derinden gelen bir müziğin sesini duymak istercesine kocaman açmıştı. Yavaş ve ürkek adımlarla kapıya doğru ilerledi. Kulaklarını kapıya dayadı. Evet evet sesler yıpranmış olan ahşap kapıdan rahatlıkla işitiliyordu. Derin derin aldığı nefesi tutarak içeride konuşulanlara kulak verdi. “Macide Hanım dünkü teklifinizi bütün gece düşündüm. Sonra güzeller güzeli kızım Leyla'nın yüzü gözümün önüne geldi. Sonra onun geleceği… Aslında sizin nasıl biri olduğunuzu bilemeden bu teklifi kabul eder miydim bilmiyorum ama bugün buraya gelerek kafamdaki gelgitlerin bir kısmına son verdiniz. Vereceğim cevabın olumlu olmasını sağladınız.” Mihriban, Macide Hanım’ı uğurladıktan sonra Leyla ile birlikte kahvaltı yaptı. Kızını burada bırakmazdı o yüzden Leyla’yı yanına alarak işe gitmek için yola koyuldular. Leyla annesinin dediklerini duymuyordu. Tek düşündüğü şey okul hayatının aksadığıydı. Annesini de anlıyordu kızını en iyi şekilde okutmak istiyordu. Ama mahalledeki okulunu da çok seviyordu. Kötü şartlarda okuyordu yine de mutluydu. Kendisini bu düşüncelerden ayıran annesinin onu çekiştirerek soktuğu bir evdeki erkeğin kalın ve tok sesi oldu. “Mihriban Hanım, burası çocuk esirgeme kurumu mu ki bu çocukla buraya geliyorsunuz?” Leyla, adamın yüzündeki sert ifadeden o kadar korktu ki annesinin arkasına saklandı. “Yok Ahmet Bey, ne haddime. Macide Hanım bana kızımı getirmemde sorun olmayacak dediği için getirdim.” Leyla annesinin arkasından ufacık kafasını uzatarak adama baktı. Adam hâlâ sert bir şekilde kendisine bakmaktaydı. Boyunun uzunluğu ve vücudunun iriliği onu daha da korkunç gösteriyordu. Giydiği takım elbisenin içinde asil birine benziyordu. Kumral ve taranmış saçlarıyla bakımlı olduğunu belli ediyordu. Genç görünümlü bu sinirli adam, küçük çocuk için itici bir insandı. Hemen şu an buradan uzaklaşmak için neleri vermezdi. Ama kader mahkumu olduğunu bildiği için çareyi annesinin arkasına saklanmakta buluyordu. Mihriban masmavi gözlerini karşısındaki kaba adama dikerek “Kusura bakmayın Ahmet Bey, bundan sonra dikkat ederim.” dedi. Kendisini hiç böyle aciz hissetmemişti. Leyla, hayatının mahvolacağını küçük kalbiyle hissediyordu. Gittiği her mekanda aşağılık hissi duyuyordu. Mihriban, hayatın her tarafından tokat yiyordu. Onu en çok üzen bu tokatları yemek değildi, kızının bu tokatlara maruz kalmasıydı. Macide, Ahmet Bey'in kabalığı için Mihriban ve kızından bunu takmamalarını rica etti. Aslında iyi bir insan olduğunu ancak bazen böyle sinirli olabildiğini söyleyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı. “Beni takip edin sizin kalacağınız yeri göstereyim.” diyerek çıkış kapısına doğru yöneldi. İçinden geçtikleri salon, büyük ve gösterişliydi. Duvarda değişik tablolar asılı duruyordu. Kullanılan krem rengi duvar boyası, salonu ferah yapıyordu. Kiremit ve beyaz rengi koltuk takımları buna eşlik ediyordu . Soldaki koltuk siyah ve parlayan merdivene bakıyordu. Biraz ilerisinde arka bahçeye çıkan beyaz kapı perdelerle örtülmüştü. Kapının yanında ayakkabı dolabı vardı onun üstünde de anahtarlarını konulması için üstünde gül işlemesi olan bir kase vardı. Her ayrıntısıyla gözleri üzerine çekiyordu bu ev. Mihriban kızının kulağına eğilerek “Biz yaşarken cennete geldik galiba,” diyerek yoluna devam etti. Leyla buna pek bir tepki vermedi. İri adamın söyledikleri hâlâ kulağında çınlıyordu. Annesinin eteğini sımsıkı tutuyordu. Gözü yükseklerde değildi. Annesinin sevgisi ona yetiyordu. Annem, başka insanların bizi hor görmesine nasıl dayanacaktı. Arka bahçeye vardıklarında Macide parmağıyla işaret ederek “Kızınla birlikte orada kalacaksın." deyip geri döndü. Çalışanlar için yapılmış olan bu küçük ev dışarıdan güzel görünüyordu. Bu evde kızı ile kendisini yeni bir hayat bekliyordu. Geçmişe sünger çekmenin vakti gelmişti. Küçük eve adım attıklarında göze ilk çarpan açık pencerenin önünde duran kırmızı masaydı. Masanın üzerinde küçük bir televizyon vardı, televizyonun üstünde de tavşan kulağı gibi antenler vardı. Bu görüntü Leyla'nın hoşuna gitmişti. Kapının karşısında bir koltuk onun yanında bir sehpa, sehpanın üzerinde birkaç kitap duruyordu. Onlardan önce burada kalan okumayı seviyordu herhalde. Yan tarafta bir oda daha vardı. Odanın içinde iki tane yatak, yataklarında üzerinde katlanmış temiz battaniyeler duruyordu. Kapının eşiğinde bir de kapağı kırık elbise dolabı vardı. “Haydi kızım! Yeni evimizi temizlemeye başlayalım.” Leyla kendini çok yorgun hissediyordu. Belki de bu evde yaşamak istemiyordu. Annesinin mutluluğuna gölge düşürmek de istemiyordu. İstemsizce yardım etmeyi kabul etti. Evin tüm temizliği bittiğine göre o mahalleden taşınmamak için bir sebep kalmamıştı. Mihriban kızını alarak son bir kez yaşadığı mahalleye gitti . Sokaktan geçerken tüm anıları, gözünde bir bir canlanıyordu. Yıllardır yaşadığı evi terk etmek bir yandan zor geliyordu. Evine vardığında yaptığı ilk iş eski bavulunu çıkarmak oldu. İçine birkaç giysisini koydu. Leyla hâlâ bir işin ucundan tutmamıştı. Kızına bakarak “Kızım oyalanma. Bir an önce toparlan gidelim.” Leyla, odanın içinde dönüp duruyordu. Her sabah insanları izlediği pencerenin önüne geldi. Buradan ayrılacağı için, yüreğini hüzün kaplamıştı. Dışarıdaki insanları neşeyle değil asık suratla izliyordu. O konağa götürecek neyim var ki diye düşündü. Annesinin ona eskiden aldığı birkaç kıyafet , okulda giydiği ayakkabısı ve okul üniforması. Okulda arkadaşları dalga geçmesin diye eve gelince ayakkabısını giymez yalın ayak gezerdi. Tüm eşyalar toplanmıştı. Mihriban tam evden çıkıyordu aniden durdu. Arkasına döndü sanki gitmek zor geliyormuş gibi garip bir şekilde nefes alıp verdi. Evle bir türlü vedalaşamayan Mihriban ve kızı hâlâ eve bakıyorlardı. Bu esnada mahalle bekçisi onları gözetliyordu. Ellinde bavulla nereye gider bu kadın diye düşündü. Onlara iyice yakınlaşınca “Taşınıyor musunuz?” Kadın ona dönerek “Evet, Ahmet Bey’i bilirsin, onun konağında çalışacağım ve orada kalacağım.” Bekçi şaşkındı. Ahmet Bey gibi kibirli bir insanın evinde bu insanlar yaşayabilir miydi? “Sizi ve küçük Leyla'yı özleyeceğiz. Fırsat buldukça bizi ziyaret etmeyi unutmayın.” Mihriban, kendi kafasında ziyaret mi diye geçirdi. Bir daha buraya dönmemek üzere gidiyordu. Masmavi göğün altında kocaman bir yeşillik. Türlü türlü ağaçlar güzellik yarışına girmiş. Kuşlar havada aşkla uçuyor beste yapıyor. Rüzgar insanların tenini yavaşça okşayıp yoluna devam ediyordu. Dışarıdan gelen komşu bağırmaları, yaramazlık yapan çocukların çığlıkları… Amasya şehri bugün ne kadar da sakin ve güzel bir şekilde uyanmıştı. Leyla, yavaş yavaş büyüyordu. Kara teni beyazlanmaya başlamıştı. Saçlarını örmüyor, annesi gibi bukle bukle bırakıyordu. Yuvarlak, tertemiz bir yüze ve al al yanaklara sahipti. Dişleri inci taneleri gibi bembeyazdı. Güldüğü zaman insan gözünü alamıyordu. Boyu uzamaya başlamış ve fiziği ortaya çıkmaya başlamıştı. Genç kız olma yolunda adım adım ilerliyordu. Sabahları uyandığında annesinin yanaklarına tatlı bir buse kondururdu. Okula sevinçle gider gelirdi. Ahmet Bey'in okumasına izin verdiği günden beri ne kadar sinirli bir adam olsa da onu hep sevdi. Sert görünümünün altında yumuşacık bir kalbi vardı. Mihriban ile Macide iki iyi dost olmuşlardı. Sevinçlerini, kederlerini birbirleriyle paylaşırlardı. Macide, kızının yerine koymuştu Mihriban’ı. Kızı kadar sevip, koruyup kolluyordu. Leyla da konağın güler yüzü neşe kaynağı olmuştu. Ahmet Bey, herkese sinirlendi ancak Leyla'ya kıyamazdı. Lise son sınıfa gelmiş olan Leyla, arkadaşlarıyla daha fazla vakit geçirmek istiyordu. Onları topluca konağa çağırıp misafir etmek istiyordu ancak annesi uygun bulmuyordu. Kendisi arkadaşlarının davetlerine icabet ediyordu ama kendisini onları davet edemiyordu. Akşama doğru hava iyice kararmaya başlamıştı. İnsanlar evine dönmüştü. Leyla eve dönmemişti. Annesi endişelenmeye başladı. Bahçede volta atıp duruyordu. Ahmet Bey eşiyle beraber geziden dönüyordu. Mihriban'ı telaşlı görünce sorma gereği duydu. “Mihriban! Neler oluyor, bir sorun mu var?” Kadının çok endişeli olduğu her halinden belliydi. Parmaklarını sıkıyordu ve yüzü kızarmıştı . Leyla gelmedi derse onları da endişelendirirdi. Ne yapacağını bilmiyordu. “Hayır efendim, bir sorun yok. Başım ağrıyordu dışarı hava almaya çıktım.” İlk defa evin beyine yalan söylüyordu. Her an yalanı ortaya çıkabilirdi o zaman ne diyecekti. Kendi içinde belki okulda dersi uzamıştır bitince döner dedi. Mutfağa akşam yemeğini hazırlamaya gitti. Mutfağa sinirli bir şekilde girdi yüksek sesle “Ben bu kızla nasıl baş edeceğim. Her geçen gün büyüyor bu konağın bizim olduğunu sanıyor. Her kafasına eseni buraya getiremez. Biliyorum, izin vermiyorum diye beni cezalandırmaya çalışıyor.” Bu sözleri sarf ederken gözleri kıpkırmızı olmuştu. O kadar hızlı nefes alıyordu ki göğsünün şişip sönmesini görmemek mümkün değildi. Macide yamacına oturarak saçını okşadı. “Mihriban, sakin ol kızım. O deli kız elbet gelecek ve hesabını sorarsın.” Gece geç saatlere kadar hâlâ gelmemişti. Annesi iyice korkmaya başladı. Ya başına bir şey geldiyse diye içini sorular kemiriyordu. Polise gitmekten başka çare bulamıyordu. Akşam hava serin oluyordu. Paltosunu giydi ve çantasını telaşla koluna taktı. Kapıya yöneldiği sırada bir ses işitti ve hemen pencereye koştu bu gelen Leyla'ydı. O kadar sinirlenmişti ki tüm öfkesini kusmak için Leyla'nın odaya gelmesini bekledi. Ona söyleyeceklerini tekrar ediyordu. Kapı yavaşça açıldı kimse duymasın diye küçük hıçkırıklı bir ağlama sesini duydu. Leyla içeri girdiğinde ağlamaktan gözleri büyümüş beyaz teni kırmızıya çalmıştı. Sinirlense mi üzülse mi bilemeyen Mihriban, koşarak kızına sarıldı. “Neyin var kızım, niçin ağlıyorsun?” Kız hâlâ ağlamaya devam ediyordu. Kadının siniri geçmişti yerini hüzne bırakmıştı. Kızını bu denli üzen şeyin ne olduğunu merak ediyordu. Kadın tam son bir kez daha soracakken kızı aniden “Anne, benim babam nerede söyle nerede?” Mihriban kızının ağzından çıkanlarla yıkıldı. Gecenin bu vakti sorulacak soru değildi. Sarılı kollarını gevşetti anlamsızca yere bakmaya başladı. Arkasında duran iskemleye sersem gibi oturdu. Kız sorusunu tekrar ederken duymuyor gibiydi. Annesinin bu hâli Leyla'yı daha da çileden çıkarıyordu. Yavaşça yaklaşarak iki kolundan tuttu ve onu sarstı. “Kendine gel!” diye bağırdı. Kadının bir cevap vermesi şart olmuştu. Kızını hiçbir zaman babası konusunda bu kadar ciddi görmemişti. Gözyaşını eliyle sildikten sonra boğuk bir sesle konuşmaya çalıştı “Kızım, sana daha önce de anlattım. Sen daha 3 yaşındayken baban bizim geleceğimiz için yurt dışına çalışmaya gitti. Ondan sonra bir daha dönmedi. Ne yaptığını nerede kaldığını hiç bir zaman öğrenemedim. Yıllarca onun özlemiyle yaşadım…” Durakladı gözyaşı yanaklarından süzülmeye başladı kekeleyerek “Belki de öldü.” dedi. Leyla'nın içi öfke ile dolmuştu. Onun gözünde babasının hâlâ dönmemesinin tek suçlusu annesiydi. Eğer onu arasaydı bulurdu. Annesinin yüzüne öfkeli bir bakış atarak dışarı çıktı. Annesi arkasından koşmaya başladı. Birinin ardından koşuşturduğunu hissedince “Mihriban Hanım beni yalnız bırakın! Macide teyzenin yanında kalacağım.” Mihriban Hanım mı o da kim o ben miyim? Hayatım boyunca hep bana anne diyerek hitap eden kızımın gözünde şimdi sadece Mihriban Hanım oldum. Bu nasıl lanetli bir gündü. Kadının hayattaki tek varlığı bile ona yabancı gözüyle bakmıştı. Söylenmemesi gereken bazı şeyler vardır, Mihriban da bu yükün altında eziliyordu. Kızını karşısına alıp her şeyi söyleyebilirdi ancak Leyla kendi düş aleminde babasına güzel bir yer ayırmıştı ve bu yaşına kadar hep de öyle olmuştu. Annesi de bu duruma müdahale edip kızının mutluluğuna kara bir gölge düşürmek istemedi. Eninde sonunda bunun başına geleceğini biliyordu. Kendini hazırlıklı sanmışsa da gafil avlanmıştı. Belki de artık her şeyi söyleme zamanı gelmişti. Mihriban hâlâ ağlıyordu. Gözünden akan yaşın ardı arkası kesilmiyordu. Kızının peşinden gitmeyi bıraktı ve odasına geri döndü. Birileri konuşmalarına şahit oldu mu diye hızlıca etrafa bir göz gezdirdi. Gecenin simsiyah karanlığından başka hiçbir şey dikkatini çekmedi. Başını yatağına koydu yıllar önce yaşananlar siyah beyaz bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Hatırladıkça acı çekiyordu. Umut caddesinin taşlı yolları eskiye nazaran daha düzgün duruyordu. Dükkan kepenkleri daha açılmamış etrafta birkaç köpek devriyeye çıkmış gibi geziniyordu. Belediyenin onarmaları aksatmasından dolayı etrafta tuhaf bir koku dolanıyordu. Sabahın erken saati olmasına rağmen bacalardan duman eksilmiyordu. Mahallenin bekçisi daha dışarı çıkmamıştı. Sobanın üzerinde bir çaydanlık fokur fokur kaynıyordu. Pencereler iyice kapatılmış naylonla örtülmüştü . Belli ki kış çetin geçiyordu. Bekçi evinden memnun olmasa da mahalledeki birçok kişinin evinden daha iyiydi. Odanın zeminine kalın kırmızı bir halı serilmiş onun üstüne de iki tane yamalı minder. Duvarlar boyalı değil ancak temiz bir görüntüsü vardı. Dişlerini dökülmüş radyodan küçük ezgiler çalınıyordu. Bekçi eline bir bardak çay alarak minderin üzerine oturdu. Kırk yaşına yaklaşmış olan bekçinin saçına aklar düşmeye başlamıştı. Orta boylu olması onu yine de uzun gösteriyordu. Düzgün bir fiziğe ve geniş omuzlara sahipti. Otuzlu yaşlarında bekçisi olduğu mahalleden birini sevip evlenmişti. Karısı, yakalandığı kötü hastalığın pençesinden kurtulamamış ve hayata veda etmişti. Bekçi karısı vefat ettikten sonra bir daha evlenmemiş. Çayını yudumlarken ateşte yanan odunlara bakıyordu. Odunlar yanarken çıkardığı ses ile radyodan çalınan müziğin birleşmesi onun kulağına hoş geliyordu. Duvarda asılı duran alt kısmında püsküllerin sarktığı saate baktı. Daha erkendi bir çay daha içebilirim diye düşündü. Demir kapıdan ses geldi. Alacaklı gibi üst üste sert bir şekilde vuruluyordu. Bekçi elindeki bardağı yere koydu ve “Sabahın köründe kim olabilir?” diye içinden geçirdi. Kapıyı açınca yüz ifadesi değişti. “Buyurun kime bakmıştınız?” Sabahın erken saatinde kapıda genç bir bayan görünce telaşa kapılmıştı. Kapıdaki bayandan gözünü ayırmadan bakıyordu. Bir cevap vermesini bekliyordu ancak bayan da ona biraz sinirli biraz hüzünlü bir ifade ile bakıyordu. Bayan başını öne eğdi, saçını kaşıyormuş gibi bir hareket yaparak “Bekçi amca, ben Leyla beni tanımadınız mı? Mihriban’ın küçük kızı hani bir defasında beni şişman bir bayanın elinden kurtarmıştınız.” Adamın unutması mümkün değildi. Leyla annesi ile bu mahalleden ayrılırken çok küçüktü ve daha sekiz yaşındaydı. Büyümüş ve genç bir kız olmuştu onu ilk görüşte tanıyamadı. Bekçinin yüzündeki merak ifadesi yerini gülümseyen bir ifadeye bıraktı. “İnanamıyorum! Leyla bu sensin evet sensin. Ah! O küçük yaramaz nasıl unutabilirim.” Konuşurken sesi titriyordu, ağlamakla gülmek arasında çıkan bir ses tonuyla konuşuyordu. Şaşkınlığı üzerinden atınca Leyla'yı içeri davet etti . Bekçi başından geçenleri anlatıyordu Leyla da soluksuz dinliyordu. Her şeyi anlattıktan sonra ikisinin de yüzünde buruk bir hüzün belirdi. Annesi ile o konağa gittiğinden beri büyüdüğü mahalleye hiç gelmemişti. Nereden geldiğini nerede büyüdüğünü nasıl unutabilmişti. Bunun ayıbıyla bekçinin yüzüne baktı. “Bunca zamandır size hiç uğramadığım için beni affedin. İnsan kim olduğunu ve nereden geldiğini unutursa yok olacağını biliyorum. Hatam büyük, size söz veriyorum bir daha kim olduğumu unutmayacağım!” Bekçi genç bayanın ağzından çıkanlara tek tek onaylarcasına kafa sallıyordu. Caddede toz içinde oynayan çocukları unutmamıştı. Ama onlardan birinin burayı unutması içini acıtmıştı. Üzüntüsünü bir kenara bırakarak on yıl sonra bu kızı buraya getiren sebep ne diye düşünmeye başladı. “Leyla, uzun yıllar sonra seni buraya iten bu kuvvetli rüzgâr nedir?” Leyla gözlerini yere indirdi, ağlamamak için ceketinin uçlarını eliyle sıkıyordu. Yüreğinin en derin yerinden gelen bir ses ile “Babam!” dedi. Ortalık sessizleşti. Sobada ateş yanmaya devam ediyordu. Ancak radyodan ses gelmiyordu. Pencerelerin kapalı olmasından dolayı içerde nemli bir hava mevcuttu. Süt satıcılarının yüksek sesle “Sütçü geldi sütçü!” diye bağırmaları pencere aralığından sızıp içeriye giriyordu. Bekçi ayağa kalkarak iki adım ötedeki çaydanlıktan bir çay doldurarak geri oturdu. Leyla konuşmasını beklerken bekçi çayın içine düşüncelere dalmış durmadan çay kaşığını çeviriyordu. Tedirgin gibi bir hali vardı. Sanki bir şeyleri söylemek isteyip boğazına tıkanan sözler onu engelliyordu. Leyla hiç bir şey demeden sadece izliyor ve bekçinin anlatacağı şeyleri merakla bekliyordu. Bekçi çevirdiği kaşığı bardağın kenarına koydu ciğerleri havasız kalmış gibi koca bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı. “Baban Aliyar benim arkadaşımdı. Buraya taşındıkları zaman sen daha doğmamıştın. Tabii ki ben de daha bekçi değildim. Çok güzel şiirler yazar ve kitap okumayı seviyordu. Yani anlayacağın babanın bir edebiyatçı ruhu vardı. Kendisini anlatmayı pek sevmez yalnızlığı tercih eden bir yapısı vardı. Sen doğduktan sonra paraya daha çok ihtiyaç var diyerek iş aramaya başladı. Burada işçilere önem verilmiyordu. İnsanları canından bezdirip iki kuruşu çok görürlerdi. İnsanların güç ve para hırsı yüzünden insanlığın değeri yok olduğu bir devirde yaşıyoruz. Her neyse asıl meseleye dönecek olursam, Aliyar iş bulamadı çareyi başka bir şehirde iş aramakta buldu. Sen daha küçük olduğun için seni ve anneni burada bana emanet etti. İki yıl çalışıp geri geldi, gelmediği zaman para yollardı sizin için. Her şey yolunda gibiydi ancak çalıştığı yerin ona bir teklif sunduğunu sizin daha iyi bir hayat sürmeniz için teklifi kabul ettiğini söyledi. Bir daha benimle irtibata geçmedi...” Leyla yerinden fırladı gözleri kıpkırmızı olmuştu sesini yükselterek “Annemin anlattığı masalı bana anlatma! Babamın bulmam için bana bir şey söyle.” İki dizinin üstüne çöktü bekçinin elini tutarak yalvarır bir edayla “Babamın yerini söyle” dedi. Bekçi sert bir şekilde elini çekerek yumuşamadan arkasını döndü. Kızın yüzüne bakmadan “Sana doğruyu söylüyorum. Bundan başka bir bilgim yok. Şimdi izninle görevime gitmem lazım.” Kızı orada bırakıp çekip gitti. Kapıdan çıkmadan önce hüzünlü bir şekilde ağlayan Leyla'ya bıraktı. Tekrar sert tavrını takınarak dışarı çıktı. Nice umutlarla geldiği yerden eli boş dönüyordu Leyla. Herkesten aynı masalı dinlemekten bıkmıştı. Artık çocuk değildi gerçeği bilmek istiyordu. Sinirli bir şekilde mahalleden ayrıldı. (Şahsenem Bayhoca) Mihriban, gözlerini açtığında siyah saçları yanağına yapışmıştı. Dün gecenin bir kabus gibi bittiğini hatırladı. Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa gitti. Ortalıkta kimse görünmüyordu. Leyla'nın yanına gitmek istedi ama yalnız kalması daha iyi olur diye düşündü gitmekten vazgeçti. Mutfağa geldiğinde bir sürü yıkanmamış bulaşığın onu beklediğini gördü. Bunlar aksamdan kalmış olamazdı. Dönüp saate baktı. Şaşkınlık içerisindeydi öğlen olmuştu. Nasıl olurdu da bu saate kadar uyanmaz. Kimse de onu uyandırmamıştı. Hızlı bir şekilde Macide’nin odasına doğru yürüdü. Kapıyı hafifçe tıklattı, ses veren olmayınca kapıyı açtı. Yataklar toplanmış kimse odada bulunmuyordu. Telaşa kapıldı, geç uyanmış olabilirdi ancak etrafta kimsenin olmaması hayra alamet değildi. İçinde büyük bir endişeyle mutfağa geri döndü. Daha önce fark etmediğini dolabın kapısına sıkıştırılmış notu gördü. Titrek bir elle yazılmış gibi harflerin arasında büyük mesafeler olan Macide'nin yazısıydı bu “Pazara çıktım akşama dönerim.” Mihriban biraz rahatlamıştı, en azından birinin nereye gittiğini öğrendi. Leyla hala ortalıkta yoktu. Güneş batmaya başlamıştı. Ahmet Bey ile eşi bahçenin kapısından görünüyorlardı. İkisi biri birine kızgın gibiydi. Birbirlerine bakmadan içeri girdiler. Ortalıkta gergin bir hava geziniyordu. Mihriban kafasında bin bir düşünceyle kızının eve gelmesini bekliyordu. Mutfak kapısı açıldı kapıda Macide ve Leyla belirdi. Ellerinde poşet falan yoktu. Soğukluğunu koruyarak onları süzdü ancak bir şey demeden yaptığı işe devam etti. İçindeki hüzün onu harap ediyor nefes almasını zorlaştırıyordu. Kızına güçlü görünmek için böyle görünmek zorundaydı. Hiç bir şey yaşanmamış gibi davranmak kolay değildi. Ortalık böyle sessizken Leyla annesine doğru yaklaştı. Hayattaki tek varlığını olan bu kadına nasıl dün gece kötü davranabilmişti. Çekmedikleri çile kalmamıştı ama annesi her zaman onun için fedakarlık yapmıştı. Bu kadar kötü bir evlat olduğunu için kendinden bir an nefret etti. Anne bu dünyada saygıyı ve sevgiyi en çok hak eden nadide bir varlıktır. Annesinin yeri gönlünün en baş köşesi olmalıydı. Gözünde yaşlar süzüldü, bir adım daha attı sonra da koşarak annesine sarıldı. Mihriban, kızının bu hareketi karşısında şaşkına dönmüştü. Saçlarını okşayarak göğsüne bastırdı ve kokusunu içine çekti. Leyla'nın ağzından “Beni affet anne!” sözleri dökülüyordu. Annesini üzdüğü için kendinden utanıyordu ve başını yerden kaldırmıyordu. Annesi Leyla’ya bakarak “Sen ne yaparsan yap yine benim kızımsın. Ben sana kızamam ki. Sana olan sevgim sonsuz derya gibidir.” Bu sözler Leyla’yı daha da utandırdı. Annesinin sevgisi bilmediği kadar derinmiş. Sanki bugün hata üstüne hata yapıyor gibiydi. Annesinin elini tuttu ve yavaş bir şekilde öptü. Elini bırakmadan “Seni bir daha asla üzmeyeceğim. Senin gözünden akan her yaş sırtıma kırbaç iner gibi canımı acıtır. Sana inanmadığım için beni bağışla.” Mihriban aniden kızını susturdu. Bir şey demeden sadece sarıldı. Etraf mis gibi sevgi kokuyordu, anne sevgisi… Leyla annesinin kokusunu içine kadar çekmişti. Bu kadına ayrı bir hayranlığı vardı ama bu yaşına gelmiş “Bir de babamın nerede olduğunu bilsem, onu bulsam şu an o da yanımızda olsaydı fena mı olurdu?” düşüncesi tüm bedenini sardı. Artık yatıp kalkıp bunu düşünüyordu. Her şey arkadaşlarının hep babalarından bahsetmesi, mezuniyet ile ilgili konuları babalarına danışmaları yüzünden başlamıştı. Okul çıkışlarında kızlarını bekleyen babalar gördükçe üzülüyordu. Onun da bir babası vardı. “Neden daha önce bu kadar çok hissetmedim babamı ve onun sevgisini?” diye düşündü. Merhaba arkadaşlar❣❣❣ Umarım kitaplarımı beğenerek okuyorsunuzdur. Bir de bu hikâyemi beğendiyseniz diğer hikayelerime de şans verip profilimdeki "Suerisi" yazan yerin hemen altındaki "Follow"a tıklayıp profilimi takibe alabilir misiniz❣❣❣ Bana ulaşabileceğiniz iletişim adresleri: Instagram: Suerisii Facebook: Suerisi Suerisi Wattpad: Suerisi Tiktok: Suerisi

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Gökten Düşen Aşk

read
2.4K
bc

Patika

read
6.4K
bc

EFRUZ ŞAHSUVAR (TÜRKÇE)

read
6.7K
bc

SAKIN SEVME

read
2.4K
bc

BARUT KOKUSU

read
10.3K
bc

Geceler Kadar Siyah

read
16.8K
bc

Bir Dizi İz (2. Kitap)

read
1.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook