bc

BEN BİR KARAR VERDİM

book_age16+
1.0K
FOLLOW
5.6K
READ
one-night stand
love after marriage
forced
manipulative
decisive
nerd
love at the first sight
brothers
sisters
friends
like
intro-logo
Blurb

İlk görüşte aşka inanır mısın yoksa çıkıp tekrar mı gireyim?

Her şey bu cümleyle başlamadı belki; ama bununla devam etmesi Neslihan için hayatının aşkını bulmasını mı sağlayacaktı yoksa tüm hayalleri toz olup uçarak onu hiç istemediği bir evliliğe mi mahkum edecekti?

Bir iddia bir kadının hayatını nasıl ve ne şekilde değiştirebilirdi?

chap-preview
Free preview
1. BÖLÜM
  "İlk görüşte aşka inanır mısın, yoksa çıkıp tekrar mı gireyim?"   Neslihan okuduğu kitaptan başını kaldırmaya tenezzül etmedi. Konuşan kişinin sesi yakınlarından gelse de kendisine hitap edildiğini düşünmesi saçma olurdu. Erkek bir birey ona gelerek aşklı meşkli konuşacak kadar şuurunu yanına almadan evden çıkmış olamazdı. İstifini bozmadan okumaya devam etti. Yarınki sınava hazır olması gerekiyordu. Evde çalışacak uygun ortamı bulamayacağı su götürmez bir gerçekti.   "Peki, öyle olsun. Çıkıp tekrar giriyorum."   Kulağına fısıltı halinde gelen seste bir anormallik yoktu. Kütüphane ortamında sesli konuşmaması orada bulunan diğerlerini rahatsız etmemek anlamında da doğru bir tutumdu. Anormal olan bu fısıltının kendi kulağının içine içine hitap etmesiydi. Yavaşça çevirdi başını sol tarafına doğru. Şimdi de gözüyle gördüğünde bir anormallik sezdi. Gözlüklerini indirdi biraz. Yoktu. Görüntü değişmedi.   "Bana mı dediniz?" diye fısıldadı o da eğilerek.   Başını olumlu anlamda ağır ağır sallayan kişi, normal şartlarda onu görmemesi gereken, gözünün içine Neslihan kendisini de soksa farkına varmayacak hatta varmak istemeyecek biri olmalıydı. Yakışıklı erkeklerin Neslihan'la işi olmazdı. Onların işi olsa Neslihan'ın onlarla işi olmazdı ve bu adam yakışıklılık terimini Neslihan'ın bildiği anlam sınırlarının çok dışına çıkmaya zorluyordu.   Kaldı ki; ilk görüşte aşk. Bu çocuk, Neslihan'a... Peh!   O da kafasını sağa sola defalarca sallayarak git işine der gibi; ama demeden, kesinlikle ima ederek, gözlüklerini yerine, burun kemiğinin üstüne yerleştirip okuduğu son bölümün başına geri döndü. Yarınki sınav önemliydi. Gereksiz yere üç dakikası geçmişti zaten. O üç dakikada en az iki sayfa bilgi depolayabilirdi kafasında. Eve gitmeden burada geçireceği her saniyeyi verimli kullanmalıydı. O da kaldığı yerden buna devam etti.   Sorduğu soruya baş hareketiyle olsa dahi evet cevabını alan kızın hiçbir şey olmamış gibi önüne dönmesi beklediği tepki değildi elbette Okan için.   Dibinin düşmesi, ağzının suyunun akması, gözlerini fal taşı gibi açarak kendisinin gözlerine dikmesi, evet diye bu sessizliği çarşaf gibi yırtması...   İşte bunlar beklediği tepkilere yakın olabilirdi. Tam karşılamazdı elbette; ama yaklaşabilirdi. Kız onu dikkate değer bulmadan önüne dönünce, aklından geçirdiği diğer hamleler, replikler omuzlarında bir yük haline geldi haliyle. Ne olmuştu şimdi? Ona inanmamış mıydı? Alay ettiğini mi düşünmüştü?   B planı yapmadan hazırlıksız gelmemişti elbette. Gelene kadar zaten akla karayı seçmişti. Neslihan'ın onu kabul etmeyeceğini arkadaşları söylemişti aslında. Yine de bu kabul etmemenin bir adabı olmalıydı.   Kabul etmemek başkaydı, dikkate bile almamak bambaşkaydı. Çıkma teklifi etmeye geldiği kadın onu dikkate bile almamıştı. Okan'ı sırf dış görünüşü nedeniyle bile, dikkate almayacak insan sayısı bir elin bir parmağını bile geçmezdi. O parmak da teşebbüs eden kişinin serçe parmağından yana kaymazdı.   Kendinin farkında olan insanların öz güveni dışında aklıyla da yeterince dikkat çekiciydi Okan. Doktora programına özel teklifle davet edilmesi, bölüm başkanının dekana, dekanın rektöre rica minnet Okan için yazı yazdırması, Okan'ın aklına olan güvenin eseriydi.   Eve gönderilen bu yazıyı ailesinin gurur, takdir, beğeni ve son aşama yalvarma nidalarının ardından zor bela kabul eden Okan da bu sıralar Neslihan'la aynı üniversitede doktorasının birinci yılındaydı.   Tam da şu anda, kulağının dibinde en iç titreten sesinin en iç gıcıklayıcı tonunu kütüphaneye girmeden önce ayarlamış olarak konuştuğu kız, onu çoktan unutmuş gibi, sadece okuduğu kitabın sayfa genişliği kadar kafasını soldan sağa oynatıyordu. Bu onun iç ve dış ne kadar öz güven kalesi varsa tüm görünüşüne ana avrat düz gitmek demekti.    Hayır demiş olsa, beklediği cevabı almış olurdu en azından. O ise Okan orada yokmuş, hiç gelmemiş gibi alakasız davranıyordu. Şaka olmalıydı bu durum. Transa girmiş gibi sadece başını oynatarak hareket belirtisi gösteren kızı dürtükleyesi geldi. Dürtüklemek yerine düşünmeye ardından kızı incelemeye başladı.   En yakın arkadaşı, sırdaşı, kan kardeşi Erkan'la geldikleri okul kütüphanesine o girmemişti. Sanki kütüphane için vizesi yokmuş da kaçak yollardan girmeyi de sicilini tehlikeye atmamak için tasvip etmiyormuş gibi Okan'a şans dileyerek arkasına bakmadan uzaklaşmıştı hızla yanından. Erkan kendi başvurusuyla kabul edilmişti aynı doktora programına. Hüsrana uğradığının haberini akşama haber verirdi nasılsa Okan. Öyle demişti.   "Destek kuvvete ihtiyacın mı var sanki? Sen ki Okan Sırakaya'sın. Kendinin farkındasın neticede, değil mi? Saat yedide bizde buluşunca reddedilmenin kaç dakika sürdüğünü ballandıra ballandıra anlatırsın artık. Kaçtım ben."   Erkan o kadar emindi ki Okan'ın teklifinin geri çevrileceğinden, ders çalışan kız ilgisine daha bir mazhar hale geldi. Erkan'la kütüphanenin kapısında ayrıldıklarında, yanına kadar gelip ayakta bekledi bir süre. Kızın onu fark etmemesini ve taştan bir büst olmadığından emin olmasını sadece başının kısa mesafede şimdi olduğu gibi baş hareketini takip etmesiyle, dalmış olduğu kitaba yormuştu. Yine de en azından ilk cümlesinden sonra tepki vermesini beklemişti.   Gelmeyen tepki ikinci cümlesine yönlendirmişti onu. Kendisine seslenildiğini düşünmediğini de o zaman anladı. Farklı bir cümle daha mantıklı olurdu. Neslihan ise, bana mı dediniz diyerek sorgulamıştı onu. Evet dercesine başını sallaması da kafi gelmeyince incelemek istemesi bundandı.   Gözlükleri gözüne büyük gibiydi. Sağ eli sürekli, burnunun üzerinde durmamakta ısrar eden gözlüğünü kaymaması için ikna etmeye çalışır gibi gözlüğin demir çerçevesindeydi. Sağ eliyle gözlüğünü düzeltirken sol eliyle okuduklarını, ne yazdığına bile bakmadan not ediyordu solundaki deftere. Solaktı demekti, kendisi gibi. Tesadüf işte.   Gözleri bu kez de dudaklarına kaydı. Hiç kıpırtısızdılar, her ne okuyorsa yalnız hipermetrop olan gözlerini kullanıyordu bu eylem için. O an notlarına bakmayı akıl etti. Başını hafifçe sola yatırarak o da gözleriyle okumaya başladı.   'Protein sentezinde görev alan başlıca moleküller ve organeller şunlardır: DNA, mRNA, tRNA, amino asitler, enzimler, ATP ve ribozomlar. mRNA, hücrenin çekirdeğinde sentezlenerek sitoplazmaya geçer...'   Doğru ya; eczacılık fakültesi birinci sınıftaydı Neslihan. Tıbbi biyoloji sınavı olmalıydı yarın. Harıl harıl ders çalışıyordu çalışkan öğrenciliğin getirisi olarak. Zeki olmanın getirisi olamayan bu özellik kendisinde de olsun isterdi aslında. Çalışmayı sevmediği için hayıflandı bir an. Sadece bir an. O bir andan sonra çalışmak zorunda kalmadığı için şükretti.   Kendisini aynı Neslihan gibi bu şekilde bir kütüphanede oturmuş, sessizlik içinde hareket eden tek organının gözleri olduğu bir pozisyonda düşünemedi.   "İşin ne zaman biter Neslihan? Bana ne zaman evet dersin?"   Neslihan kulağının çok yakınındaki fısıldama ile yerinden sıçradı. Yanına kadar gelmeye zahmet edip, ileri boyuta geçerek onunla konuşan ve aşık olduğunu iddia edip alaya alan kişiyi tamamen unutmuştu. Onu yanılsama sayarak, derste zaten öğrenmiş olduğu konuyu ezberleme aşamasına geçmişti. Evde tekrar edemeyeceği ve yarın da bunun için vakti olamayacağından emindi. Biyoloji sınavı sabah saatlerindeydi.   O yüzden teklifin ciddiyetsizliğiyle gereğinden fazla haşır neşir olmadan önüne dönmüştü halbuki. Bu teklifin geçerliliğinin olmaması pek çok bileşene bağlıydı. İlki söyleyen kişinin az önce düşündüğü gibi 'bir tipinin' olmasıydı, kendisinde olmadığından emin olduğu tek şeydi bu.   Dik duruşu, kendinden emin olduğunu, öyle olmasa bile, tek bir şüpheye yer bırakmadan bas bas bağırıyordu. Onu ayakta kendisine gelirken görmemişti; ancak yanında sandalyede oturmuş ve şu an gözlerinin içine bakan kişinin boyunun, kendisinden on on beş santimetre daha uzun olduğunu duruşuyla belli ediyordu.   Boy bos vardı.   Şaşkınlıkla başını kaldırdığında sorduğu sorunun ona gülümseyen dudaklarından çıkmış olması imkansızlığını bir kez daha vuruyordu yüzüne. Gözlerini kapatıp açtığında yok olacak bir görüntüye baktığından emindi. Çok fazla başı önde, kaldırmadan ders çalışmıştı. Hayal dünyasına geçiş yapmış olması kaçınılmazdı belki de.   Gülümseyen dudaklar birbirinden ayrıldığında bembeyaz ve düzgün dişleri kendi dudaklarını birbirine daha sıkı kapamasına neden oldu. Gözleri de ışıl ışıldı cildi gibi. Ergenliği ve dolayısıyla o dönemde gelen sivilceleri es geçmiş gibiydi. Gerek görmemişti onlardan geriye kalan izlere de.   Yakışıklıydı.   Hafif kirli sakalı bile, var olan tipinin magazin dergilerinde yüz mankeni olarak (böyle bir meslek vardı, değil mi) denk geldiği birçok kişiden daha biçimli hatlara sahip olduğunu gizleyemiyordu.   Neslihan, onun boyunu bosunu bir kenara kaldırmayı denese, zaten yüzünün güzelliği bile çok yanlış adreste olduğunu, bir an önce arkasına bile bakmadan kendi yanından yöresinden uzaklaşması gerektiğinin en göz alıcı kanıtıydı. Buradaki göz alıcı sıfatının kinaye olduğunu belirtmek istedi kendi kendine. Ona karşı kullanılan, güzelliği, zarafeti, alımlılığı çağrıştıran her türlü söylem birinin kötü bir şakası olabilirdi sadece.   Gerçi Pelin'e sorsa Neslihan güzeldi; sadece kendine bakmıyordu. Birinin aslında güzel olmadığını söylemenin en kestirme, en can acıtmadığı düşünülen ilk akla gelen geçiştirme ve ikna çabasıydı ona kalırsa.    'Sen güzelsin aslında; ama biraz kendine bakman lazım.'   Neslihan kendisine bakmıyordu, evet. Aynada bile bakmamak buna dahildi. Kendinde gözüne hoş gelen güzel bir yerini bulamıyordu. Bir süre sonra aramaktan da vazgeçti.   Pelin iyi biriydi, Neslihan'ın en yakın arkadaşıydı ve ona böyle söylemesinde hatalı olan bir taraf yoktu. Arkadaşlar acı da söylerdi, moral de verirlerdi yerine göre. Mahalleden arkadaşı olan Pelin, Neslihan gibi şanslı değildi okul konsunda. Evde kızların, değil kitap gazete okumak dahi erkeklerden üstün olmaya ant içmiş, onlara eğmeleri gereken boyunlarını dik tutma çabasına girmiş, evin reisi düzenine anarşist yollardan baş kaldırma yoluna gitmiş haksız eylem gibi görülürdü onların mahallesinde.   Kendisinin şansı ailesiydi. Çok sevdiği anne ve babası. Eğer onlar olmasaydı o da evde görücü bekleyen, liseyi bitirmesi için gün sayılan ve bu günlerin bitmemesi için dua eden Pelin'den farkı olmazdı. Bu yüzden bile bir erkekle gönül ilişkisine ayıracak vakti yoktu onun.   Pelin'in dediği gibi kendisinin kabul etmediği güzelliği, bir çok otorite tarafından da reddedilmişti. Kadın kısmı güzel olmazdı, olmamalıydı. Kocasına güzel görünse yeterdi. Birlikte yaşadıkları babaannesi ve dedesinden her gün duyduğu bu sözler koluna takacağı altın bilezikten önce kulağına küpe olmuştu.   Bu bilinçle geçirilen uzun yıllardan sonra kimse güzel olmaya cesaret edemezdi. Güzel olmak demek, erkeklerin sana bakması demekti. Erkeklerin bakması ise senin yaptığın bir kuyruk sallama sonucu olduğu için güzel olmak demek şırfıntı olmak demekti. Mahallede ailesinin ve kendi namusuna zeval gelmemesi için de çirkinliği kabul etmişti doğuştan gelen yasayla.   Halbuki boyu kısa değildi. Fazla kilosu yoktu. Fiziği ben biçimliyim diyen pek çok kadına göre, bunu söyleyenleri bile haksız çıkaracak nitelikteydi. Neslihan bunların güzel addedilmek için yeterli olmadığını da biliyordu pek çok kişinin aksine. Yine de çirkin olan bir kadından daha fenası kendini böyle görmesi tembihlenmiş kadındı galiba. İşler, benliğini çirkin hisseden bir kadının önyargılarının başladığı noktada içinden çıkılmaz hale geliyordu.   Hala gözlerine bakan adam ise güzeldi. Güzel olan güzellerdendi. Kimse fesatlık için bile olsa, 'hayır bu adam yakışıklı değil' diyemezdi. Fesatlık yapabilirlerdi çünkü. Sadece çok iyi bir yalancı olmaları gerekirdi bunu diyebilmek için.   Michelangelo, yüzyıllar önce girdiği mezardan sırf bu adam için zahmet edip tekrar çıkmış olmalıydı. En kaliteli mermere ev sahipliği yapan coğrafya bölgesine, özellikle gidip o bölgeden malzemeyi getirtmiş ve o malzemeden olan bir kalıptan da karşısındakini yontmuştu sanki. Küsur aramaya yeltenmedi bile. Geçirilecek boş zamanı yoktu.   Tüm bunlar aklından yarım dakikadan az sürede zihninden geçerken ünlü heykeltıraşın içine nasıl can koyduğuna kadar ileri gidemedi. Gitmek istemedi. Bu adamın muhatabı olacak kadar muktedir değildi.   Saatine bakıp akşamın altısında eşyalarını toplamaya başladı. Okuduğu kitabın kaldığı yerine ayraç koyarak işaretledi ve kitabı kapatıp sandalyesine astığı çantasını kucağına çekti. Kaldığı sayfanın kenarını kıvıranlardan değildi. Kitaplar değerliydi onun için. Bin bir zorlukla okumaya gelip giden biri için daha değerliydi.   O sırada not defterine yazdığı hızlı notların arasındaki karalamalar dikkatini çekti. 'N' harflerine takıldı gözleri. Ona ilk görüşte aşık olduğu eşek şakasını yapan kişi adını öğrenme zahmetine de katlanmıştı demek ki. Neslihan tanımıyordu onu. Sorsa kim diye, kim onunla böyle acımasızca dalga geçti diye, söyler miydi ki?   İlgisi geldiği hızla kayboldu. Kitabı çantasına sokuşturdu. Kimse kimdi? Belli ki, ortaokul veya liseden beri devir daim eden makus tarih onun için de tekerrürden ibaretti. 'Geçmiş gelecektir.' mottosunun her üç dört yılda bir, yeni ortamlara girdikçe onun için söylenen kalitede bir söyleyiş olabileceğini düşünmemişti; ama görünürde olan oydu. Geçmiş onun için hep geliyordu.   Kah gözlüklerine, kah diş tellerine, kah saç uzunluğuna, rengine, kah giydiği kıyafetlerine, kah çıkan sivilcelerine değen kötücül sözler için akıtacak göz yaşları yoktu lisenin ikinci sınıfından beri. Onun yaşadığı her yeni yaşında ağlayacağı, üzüleceği, kahrolacağı, savaşacağı, hayat mücadelesi vermesini gerektiren durumlar haddinden fazlaydı yeterince.   Geçilen dalgalar, edilen alaylar küçük bir çocuk olduğu zamanlardaki gibi canını yakıp geçmemezlik etmiyordu. Canını yakmadan geçip gitmesi için eğitmişti benliğini.   Bir yemeğin dibi tuttuğunda yenmesinin mümkün olmadığı gibi, nasıl ki o yemek çöpe gitmeye mahkumsa bu hayatta dibi tutmuş çok fazla insanla muhatap olmak zorunda kalmıştı. Onları çöpe atmak gibi bir durumun söz konusu olamayacağı yerlerde, onları yok saymayı seçmek yapılacak en doğru davranış biçimi olmuştu yıllarca. Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Yok sayacaktı. Bekler bekler giderdi.   Ayağa kalktığında sessizce astı çantasını koluna ve yürümeye başladı aynı sessizlikte. Okan için bu durum iyice garip bir hal almaya başlamıştı. Başını kaldırıp gözlerinin ta içlerine bakan kız için 'her şeyin bir sonu vardır diye' düşünmüştü. Bunu düşünürken koyu kahverengi gözlerinin içindeki inanmaz ve sorgulayıcı bakışlarla eğlenmişti. Koyu kahverenginin böyle yumuşak ve sıcak bir tonu olduğunu bilmiyordu.    Olamaz diyordu o gözler. Yok yok... Nasıl olur? diyordu.   Sorgulamasını anlardı. Albenisi yoktu çok fazla. Kendi farkında değildi. Farkında olmadığı diğer konu ise verecek çok şeyinin olmasıydı.   Son bir iki haftadır uzaktan gözlemliyordu onu arkadaşları onun bahsini ettiğinden beri. Okulda bulunduğu müddetçe derste, derste olmadığı müddetçe de kütüphanede vakit geçiriyordu.    Yaptığı hesaplar şimdi bakması; baktıktan sonra konuşmaya ikna olmasına yönelikti. Kız beklediğini yapmayıp üstüne bir de pılını pırtısını çantasına koyarak kütüphaneden çıkıyordu. Çıkması iyiye işaretti. Yeteri kadar sesini duyuramamıştı. Sesindeki o ton kısık olduğu zaman etkisi de kısık oluyordu.   Kapıdan çıktıklarında yetişti Okan ona. Kolundan tutup durdurdu ve önüne geçti.    "Seninle konuşuyorum."   "Bana öyle gelmedi."    "Adın Neslihan değil mi?"   Evet adı buydu. Kör müydü acaba? Gözleri onun gözlerini takip ederken kör olmadığına ikna oldu. O zaman ihtimaller denizinde yüzebilirdi. Acaba geçebilirdi aklının uzak bir yerlerinden. Gözü gören bir güzel erkekle hiç şansı yoktu. Bu şansı istemiyordu da zaten.   "Adımı bilmen sana inanacağım anlamına gelmiyor. Kendine başka eğlence bul."   "Ne demek bu? Aşk eğlence mi sana göre? Sevdim bunu. Aşk sıkıcı derlerdi bir de. Seninle değil demek ki?"   "Sen beni ne zaman gördün?"   "On gün önce. Kütüphaneden çıkarken."   "Yalan söyledin yani? Yalancılarla işim olmaz."   "Yalan değil. On gün önce gördüm seni."   "İlk görüşte aşk derken yalan söyledin. Beni on gündür defalarca gördüğün halde bu akşam geldin yanıma. Bana aşık falan değilsin."   "Cesaret edemedim."   "Sen mi? Hiç aynaya bakmıyorum da diyecek misin?"       "Anlamıyorum seni. Erkek arkadaşın falan mı var?"    Yok demişti arkadaşları. Diğerleri neyse de Erkan da yok demişti. Ona yalan söylemezdi. Bilmiyorsa eğer bunu olgunlukla alır, kabul eder ve işler hiçbir şey söylemezdi. O yüzden teklif etmeye karar vermişti.    "Benim hiçbir türlü arkadaşım yok."   "İyi ya. Ben erkek arkadaşın olurum. Benimle çıkar mısın?"    Tam onu geçip ilerleyecekken bu soru karşısında afalladı. Çıkmak mı? Bir sanat eseriyle hem de? Mahallede bir de bunun için adı çıkardı. Kesin 'Neslihan tarihi eser kaçakçılığına başlamış.' diyerek iftira atarlardı. Orospu denmesinden daha iyi olabilirdi gerçi. Belki de eve giderken ilk defa güldü aklından geçenlere.   Okan kıvama geldiğini düşündüğü kıza baktı. Güzel gülüyordu. Aralık dudaklarından diş telleri belli oluyordu. İşte buna yeni dikkat ediyordu. Daha küçük yaşlarda yapılmıyor muydu bu tür tamiratlar? Önemi yoktu. Daha düzgün dişlere o da hayır demezdi.    "Kabul ediyor musun?"   Gülmesi şaşkınlığa dönerken teklife güldüğünü sanan kişi yanlış anlamıştı. Böyle bir teklife...   Aslında doğru. Gülmesi gerekirdi. Bunca yıl neden onunla alay eden kişileri yok saymıştı ki? Belki de onlara gülmek daha eğlenceli olurdu. Onları kendi silahlarıyla vurmak alaylardan zevk almasını bile sağlayabilirdi.    "Sen benim çıkabileceğim şekilde biri değilsin?"   Şeklin çok düzgün senin. Adam kusursuz çalışmış üstünde yontarken. Malzeme de güzelmiş tabii.    "Anlamadım."       "Kabul etmiyorum. İyi akşamlar."    Kendisine ilk görüşte aşık olduğunu iddia eden yakışıklının güzel yüzünü soldurarak büyük ihtimalle insanlık suçu işliyordu; ama o, on dakika bilemedin en geç bir saat içinde yine gülerdi. Onda kalacak kalp ağrısının geçme süresi ise bundan kat kat fazlaydı.   Teklifinin geri çevrilmesiyle kızın arkasından bakakalan Okan yumruk yaptığı ellerini bir an gevşetip elini cebine attı. Cep telefonunu çıkarıp Erkan'ı aradı.    "Yolda mısın? Gelirken Nilay'ın geçen akşam bahsettiği pastaneden yol üstündeydi hani, tatlı alsana kardeşim. Canı çekmiş kızcağızın."      "Başlatma lan tatlına. Ne ayak bu Neslihan?"       "Ne o, reddedilmenin yan etkileri görülmeye mi başladı? Mavi ekran mı verdin? Sakin ol, eve gel hemen. Bir süre sonra geçecek. Bu süreci hep birlikte olursak kolayca atlatabilirsin bizim de desteğimizle. Ademoğullarına senin yaşlarına gelene kadar bir iki defa olur. Sana ilk kez olduğu için panik atağa benzer semptomlar gösterebilir."      "Erkan kes saçmalamayı. Kabul etmedi."   "Yazık be kan kardeşime. Hiç mi insafı yokmuş? Kız sana dış görünüşe önem vermem mr çektirip gel mi dedi?"   "Neden bu kadar emindin hayır diyeceğinden?"   "Oğlum biliyorsun, söyledim. Ölümü öp kan kardeşine doğruyu söyle. Kaç dakika sürdü?"   "Ne dakikası? On saniyede kestirip attı. Geliyorum. Tatlı yerken tatlı tatlı konuşuruz."   "Gel gel. Atarlı genç. İddia ettiğin sürenin bitmesine altı ay eksi bir gün kaldı."

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.3K
bc

HÜKÜM

read
137.4K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.8K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Leyl Tutkusu

read
308.4K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook