bc

İHANETİN KANATLARI

book_age18+
26
FOLLOW
1K
READ
BE
goodgirl
heir/heiress
drama
no-couple
scary
bold
hackers
campus
small town
musclebear
seductive
like
intro-logo
Blurb

1.BÖLÜM Antioc, uzun düzlüklerin, sıra sıra dizili yemyeşil ağaçların ve masmavi, dingin suları olan minik göletinin eşsiz uyum içinde bütünleştiği bir köydür. Şehirden bir hayli uzak olan bu köyde insanlar işlerini imece usulü halleder, birbirlerini çok iyi tanır ve sahip çıkarlardı. Hoşgörü, yardımseverlik, dayanışmadan başka bir şey bilmezlerdi. Belki de iyilik tohumlarının her an her yerde ekilmiş olmasından dolayı bu köye kötülük pek uğramazdı. Huzursuzluk denen şey çok uzaktı. Havası bile bu güzel insanların yüreklerindeki iyiliği destekler nitelikteydi Yazları insanın içini ısıtan sıcaklıkta, kışları kalplerdeki buzları eritecek ılıklıkta geçerdi. Havası insanın ömrüne ömür katar, ruhuna ferahlık verirdi.Hava her zamanki güzelliğindeydi. Günün aydığını haber vermek isteyen kuş cıvıltıları güzelliğe güzellik katıyordu. Pencereden içeri esen ılık hava perdelerin ahenkle dans etmesini sağlayıp görsel bir şölen yaratıyordu. Güneşin cama yansıyan ışıltısı adeta bu görsel şöleni büyüleyici hale getirmek için çabalıyordu. Her şey yerli yerinde ve günlük gülistanlıktı ama bunun farkında olmayan bir tek kişi vardı. Sara, yüreğindeki acının ağırlığı ile açtı gözlerini. Güneş tepede bütün sıcaklığıyla selamlıyordu onu ama derler ya insan kalp gözüyle bakar dünyaya. Sara ‘nın durumu da bundan ibaretti yüreğindeki acı, sırtındaki yük bütün güzelliklerin önünde bir perde gibi duruyor, güzellikler artık buğulu, karamsar bir hal alıyordu. Sara’nın altın sarısı saçları, bal badem gözleri vardı. Öyle duru bir güzelliğe sahipti ki görenler ona hayran kalır, bir kez bakan bir daha dönüp bakardı. Uzun boyu, ince beli ile zarafetine zarafet katan bir güzellikle gelmişti dünyaya. Bu güzelliği annesinin ona armağanıydı. Annesi de köyün en güzel kadınlarından biriydi. Her zaman tartışmalara konu olmuş, peşinden çok koşulmuş biriydi. Sara’nın babası ve annesi birbirlerini sevip dillere destan bir aşk ile evlenmişlerdi. Altı tane de birbirinden güzel ve yakışıklı çocukları dünyaya gelmişti.Sara ise altı çocuklu bu ailenin en büyük kızıydı. İki erkek, onun dışında da üç kız kardeşi vardı. Hepsinin arasında birer yaş farkı olmakla birlikte en büyüğü on yaşındaydı. Sara ise henüz yeni reşit olmuştu. Bundan on sekiz yıl önce sıcak ve çiçek kokularının hüküm sürdüğü bir yaz günü dünyaya gelmişti. Bu yaz ise on sekizine yeni basmıştı. Her zaman on sekizine basmanın hayalini kurardı. On sekizine vardığında dünyanın bambaşka olacağını umut ediyordu. Bütün hayallerini gerçekleştirebilmek için sanki on sekizine basması gerekiyormuş gibi düşünürdü. Gerçekten de öyle olmuştu dünyası bir anda bambaşka bir boyuta taşınmıştı. Bütün yük daha da omuzlarına yüklenmişti ama Sara’nın beklentisi bu değildi. On sekizine basınca özgür olmayı bekliyordu. Her istediğini elde edebilmeyi, yaşıtları gibi güle oynaya bir hayat sürmeyi, hayallerini bir bir gerçekleştirmeyi…Ne yazık ki umduğunu bulamadı ve bu belki de bir ömür boyu hayatın imzası gibi onunla süregelecekti. Hayatın bütün yüklerini omzunda taşımanın verdiği öfke yüzüne yansıyordu. Sert mizacı duru güzelliğinin ve pamuk kalbinin önüne geçiyordu ama bir nevi de dış güçlere karşı savunma mekanizması mahiyeti taşıyordu. Sara insanlara karşı ketum, soğuktu. Belki de hayatın acımasız oyunları onu bu hale getirmişti, bilinmezdi ama görünen buydu. Sara, insanlara karşı ne kadar ketumsa hayvan dostlarına karşı bir o kadar hassas, pamuk kalpli ve sevecen yaklaşırdı. Çünkü hep şöyle düşünürdü ‘’ insanoğlu çiğ süt emmiştir. Aklı olsa da bu akıl kimi zaman kötülüğe çalışır, ayak kaydırmak, kalp kırmak için uğraşırdı ama hayvan dostları öyle değildi. Belki insanlardan farklı olarak akılları yoktu ama koca bir merhamet, koca bir vicdan duygusu ile dünyaya gelmişlerdi sanki ‘’bu yüzden hiç korkmazdı hayvan dostlarından hep kucak açardı onlara, en üzgün anında da hep onların şefkatini hissederdi yüreğinin derinliklerinde’’. Sara’nın babası köyde çobanlık, annesi ise ev temizliği yaparak geçimlerini sağlıyordu. Sara, canı sıkıldığında, üzüldüğünde her zaman babasının buzağılarının yanına koşar onlarla adeta bir insanla dertleşircesine dertleşirdi. Onlar cevap veremiyordu ama dinlediklerini bilmek bile rahatlatıyordu Sara’yı. En sevdiği buzağısı vardı, diğer buzağılardan geri kalmış, daha minikti. Adını da ‘’Huzur’’ koymuştu. Her yanına gidip seslendiğinde o huzuru iliklerine kadar hissetmek için. Ailesi çalışırken Sara ise bir yandan kardeşlerine bakıp bir yandan okuyup öğretmen olmak için çabalardı ve tabii ki de kara sevdası, rüyalarını süsleyen ama bir türlü kavuşamadığı aşkı Queen’in hayali ile günlerini geçirirdi. Sara’nın gönlünü kaptırdığı, aşkından her şeyini feda edeceği Queen, uçarı kaçarı bir çocuktur. Uzun boyu, kara kaşlarıyla adeta film karelerindeki yakışıklı erkeleri andırıyordu. Sürekli bir başkaldırı halinde, hayata, hayatın kirli yüzüne isyan eden biriydi. Bunun yanı sıra fiziki görüntüsüyle köyün en beğenileni, kızların dönüp bir daha baktığı, enerjisi yüksek biridir

chap-preview
Free preview
1.BÖLÜM
1.BÖLÜM Antioc, uzun düzlüklerin, sıra sıra dizili yemyeşil ağaçların ve masmavi, dingin suları olan minik göletinin eşsiz uyum içinde bütünleştiği bir köydür. Şehirden bir hayli uzak olan bu köyde insanlar işlerini imece usulü halleder, birbirlerini çok iyi tanır ve sahip çıkarlardı. Hoşgörü, yardımseverlik, dayanışmadan başka bir şey bilmezlerdi. Belki de iyilik tohumlarının her an her yerde ekilmiş olmasından dolayı bu köye kötülük pek uğramazdı. Huzursuzluk denen şey çok uzaktı. Havası bile bu güzel insanların yüreklerindeki iyiliği destekler nitelikteydi Yazları insanın içini ısıtan sıcaklıkta, kışları kalplerdeki buzları eritecek ılıklıkta geçerdi. Havası insanın ömrüne ömür katar, ruhuna ferahlık verirdi. Hava her zamanki güzelliğindeydi. Günün aydığını haber vermek isteyen kuş cıvıltıları güzelliğe güzellik katıyordu. Pencereden içeri esen ılık hava perdelerin ahenkle dans etmesini sağlayıp görsel bir şölen yaratıyordu. Güneşin cama yansıyan ışıltısı adeta bu görsel şöleni büyüleyici hale getirmek için çabalıyordu. Her şey yerli yerinde ve günlük gülistanlıktı ama bunun farkında olmayan bir tek kişi vardı. Sara, yüreğindeki acının ağırlığı ile açtı gözlerini. Güneş tepede bütün sıcaklığıyla selamlıyordu onu ama derler ya insan kalp gözüyle bakar dünyaya. Sara ‘nın durumu da bundan ibaretti yüreğindeki acı, sırtındaki yük bütün güzelliklerin önünde bir perde gibi duruyor, güzellikler artık buğulu, karamsar bir hal alıyordu. Sara’nın altın sarısı saçları, bal badem gözleri vardı. Öyle duru bir güzelliğe sahipti ki görenler ona hayran kalır, bir kez bakan bir daha dönüp bakardı. Uzun boyu, ince beli ile zarafetine zarafet katan bir güzellikle gelmişti dünyaya. Bu güzelliği annesinin ona armağanıydı. Annesi de köyün en güzel kadınlarından biriydi. Her zaman tartışmalara konu olmuş, peşinden çok koşulmuş biriydi. Sara’nın babası ve annesi birbirlerini sevip dillere destan bir aşk ile evlenmişlerdi. Altı tane de birbirinden güzel ve yakışıklı çocukları dünyaya gelmişti. Sara ise altı çocuklu bu ailenin en büyük kızıydı. İki erkek, onun dışında da üç kız kardeşi vardı. Hepsinin arasında birer yaş farkı olmakla birlikte en büyüğü on yaşındaydı. Sara ise henüz yeni reşit olmuştu. Bundan on sekiz yıl önce sıcak ve çiçek kokularının hüküm sürdüğü bir yaz günü dünyaya gelmişti. Bu yaz ise on sekizine yeni basmıştı. Her zaman on sekizine basmanın hayalini kurardı. On sekizine vardığında dünyanın bambaşka olacağını umut ediyordu. Bütün hayallerini gerçekleştirebilmek için sanki on sekizine basması gerekiyormuş gibi düşünürdü. Gerçekten de öyle olmuştu dünyası bir anda bambaşka bir boyuta taşınmıştı. Bütün yük daha da omuzlarına yüklenmişti ama Sara’nın beklentisi bu değildi. On sekizine basınca özgür olmayı bekliyordu. Her istediğini elde edebilmeyi, yaşıtları gibi güle oynaya bir hayat sürmeyi, hayallerini bir bir gerçekleştirmeyi…Ne yazık ki umduğunu bulamadı ve bu belki de bir ömür boyu hayatın imzası gibi onunla süregelecekti. Hayatın bütün yüklerini omzunda taşımanın verdiği öfke yüzüne yansıyordu. Sert mizacı duru güzelliğinin ve pamuk kalbinin önüne geçiyordu ama bir nevi de dış güçlere karşı savunma mekanizması mahiyeti taşıyordu. Sara insanlara karşı ketum, soğuktu. Belki de hayatın acımasız oyunları onu bu hale getirmişti, bilinmezdi ama görünen buydu. Sara, insanlara karşı ne kadar ketumsa hayvan dostlarına karşı bir o kadar hassas, pamuk kalpli ve sevecen yaklaşırdı. Çünkü hep şöyle düşünürdü ‘’ insanoğlu çiğ süt emmiştir. Aklı olsa da bu akıl kimi zaman kötülüğe çalışır, ayak kaydırmak, kalp kırmak için uğraşırdı ama hayvan dostları öyle değildi. Belki insanlardan farklı olarak akılları yoktu ama koca bir merhamet, koca bir vicdan duygusu ile dünyaya gelmişlerdi sanki ‘’bu yüzden hiç korkmazdı hayvan dostlarından hep kucak açardı onlara, en üzgün anında da hep onların şefkatini hissederdi yüreğinin derinliklerinde’’. Sara’nın babası köyde çobanlık, annesi ise ev temizliği yaparak geçimlerini sağlıyordu. Sara, canı sıkıldığında, üzüldüğünde her zaman babasının buzağılarının yanına koşar onlarla adeta bir insanla dertleşircesine dertleşirdi. Onlar cevap veremiyordu ama dinlediklerini bilmek bile rahatlatıyordu Sara’yı. En sevdiği buzağısı vardı, diğer buzağılardan geri kalmış, daha minikti. Adını da ‘’Huzur’’ koymuştu. Her yanına gidip seslendiğinde o huzuru iliklerine kadar hissetmek için. Ailesi çalışırken Sara ise bir yandan kardeşlerine bakıp bir yandan okuyup öğretmen olmak için çabalardı ve tabii ki de kara sevdası, rüyalarını süsleyen ama bir türlü kavuşamadığı aşkı Queen’in hayali ile günlerini geçirirdi. Sara’nın gönlünü kaptırdığı, aşkından her şeyini feda edeceği Queen, uçarı kaçarı bir çocuktur. Uzun boyu, kara kaşlarıyla adeta film karelerindeki yakışıklı erkeleri andırıyordu. Sürekli bir başkaldırı halinde, hayata, hayatın kirli yüzüne isyan eden biriydi. Bunun yanı sıra fiziki görüntüsüyle köyün en beğenileni, kızların dönüp bir daha baktığı, enerjisi yüksek biridir. Sara da bu dönüp bir daha bakan kadınlardan biriydi. Ama Sara’nın durumu diğerlerinden farklıydı çünkü Sara kendini iyice kaptırmış, baktığında bakakalmış; bu aşk uğruna her şeyini feda edebilecek duruma gelmiştir. Boyunu boyuna yakıştırıyor, kendini onun yanında hayal edince ne kadar uyumlu ve güzel bir çift olabileceklerinin hayalini kuruyordu. Queen de Sara’yı diğer kızlardan ayrı görüyordu onun sert mizacının ardındaki pamuk kalbini, ardında yatan küçük kız çocuğunu fark etmiş ve bu gizem dolu kız ilgisini çekmişti. Ama ne yazık ki ilişki adamı değildi o. Sara’yı üzebilir, kalbini kırabilirdi. Sara bütün bunların bilincinde olmasına rağmen yine de vazgeçemiyordu sevmekten. Söz geçiremiyordu kalbine. Her geçen gün kendini daha çok kaptırıyor onu görmenin hayaliyle uyuyup uyanıyordu. Ama Queen birden ortadan kaybolmuş Sara ona ulaşmak, onun izini bulabilmek için her yolu denemiş ve en sonunda şehir dışına çıktığını öğrenmişti. Hem üzülmüş hem de neden gittiğini merak eder olmuştu. Ama ne bir bilgi almıştı ne de bir haber. Yine de olsun diyordu, onu beklemek bile ayrı güzel geliyordu ona. Sevince insan bütün kusurlara karşı körleşiyordu, her şey çok tatlı geliyordu. Sara’da da durum böyleydi. Yaşadıkları köy küçük şirin, az nüfuslu bir yerdi. Bu köylüler için güzel bir durumdu çünkü hiçbir kötülük gelmeyeceğini biliyor ve her şeyi güven ve sevgi bağı üstüne inşa ediyorlardı. Ama ne yazık ki genç ve güzel kız Sara için durum pek de iç açıcı değildi. Köy küçük olduğu için herkes birbirini tanır, ilişkiler güçlü bir şekilde ilerlerdi. Bu tatlı samimiyet ise beraberinde fazla tevazu ve ne yazık ki üzüntüyü getiriyordu tabi ki daha çok Sara için geçerliydi bu durum. Çünkü Sara’yı bilen bütün köyün ileri gelenleri de bu genç ve güzel kıza talip bulur, yuvasını kurup mutlu mesut olması için her gün kapılarını çalarlardı. Oysa Sara’nın bu taraklarda bezi yoktu çünkü onun kalbi sadece Queen için atıyordu. Öte yandan ailesi ise altı çocuğa bakmanın verdiği ağır yükü hafifletmek için kızlarının hayırlı bir kısmet bulup evlenmesi taraftarıydı. Sebep sadece bununla sınırlı kalmıyordu yanlarına gelen tanıdıkları incitmemek için de kabul ettikleri misafirler oluyordu. Hal böyle olunca talipler geldikçe geliyor Sara ve ailesi bu konu yüzünden sürekli papaz oluyordu. Ama nafile. Sara ailesine söz geçiremiyor, ailesi de onun fikirlerini çok da önemsemiyordu. Sara da bu çabalarının sonuçsuz kalacağını biliyordu çünkü kimse ona ne istediğini sormuyordu ve ailesinin durumu da ortadaydı. Öte yandan sevmediği bir adamla birlikte olma fikri içini karartıyor ne yapıp edip buradan kaçıp kurtulmanın yollarını arıyordu. Eli kolu bağlıydı. Bir an içini kaplayan Queen’e ulaşma isteği onu esir alıyor, adeta yanlış yollara sürükleme gayretine düşüyordu. Bu isteğinin yersiz olduğunu, daha doğrusu pek de mümkün olmadığını düşünüp kendini vazgeçirmeyi başardı. Başka bir çıkar yolu olmalıydı. Okumak geldi aklına. Okuyup kurtulabilirdi belki. Ailesini de kurtarır hem Queen ile evlenmek için belki fırsat olurdu diye geçirdi içinden. Queen ismini zikredince bile içi kıpır kıpır oluyordu. Onunla ilgili hayallerin gerçekleşme ihtimali düşük olsa bile hayal etmekten vazgeçmiyordu. Gel zaman git zaman Sara her geçen gün kendine bir şeyler katıyor, kardeşlerine bakarken aynı zamanda Queen ile ilgili hayallere dalıp kendini mutlu etmeyi de bırakmıyordu. Annesi ve babası geçim derdinde olduğu için yorucu olsa bile işlerine dört elle sarılıyordu. Sara onların bu haline çok üzülüyordu. Ancak bu üzüntü ona güç veriyordu, içine kapanıp dertlenmek, sitem etmek yerine harekete geçmek için aklından bir sürü şey geçiriyordu. Sara günlerini düşünceli şekilde geçirirken birdenbire annesinin şiddetli öksürük krizleri, kanlı peçetelerini görüp amansız bir hastalığa yakalanma ihtimalinin varlığını öğrenir. Dünyası resmen başına yıkılır. Annesine olan bağlılığı, Allah göstermesin ama annesine bir şey olursa geride kalacak olan beş kardeşi, annesine hala ilk günkü gibi âşık olan babası aklına geldikçe nefes alamaz oluyordu. Artık kendi geleceği için düşüncelerini rafa kaldırma vaktiydi çünkü köyde ne doğru dürüst bir hastane ne de doğru dürüst bir doktor vardı. Şu an düşünmesi gereken daha önemli bir şey vardı: Annesi… Sara köyün hayırsever insanlarından rica edip annesini şehir merkezinde hastaneye götürmelerini istedi. Tabii köy halkı buna kayıtsız kalmadı neticede bugün ona yarın kendilerine ihtiyaç olabilirdi. Bunu da geçtiler, insani ve vicdani olarak iyi olan herkes başkası için harekete geçmeliydi düşüncesi onları kötülüklerden uzak iyiliğe yakın bir kişiliğe bürüyordu. Sara ve annesi hazırlanıp hastanenin yolunu tuttular. Dağ, bayır gide gide yaklaşık iki saat sonra hastaneye varabildiler. Sara yol boyunca ister istemez şunu düşündü: ‘’Annesinin hastalığı ilerlerse veyahutta kötü bir durum olursa her zaman bu upuzun yolu nasıl gideceklerdi? Her zaman kimden rica minnet edecekti…Bu duruma canı çok sıkılmıştı’’ annesinin onu dürtüklemesi ile düşüncelerinden sıyrılan Sara hastaneye vardıklarını fark etti. Annesi ile doktorun onlara seslenmesi için hasta bekleme odasında beklemeye koyuldular. Sara da annesi de yüzlerindeki ifadeyle duygularını ele veriyorlardı. İkisi de bu bekleyişin kısa sürmesini ve sonunda iyi bir haberle oradan ayrılmayı umut ediyorlardı. İkisi de düşüncelere dalmış korkuyla beklerken içerden gelen ses ile irkildiler. Muayene sırası onlara gelmişti. Ayakları gerisin geriye gidiyordu. Nihayetinde istemeye istemeye de olsa içeri girdiler. Dışarıdaki bekleyiş ne kadar uzun sürdüyse içeride de bir o kadar uzun işlem yapıldı. Korktukları başlarına gelmişti. Annesine kanser teşhisi konulmuştu. Beklemek değil de bekleyişlerinin istedikleri gibi sonuçlanmaması canlarını yakmıştı. İkisi de öyle üzgün ve bitkindi ki… asıl hayat işte şimdi başlıyordu diye geçirdiler içlerinden kederli anne ve kızı. İkisi de köye dönmek üzere onları getiren hayırsever köylünün arabasına bindi. Sara başını cama, annesi ise Sara’nın omzuna başını yasladı ve iki saat sürecek olan uzun yol boyunca ağızlarını bıçak açmadılar. Yol sanki bitmiyordu belki de yüreklerine ekledikleri bu ağır yara, çekilmez düşünceler yolun akıbetini değiştiriyordu. Nihayetinde eve varmışlardı. İkisi de bitkin ölü bir ruh gibi evde dolanıyordu. Evdeki diğer çocuklar annelerinin sevgisini hissetmek için yanına gidiyor ama kadın o kadar bitkin ve mutsuzdu ki onları görmüyordu bile. Bu duruma el atan yine Sara oldu. Her şeyden bihaber bu küçük yavrucakların bir suçu yoktu çünkü. Onlarla vakit geçirip onları eğlendirmeye koyuldu. O esnada babaları eve geldi bu üzücü haberi çocuklar duymadan ona söylemek lazımdı. Annesi babasını dışarı çağırdı. Yüzünden belli oluyordu kötü bir şey olduğu. Adam merak ve korku ile ne söyleyeceğini bekledi. Kadın titrek bir sesle, güçbela söyledi hasta olduğunu. Adamın perişanlığı, yıkıldığı gözlerinden sicim gibi akan yaşlardan belli oluyordu. Kadının elini tuttu ikisi kaderlerinin bu acımasız armağanının yükünü nasıl hafifleteceklerini kara kara düşünmeye başladılar. Tek kelime dahi etmediler. Uzaklara bakıp sessiz ve gözyaşları içinde öylece oturdular. O günden sonra hayatları yeni bir boyuta taşınmıştı. Baba tek başına evi geçindirmeye başlamıştı. Sara için okumak artık sadece bir hayalden ibaretti geçim derdine ortak olup yükü hafifletmek için onun da işe gidip gelmesi gerekiyordu artık. Anne ise belki de son kalan birkaç yıllık ömrünü çocuklarıyla birlikte geçirmek istiyordu. Sara annesinin bıraktığı temizlik işini devraldı. İlk başlarda ağlaya sızlaya işe gidiyor çok da mutsuz bir şekilde eve dönüyordu. Küçük yaşta büyümek zorunda kalmıştı. Hayat ona on sekiz yaş hediyesi olarak bunu vermişti… Günler bu kederli aile için zor bela ilerliyordu. Her geçen gün biraz daha eriyen, sağlığından düşen annesini gördükçe Sara bu hayata karşı daha sert daha gaddar, daha ketum oluyordu. Her iş çıkışında hiç oyalanmadan eve geliyor önce annesine kolaylık olsun diye evi derleyip toparlıyor daha sonra kardeşlerini uyutup gece kendini Huzur’un yanına atıyordu. Bazen sabahlara kadar hıçkıra hıçkıra ağlayarak içini döküyor. Kaderin bu acımasız armağanının nasıl hayatından çıkarabileceğini düşünüyordu. Artık feri sönmüş bir lamba gibi mutlulukları, hevesleri sönmüştü. Eski neşeleri kalmamıştı. Sara bazen ailesi için hayırlı, hali vakti yerinde bir kısmet bulup evlenmeyi bile aklından geçiriyordu. Hoş bu duruma kendi bile akıl sır erdiremiyordu ama bu hayatta öğrendiği bir şey olmuştu: ‘’Hayat her zaman sürprizler ile doluymuş, kendini yapmam dediklerini her an yapıyorken bulabilir, istemediklerini istemeye zorlanabilirsin’’ Her şeye rağmen yaşama umudunu yitirmiyordu Sara. Her şey nasıl bir anda tepetaklak olduysa aynı şekilde bir anda da eski haline ya da daha güzel versiyonuna dönebilirdi diye düşünüyordu. Sara bu kederli ve yorucu geçen güne rağmen umutla yatağına gitti. Başını yastığa koyar koymaz Queen geldi aklına. Bunca derdin kederin arasında nefes alabileceği bir deniz kıyısı misaliydi şu an onun için. Ona ulaşıp bütün dertlerini bir çırpıda ona anlatmak, uzun uzun omuzlarında ağlayıp bütün kötülükleri o gözyaşlarıyla dünyanın derinliklerine atabilmek istiyordu. Bu hayal bile içinde dertten arınık olan küçük yere huzur veriyordu. O kadar yorulmuş ki o küçük bedeni, gözleri bu kadar yükün ağırlığına isyan ederek derin bir uykuya dalmak için usulca kapanıverdi.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

YIKIK MESKEN

read
1.4K
bc

Gidelim Buralardan

read
1.1K
bc

HANIMAĞA

read
11.0K
bc

EWİNDAR

read
10.3K
bc

Seni Bana Getiren Yollar

read
3.7K
bc

İNFİTAR

read
7.7K
bc

BATIK GEMİ

read
2.7K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook